Norm Haber

Dışişleri Bakanı Fidan: “Amerika’nın PKK’yı destekleme yönündeki mecburiyetten çıkması gerekiyor”

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "Özellikle Suriye'de DEAŞ'la mücadele konusunda bir ilişki parametresini yeniden gözden geçirip, Türkiye için tehdit oluşturan PKK'yı destekleme yönündeki mecburiyetten Amerika'nın çıkması gerekiyor. Bu bizim için fevkalade önemli bir milli güvenlik meselesi" dedi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar merkezli Al Jazeera Arabic’te gazeteci Ali el-Zafiri’nin sunduğu Al-Muqabalah (Söyleşi) programına röportaj verdi. Suriye’de Esed rejiminin devrilmesi sürecinin nasıl gerçekleştiğine ilişkin bir soruya cevap veren Fidan, “Suriye’de olanlar biliyorsunuz aslında bütün dünyanın gözü önünde oldu, aslında bu sona yavaş yavaş gelindi. 2017’den sonra Astana süreci başlatıldığında aslında kuzeyle rejim arasında bir barış süreci, bir ateşkes süreci olduğunda, bu ateşkes yıllarını rejim maalesef iyi kullanamadı, yani 7-8 senelik bir sessizlik dönemi vardı. Bu dönemde özellikle ekonomik sorunların, siyasi sorunların çözümü noktasında bir adım atılabilirdi. Rejim kendi muhalefeti ile barışmak için bir girişim başlatabilirdi. Biz hep bu konuda yapıcı olduk. Yani savaşın durmasına yardımcı olduk, ateşkesin sürekli sağlanmasına. Ondan sonra da gerek kendimiz müzakerelere girerek, gerek muhalefeti teşvik ederek bir sürecin başlamasını istedik. Fakat Beşar Esad bütün bu teklifleri, bütün bu girişimleri reddetti. Garip bir ruh halindeydi. Yani hiçbir şey yapmıyor ama alternatif de getirmiyor. Tabii bu kendi içinde bir çürümeyi başlattı. Yani bu çürüme neticesinde ekonomik yapılar, bürokratik yapılar, askeri yapılar ağır ağır çöktü. Özellikle iç savaşın devam ettiği yıllarda bir adrenalin olduğu için o dönem rejimin bir mukabele gücü oluyordu. Fakat savaşın olmadığı bir yerde, ateşkesin olduğu bir ortamda rejim kendi içinden çürümeye başladı. Kendi sorunlarını çözemeyince, kendi problemlerini yönetemeyince ufak bir dokunuşla gitti” dedi.

“Muhalefeti baştan beri destekledik”

Bu süreçte Suriyeli muhaliflere sunulan desteğe ilişkin bir soru alan Fidan, “Biz biliyorsunuz baştan beri muhalefeti hep destekledik, Suriye muhalefetini; yani ilk zamandan itibaren. Özellikle son yıllarda desteğimiz daha önemli hale geldi. Şundan dolayı, içeride olan iç savaştan dolayı milyonlarca insan Türkiye’ye geldi. Şimdi daha fazla insanın gelmemesi için muhalefetin kontrolü altında bulunan yerlerde 5 milyondan fazla insan yaşıyordu. Bu insanların da Türkiye’ye gelmesi söz konusu olabilirdi eğer rejim kuzeye doğru ilerlerse. Dolayısıyla ilerlememesi için hem muhaliflerin kendi arasında güçlü olması gerekiyor, hem de İran ve Rusya ile sağlanan ateşkes sisteminin devam etmesi gerekiyordu. Biz bunu yaptık. Hem ateşkes sistemini devam ettirdik hem de muhaliflerin kontrolü altında bulunan, 5 milyondan fazla Suriyelinin yaşadığı bölgelere destek götürdük. Buralardaki halk çünkü öbür türlü Türkiye’ye gelecekti. Türkiye’de olan diğer kardeşlerimize büyük bir gururla ev sahipliği yaptık. Onlar da sağ olsunlar alın teriyle çalışan insanlar. Gerçekten dürüst, namuslu insanlar. İnşallah şimdi yeni Suriye’de hepsi güvenle kendi ülkelerine dönerler” dedi.

