Bursa’da Nilüfer çayının kirliğiyle ilgili onlarca yıldır mücadele eden DOĞADER, Marmara denizine dökülen çayın bir an evvel temizlenmesi çağrısında bulundu. Bursa Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Efsun Dindar ise, müsilajın en büyük sebeplerinin denizlerdeki bilinçsiz avlanma ve denize bırakılan azot ve fosforu fazla atık sular olduğunu belirtti.
Kapkara akan Nilüfer çayını yerinde inceleyen DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Demir, “Bugün burada görüyoruz ki, yetkililerin suyun sağlıklı bir şekilde topluma ulaşabilmesi için acil eylem planları yapması gerekmektedir. Şu ân yanında durduğumuz Nilüfer çayı Bursa’ya hayat veren bir çay. Uludağ’dan tertemiz bir şekilde başlayan yolculuğunda 200 kilometre kat ederek Marmara denizine dökülmektedir. Bu çay Uludağ’dan tertemiz şekilde doğuyor, ama şehir merkezine girdiğinde su değil kimyasal atık hâline geliyor. Dünyada hiç bir suyun rengi bu renk değil. Suyun bu rengi alması kimyevî atıkların suya salınması. Bu atık buradan Marmara denizine dökülüyor” dedi.
Nilüfer çayının organik madde ve toksik kimyasallar açısından 4’üncü sınıf kötü su kalitesine sahip olduğunu belirten Bursa Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Efsun Dindar, “Bursa ovasını dolaşıp getirdiği bütün pisliği Marmara denizine taşıyor. Bu sadece Nilüfer çayı için geçerli bir durum değil. Marmara denizine kıyısı olan bütün şehirlerdeki alıcı ortamlara yapılan deşarjlarla birlikte nehirler bu kirletici yükü Marmara denizine taşıyor. Bu eylem planının başarılı olmasını istiyorsak, Nilüfer çayının temizliğinden sorumluyuz. Denizde karşılaştığımız müsilaj veya deniz salyası dediğimiz, aslında biyolojik bir olay. Belirli dönemlerde, bahar dönemlerinde havanın sıcaklık artışıyla birlikte fitoplankton çoğalmasıyla görülür ve kendi kendine kaybolan bir süreçtir. Ama şimdi gördüğümüz tamamen çevre felâketine dönüşmüş durumda. Hatta bir salgın boyutuna gelmiş durumda. Müsilaj kendiliğinden gerçekleşen biyolojik bir yapı. Hangi türler çoğalıyor? Fitoplankton dediğimiz ya da tek hücreli algler dediğimiz denizde bulunan bu canlılar, organik maddenin içerisindeki azot ve fosforu yiyerek beslenip çoğalıyor. Siz azot ve fosfor açısından organik madde yükü fazla olan atık suları denize bıraktığınızda, bu canlılar azot ve fosforu tüketiyorlar ve tükettikleri için de büyüyorlar. Büyürken de suyun oksijenini kullanıyorlar. Suyun içerisindeki oksijen, aşırı büyümeyle birlikte azalmış oluyor. Yaz aylarında çözülmüş oksijenin sıcaklıkla ters orantılı olduğunu düşünürsek, sıcaklık arttıkça denizin içerisindeki çözülmüş madde miktarı azalır. Bir taraftan bunu tüketen canlılar var, bir taraftan sıcaklığın artmasına bağlı çözülmüş oksijen azalıyor. Denizdeki çözülmüş oksijen azalıyor, üzerindeki müsilajın oluşturduğu tabaka yüzünden de güneş ışınları denizin derinlerine inemiyor. Denizin derinlerine inemediği zaman da, denizin içinde oksijen üretmekle mükellef olan ve fotosentez yapan canlılar maalesef güneş ışığını bulamadıkları için bu görevlerini yerine getiremiyorlar. Karbondioksit ve oksijen dengesi bozulmuş oluyor. Suyun içinde oksijen olmaması durumunda, oksijensiz şartlarda üreyebilen mikroorganizma popülasyonu artıyor. Bunlar öldüğünde, dibe çöktüğünde, denizin dibindeki canlıları kaplamış ve yok etmiş oluyorlar. Böylelikle deniz eko sisteminde bizim o zincirdeki olması gereken popülasyonu kontrol edemediğimiz için, şu ânda bu görüntülere mazur kalıyoruz. Yapılan çalışmalarda, çözülmüş oksijen seviyesinin 25 metre derinliklere kadar 2,5 miligram litre civarında olduğunu biliyoruz. Denizdeki canlıların hayatlarını idâme ettirebilmeleri için bunun 4’ün altına düşmemesi lâzım. 100 metreden sonra oksijenin kalmadığıyla ilgili bilimsel çalışmalar var” şeklinde konuştu.
Marmara denizindeki organik kirliliğin sanayi ve mesken atıklarından kaynaklandığını, bir taraftan da yanlış avlanmayla eko sistemin tahrip edildiğini anlatan Dindar, bu durumun müsilajı tetiklediğini ifade etti. Dindar, “Yanlış avlanma belirli periyotlarda canlıların büyümesine izin vermemek ya da dip taraması yoluyla yapılan avcılık faaliyetleridir. Müsilaj olarak tanımladığımız fitoplanktonların aşırı büyümesinden kaynaklı, bunları yiyecek canlılar, deniz eko sisteminde balıkçılık faaliyetleri yapılırken yok edilebiliyor. Siz birbirini yiyerek beslenen besin zincirini oluşturmuş eko sistemde yanlış avlanma ve balıkçılığın doğru zamanda planlandığı şekilde uygun yapılmaması yönüyle bazı balık türlerini yok ediyorsunuz. Zaten deniz kirliği, yanlış avlanma ve iklim değişikliği gibi sebeplerden dolayı deniz eko sisteminde bazı türlerin azaldığını biliyoruz. Bu azalan türlerin yerine daha baskın başka türlerin olması müsilajın ortaya çıkmasının sebeplerinden biridir. Hayalet ağların yada deniz dibini tarama yoluyla yapılan avcılıkların önüne geçilmesi önem arz ediyor. İklim değişikliğiyle ilgili denizlerin sıcaklıkları normalin üzerinde. Denizlerimizde olmaması gereken türler bu sıcaklık farklılıklarını algılayamadıkları için farklı denizlerden, farklı sulardan bizim sularımıza gelebiliyorlar” diye konuştu.