Sunucu el-Zafiri’nin Suriye dışındaki muhaliflerin etkisiz kaldığı yönündeki yorumunu değerlendiren Fidan, “Suriye muhalefeti; biliyorsunuz bir askeri kanadı vardı, bir siyasi kanadı vardı. Siyasi kanadı her türlü uluslararası girişimin içerisinde bulundu ama tabii alandaki şartları değiştirmediğiniz sürece siyasi olarak çok fazla bir şey yapma şansınız da olmuyor. Alanda askeri olarak hakim olan gruplar bugün için şu anda Şam’da siyasi merkezde bulunuyorlar” dedi.

“Eş-Şara, etrafındaki olaylardan ders çıkaran bir insan”

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’nın radikallikten siyasi olgunluğa evrilen değişimini nasıl değerlendirdiği sorulan Bakan Fidan, “Tabii bu hemen olan bir değişiklik değil. Yani Ahmet Şara’nın ben yıllar içerisinde gerçekten belli konularda olumlu yönde değişikliğine hep şahit olmuşumdur. Yani etrafındaki olan olaylardan ders çıkartan bir insan. Şimdi İslami gelenekten gelen birisinin başka İslami grupların hareketlerine baktığı zaman, El-Kaide ve DEAŞ gibi mesela, şimdi bunlardaki yanlışlıkları görmemesi mümkün değil bir Müslüman’ın. Eğer bir Müslüman bunlardaki yanlışlıkları görmüyorsa kendisi başka bir psikolojik durum içerisindedir. Aklı olan herkes bunu görür ve onlardan kendisini uzaklaştırmaya başlar. Bence böyle bir dönem yaşandı. Daha sonra toplumsal sorumluluk üstlendiği zaman İdlib’te, oradaki 4 milyon insanın günlük yaşam problemleri var, elektrik, su, mahkemeler, eğitim, sağlık, ulaştırma, yol, ev yapımı. Bütün bunlara siz ideoloji ile cevap veremezsiniz. Elinizde kalaşnikofla cevap veremezsiniz. Bu insanlara ekmek götürmeniz lazım, yol yapmanız lazım, ev yapmanız lazım. Şikayet ediyorlar kapınıza, çocuklarına iş bulmanız lazım, ceplerine para girmesi lazım. Bu devlet yönetimi ideoloji ile tek başına olacak bir iş değil. Bence bu noktada İdlib’te geçen yıllar da çok fazla fayda gösterdi. Tabii Türkiye’nin telkinleri bu noktada önemli. Eğer şimdi radikal bir dili, uluslararası cihadı savunan bir dili devam ettirirseniz, diğer örgütlerin başına gelenler ortada. Başta Türkiye olmak üzere herkes buna karşı çıkıyor. Bence bu noktada iyi bir dönüşüm hikayesi var, inşallah bu dönüşüm hikayesi Suriye’nin tamamı için de hayırlı olur” dedi.
Şara ile ilk görüşmesinin ne zaman olduğu yönündeki bir soruya Fidan, “Herhalde İdlib’e geldiği yıllarda olsa gerek” şeklinde cevap verdi.

Şara’nın değişiminde Türkiye’nin etkisi

Sunucu Ali el-Zafiri’nin Suriyelilerin “Şara’nın değişiminin sırrı İstanbul ya da Ankara’da, yani Türkiye’de” olduğunu söyledikleri şeklindeki ifadelerine yorumunda Fidan, “Doğru. Ahmet Şara’yla yoğun temaslarımız döneminde her seferinde Türkiye’nin tecrübesini yani İslam, demokrasi, halka hizmet, temel hizmetler, belediye hizmetleri; bütün bunları dilimiz döndüğünce anlattık. Cumhurbaşkanımızın kendi hayatından örnekler verdik. Burada ideolojik olmakla, dindar olmakla halka hizmet arasındaki denge nedir, siyaset nerede devreye girer, nerede girmez? Bütün bu hassas konuları açıkçası buluşmalarımızda bizler arkadaşlarımıza anlattık. Kendisi de zaten çok akıllı, zeki bir insan. Dünyayı okuyor, gelişmeleri okuyor, geleneği okuyor. Gelenekteki sahih İslami kaynaklar ne söylüyor, günümüzün dinamikleri ne söylüyor? Bence bunları çok iyi görüp, okuyup dengede tutabilen birisi” dedi.

Suriye’de olan gelişmelerin Arap dünyasında büyük bir mutluluğa neden olduğu ve Arap Baharına mesafeli olan ülkelerin de bu duruma sevinmesinin sebebinin İran’dan dolayı mı olduğuna yönelik bir soru alan Fidan, “Herkesin farklı sebebi var. Çünkü Suriye biliyorsunuz birçok ülke için farklı nedenlerden dolayı istikrarsızlık kaynağıydı. Bizim için PKK meselesi, DEAŞ meselesi, göç meselesi var. Başkası için Şii milislerin orada olması var, başkası için Rusya’nın etkin olması var, başkası için uyuşturucu fabrikalarının olması var, başkası için silah kaçakçılığının yapılıyor olması var. Yani Suriye öyle bir noktaya gelmişti ki, kendi bölgesi için, herkes için tehdit üreten bir noktaya gelmişti. Şimdi bundan kurtulmanın yolu bütün Suriye’nin geneline hitap eden, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan ve Suriye milletiyle barışık, Suriye milletinden neşet etmiş, Suriye adına neşet etmiş bir yönetimin olması. Onun için ben hem bölgemizin hem uluslararası toplumun bu noktadaki olumlu yaklaşımını normal buluyorum. İnşallah bu böyle devam eder” dedi.

“PKK, Kürtlerin üzerine gelmiş bir bela, bir virüs”

Suriye’nin kuzeyinde “Suriye Demokratik Güçleri” ismini kullanan terör örgütü YPG/PKK’ya bakış konusunda Suriye’nin yeni yönetimi ve Türkiye arasındaki görüş alışverişinin ne durumda olduğu yönündeki soru üzerine Fidan, “Bizim bu konudaki görüşlerimiz şu şekilde örtüşüyor, biz hep şunu söylüyoruz nasıl biz Arapları yani bütün Arapları DEAŞ’çı olarak görmüyorsak veya DEAŞ üzerinden Arapları görmüyorsak, El-Kaide üzerinden görmüyorsak, PKK üzerinden de Kürtleri görmemek lazım. Yani maalesef PKK, Kürtlerin üzerine gelmiş bir bela, bir virüs. Ondan bir türlü kurtulamıyorlar. Dolayısıyla Beşar Esad’ın yaptığı hatayı yapmadan, Kürtlere anayasal haklarını vererek, kültürel haklarını vererek orada herkesin eşitçe yaşadığı diğer grupların da dahil oldu, Türkmenlerin, Yezidilerin, Hıristiyanların, Sünnilerin yani herkesin Suriye vatandaşlığı sıfatıyla eşit olduğu, kendi dinini, dilini, geleneğini, törenini yaşatabildiği bir ortam. Şimdi burada tabii PKK kendisine ait bir yönetim alanı, güç alanı istediği için Suriye’deki yeni yönetimle uyuşması mümkün değil, bizimle nasıl uyuşmuyorsa. Bu noktada umarız barışçı bir yöntem bulunur. Bizim bu noktadaki tavsiyelerimiz bellidir. Nasıl Türkiye’de Kürtler, Araplar herkes anayasal vatandaşlıktan eşit yararlanıyor, eşit vatandaşlar, eşit bireylersek kanun önünde, hukuk önünde, mahkemeler önünde, Suriye’de de aynısının olması toplumsal barışa büyük hizmet edecek. Bu toplumsal barış önemli. Toplumsal barışın ikinci önemli ayağı da yasal devlet organları dışında hiçbir organın silah taşımaması. Yani burada PKK ve bağlı unsurların Suriye’nin topraklarının üçte birini işgal ediyor olması, ki bunların büyük çoğunluğu Arap şehirleri, yani Arapların olduğu yeri PKK işgal etmiş durumda. Bununla da kalmamış, petrolün ve doğal gazın olduğu yerlerin üstüne çökmüş durumda. Buradan petrol ve doğal gazı alıyor, Suriye halkına parayla satıp Irak’taki, İran’daki, Türkiye’deki PKK eylemlerine para gönderiyor. Şimdi böyle bir mekanizma var. PKK’nın Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan gelmiş 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor. Herkes zannediyor ki Mazlum var, Mazlum Suriyeli, Mazlum orayı temsil ediyor. Bu bir yalan. Mazlum’la siz bugün konuşun, Ahmet Şara konuştuğu zaman Mazlum gelip iki kişiye hesap vermek zorunda. PKK’nın askeri kanadı Suriye Komiseri Fehman Hüseyin, sivil kanat Suriye Komiseri Sabri Ok. Bunlara hesap vermek zorunda. Bunlar da bundan gelen bu hesabı alıp Kandil Dağı’ndaki PKK yönetimine anlatmak zorundalar. Şimdi bu örgütün bu hiyerarşik yapısı ortadayken, Amerikalıların, Avrupalıların hala bunlara destek veriyor olmasının bir sebebi var: PKK’nın verdiği hapishane hizmetleri. DEAŞ tutuklularını hapishanede tutma karşılığında orada bir yalan üzerinden Suriye topraklarının üçte birini işgal ediyorlar. Irak’tan, Türkiye’den, İran’dan getirdikleri bütün teröristleri Suriye toprakları üzerinde şu anda muhafaza ediyorlar. Suriye’nin toprak bütünlüğüne tehditler, Irak’ın toprak bütünlüğüne tehditler, Türkiye’ye tehditler. Şimdi bunun tabii ortadan kalkması gerekiyor. İnşallah bunun bir suhuletle ortadan kalkacağına inanmak istiyorum” şeklinde cevap verdi.

“Erbil de Suriye’deki PKK zulmünden muzdarip”

Suriye’deki PKK sorununun çözümü için Iraklı Kürtlerle iletişim olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine Fidan, “Şu anda belli inisiyatifler var. Özellikle, biz biliyorsunuz, Erbil’le yani Barzani ile Türkiye’nin dostluğu son derece ileridir. Oradaki Kürt kardeşlerimizle Türkiye’nin muazzam bir dayanışması vardır terörle mücadelede. Yani PKK’nın saldırılarına, cürümlerine, suçlarına onlar da maalesef maruz kalmışlardır. Bunun karşısında bir dayanışma ortaya koyuyoruz. Onlar da Suriye’deki PKK zulmünden muzdaripler. Dolayısıyla PKK’nın kendisini lağvetmesi, silah bırakması konusunda onların da telkinleri, çalışmaları var” dedi.

“Kasım Süleymani hayattayken de söyledim kendisine”

İran’ın Suriye’deki kayıpları ve bu durumun Türkiye-İran ilişkilerine etkisine ilişkin bir soruya cevabında Fidan, “İran’ın bölge ülkelerindeki milisler üzerinden dış politika yürütme meselesi İran’ın uzun zamandır büyük bir riskle yönettiği bir politika. Yani kendine getirdiği birtakım kazanımlar var ama bu kazanımları tutmak için harcadığı maliyet daha fazla. Yani Irak’ta ve Suriye’de sahip olduğu kazanımları ayakta tutabilmek için, İran o kazanımlardan çok daha fazlasını feda etmek zorunda kaldı. Bu benim kendi analizim. Bunu kendilerine de söyledim. Kasım Süleymani hayattayken de söyledim kendisine. Bu türden bir dış politika yaklaşımını değiştirmek lazım. Bu başarı getiriyor gibi gözüküyor ama uzun vadede ve yapısal olarak hem İran sistemine hem bölgeye büyük bir yük getiriyor. Şimdi bu yeni dönemde İran’ın ben gelişen olaylardan büyük dersler çıkardığını da düşünüyorum. Nasıl biz Türkiye olarak dersler çıkarıyorsak, yani akıllı devletin yapması gereken bu, yani bunu yapıyoruz, hep beraber dersler çıkartıyoruz. Bölgesel dayanışmayı artırmak lazım. Yani bölgedeki hiçbir ülke yani ben hep şunun altını çizmek istiyorum Ali Bey: Zaman artık eski hataları devam ettirme zamanı değil. Soruyorlar bölgeyi Türkler mi domine edecek, İranlılar mı domine edecek, Araplar mı domine edecek diye. Bu domine etme kültüründen, tahakküm etme kültüründen bizim kurtulmamız lazım. Ne Araplar, ne Türkler, ne Kürtler, ne İranlılar bunların bir dominasyonla, birbirini rahatsız etmeyle, birbirine tehdit oluşturmayla işinin olmaması lazım. Hepimiz akıllı devletleriz, Allah bize akıl vermiş, hikmet vermiş, imkanlarımız var, devletlerimizin sınırları var. Biz bir araya gelip kendi sorunlarımızı kendimiz çözelim, dayanışma içerisinde olalım, birbirimize güvenlik sağlayalım, refah sağlayalım, zenginlik sağlayalım, birbirimiz için tehdit kaynağı olmayalım, birbirimiz için tahakküm kaynağı olmayalım. Ben falan ülke bana tehdit oluşturuyor diye gidip 10 bin kilometre ötedeki ülkeyi buraya getirip burada başka bir sorunun kaynağı olmayalım. Artık bundan bölgenin kurtulması lazım. Bölge bundan kurtulur, bunlardan ders alırsa, inşallah büyük parlak bir geleceğin bizi beklediğini düşünüyorum, yaşadığımız son 20-30 yıldaki sıkıntılardan büyük bir ders çıkartırsak. Biz üzerimize düşen görevleri yaptığımızı düşünüyoruz. İran, Arap ülkeleri herkes bir araya gelip herkesin alması gereken ders var, üzerine düşen görev var bütün ülkelerin bölgede” dedi.

“Camınıza taş atılmasını istemiyorsanız başkasının camına taş atmayacaksınız”

İran’ın Suriye’de olanları kolay kabullenmeyebileceği, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin Irak ziyaretinin iptal edilmesinde İran’ın etkisi olabileceği ve İran’ın PKK’ya destek verme ihtimaline ilişkin soru üzerine Fidan, “Eğer politika buradan devam ettirilirse ben doğru bir politika olacağını düşünmüyorum. Yani eğer siz başka bir ülkedeki bir grubu destekleyerek orada rahatsızlık oluşturmak isterseniz, başka bir ülke de sizdeki başka bir grubu destekleyerek size rahatsızlık oluşturmak ister. Yani dünyada artık hiçbir şey gizlenemiyor. Sizde olan yetenekler başkasında da var. Dolayısıyla camınıza taş atılmasını istemiyorsanız başkasının camına taş atmayacaksınız” dedi.

“İş birliği yaparsak birbirimize daha çok kazandırırız”

İran’ın ilerleyen dönemde bölgede nasıl bir politika izleyeceğine ilişkin yorumu sorulan Fidan, “İran içerisinde belli grupların Suriye ve Irak meselesini kayıp ve kazanç üzerinden okumayı düşünebileceğini düşünüyorum. Ama İran’ın geneli, aslında tanıdığımız bütün devlet adamları akıllı ve hikmet sahibi insanlar, ben bunu daha farklı okuyacaklarını düşünüyorum. Şimdi Suriye benim kazancım değil, Suriye, Suriye milletinin kazancı. Ben şimdi gidip Suriye’yi şunu yap, bunu yap, böyle yap, egemenliklerini tahakküm edecek bir yapıda olamam. Bu benim kendi ahlakıma ve dış politikamıza aykırı. Aynı şekilde başka ülkelerin de bölgedeki diğer ülkelerle olan ilişkilerini tahakküm etme üzerinden tanımlamamaları lazım. Bakın ben başka bir şey söylüyorum, iş birliği yaparsak birbirimize daha çok kazandırırız. Yani siz gidip bir ülkeyi kontrol altına alma gibi bir 19. yüzyıla ait, 18. yüzyıla ait bir fikirle devam ederseniz, sömürücü durumuna düşerseniz, o ülkedeki problemler sizi daha fazla içine çeker. Sonuçta bir şey yapamazsınız. Bakın, Suriye’deki problemler arttı, arttı, arttı. Yani İran bir şey yapabildi mi? Rusya bir şey yapabildi mi? Yapamazsınız yani bir sorunu bir ülkenin kendisinin çözmesi lazım. Şimdi Suriye’nin kendi milli unsurları, şu anda yeni hükümet kurdular. Biz ancak destek verebiliriz bunlara. Ama eğer haşa biz bunları yönetelim, bunların üzerinde tahakküm kuralım, bunlar bizim dediklerimizi yapsınlar gibi bir yaklaşım olursa, bizim zaten bölgede geliştirmek istediğimiz vizyona bu aykırı. Dayanışma içinde olmamız lazım. Herkesin aklı var, herkesin nefsi var, herkesin onuru var. Herkes kendisini en az benim kadar vatansever, milliyetçi, değerlerine bağlı, onur ve izzet içerisinde yaşamaya değer olan bir birey olarak görüyor. Sonuçta benim bunu dikkate almam lazım” dedi.

“İslam dünyasının, Arap dünyasının kötü talihini değiştirmek isteyen yönetimler var”

Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin durumuna ilişkin soru üzerine Fidan, “Suudi Arabistan’la ilişkilerimiz son derece iyi. Geçmiş dönemde birtakım yanlış anlaşılmalar olmuştu. Onları sessiz sedasız yürütülen diplomasi ile çok şükür çözdük. Şu anda görüyorsunuz özellikle Sayın Muhammed Bin Selman’ın kendi ülkesini büyük bir hızla kalkındırma yolunda çalıştığını görüyoruz. Ülkeyi resmen transforme ediyor. Altyapı projeleri, üstyapı projeleri, sosyal projeler, kurumsal projeler, teknoloji projeleri yani bunlar gerçekten önemli şeyler. Esas itibarıyla ben bölgedeki bütün ülkelerin büyük bir kalkınma hamlesi içerisinde olduğunu görüyorum. Bu hem bölgemiz için çok iyi, hem İslam dünyası için çok iyi. Bakın Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Umman. Yani buralarda muazzam kalkınma hamleleri var. Irak’a bakın, Irak’ta şu anda Sayın Sudani’nin yönetimi altında gerçekten altyapı üstyapı problemlerini halletmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Onlar da kalkınmaya çalışıyorlar. Mısır’a gidin, Sayın Sisi’nin ifadesiyle, en büyük düşmanlığı yoksulluk olarak tanımlamış. Büyük bir kalkınma hamlesi içerisine girmek istiyor. Yani İslam dünyasının, Arap dünyasının kötü talihini değiştirmek isteyen yönetimler var. Gerçekten ellerindeki imkanları, memleketi daha fazla kalkındırmak, halkın temel sorunlarını çözmek için harcamaya çalışan liderler görüyoruz. Bu gerçekten tarihi şans hepimiz için. Hepimizin bu noktada bir araya gelip, bölgesel, tek başımıza problemler karşısında kalmayı değil de, hep birlikte ekonomik kalkınma, güvenlik, terörle mücadele, dünyadaki teknolojinin gerisinde kalmama gibi ana sorunlara yönelik çok ciddi dayanışma imkanı” şeklinde cevap verdi.

“Müslüman ülkelerle sıkıntı içerisinde olmama konusunda büyük hassasiyetimiz var”

Türkiye’nin bir dönem gerginlik yaşadığı bölge ülkeleriyle ilişkilerin nasıl geliştirildiği yönünde soru üzerine Fidan, “Şimdi bu noktada tabii siyasi vizyon önemli. Burada özellikle Cumhurbaşkanımızın bölgeye yönelik, kardeş ülkelere yönelik bir siyasi vizyonu ve kuşatıcılığı var. Özellikle bölgedeki Müslüman ülkelerle sıkıntı içerisinde olmamak konusunda büyük bir hassasiyetimiz var. Zaten tarihi olarak akrabalarımız, komşularımız, Türkler, Araplar, Kürtler, Farslar hep birlikte iç içe girmiş durumdayız bölgede. Aynı yaklaşımı karşı tarafta da görünce o zaman sessizce bu işi işin uzmanları hallettiler yani” dedi.

“Tarihi dostluğumuzu tekrar birbirimize hatırlattık”

Mısır ile yaşanan gerginliğin nasıl giderildiği yönündeki soruya Fidan, “Mısır’la ilk önce aramızdaki yanlış anlaşılmaların, ilişkileri daha da ileriye taşıyacak psikolojik engellerin kaldırılması gerekiyordu. Çok şükür şu anda, yani tarihi dostluğumuzu tekrar birbirimize hatırlattık. Yani birbirimizin iki önemli dostu olduğumuzu, tarihin, coğrafyanın, inancımızın bizi buna mecbur ettiğini birbirimize tekrar hatırlattık. Şu anda Mısır’la Libya konusunu konuşuyoruz. Filistin konusunda çok iyi çalışıyoruz. Özellikle Gazze meselesinde, sağ olsunlar, insani yardımlar konusunda çok iyi çalışıyoruz. Uluslararası platformlarda beraber aynı dili konuşuyoruz. Filistin meselesinde, Sudan konusunda ve diğer bölgesel gelişmelerde, Somali, Etiyopya arasındaki anlaşmazlık, Afrika konusunda. Karşılıklı ticaretimiz, özellikle iki ülke arasındaki ticaret, işbirliği ve dayanışmanın ileri taşınması fevkalade önemli. Bu konuda atılan önemli adımlar var. Daha da adımlar atacağız inşallah. Niyet ve irade olduktan sonra aslında sonsuz ve namütenahi bir işbirliği alanı var” dedi.

Türkiye’nin Arap ülkelerindeki rejimler ve muhalif İslami hareketlerle ilişkilerine ilişkin bir soru üzerine Fidan, “Bizim görüşümüz şu: Her ülke kendi yönetimini kendi şartlarıyla kendisi meydana getirir. Bu noktada biz kendimiz de buna karışmaya yönelik bir hak görmüyoruz açıkçası. Bizden bir yardım istenirse, bizden bir tavsiye istenirse biz bunu yaparız. Ama onun dışında her ülkenin kendi şartlarına uygun, kendi halkıyla, dokusuyla, yapısıyla uyumlu iktidarların olması, o ülkelerin kendi tarihi macerası, kendi tarihi yolculuğu. Yani bu bizim politikamız da değil, haddimize de değil, yani gidip birisine öyle değil böyle yap demek” dedi.

“Filistinlilerin devletini vermediği sürece ne Araplarla, ne Müslümanlarla, ne Avrupa’daki diğer aklı başındaki ülkelerle işbirliği yapamayacak”

İsrail’deki mevcut yönetimin iki devletli çözüm çağrılarını dikkate almamasını değerlendiren Fidan, “Mesela Sayın Ehud Barak’a bakın, daha farklı fikirleri var, daha makul bir insan. Eski Başbakanlardan İsrail’de çok makul düşünen insanlar da var. İsrail’in dışındaki Yahudi toplumunda çok makul düşünen, evrensel düşünen insanlar da var. Yani devlet kurmak, onur içinde yaşamak, nasıl kendisinin istediği bir şey ise, aynı hakkı başkasına vermekte problem görmeyen, erdemli, temel erdem ve ahlak sahibi insanlar da var. Bu insanların sesinin duyulması lazım. Şu anda Netanyahu’nun bölgedeki ülkelerin askeri zayıflığını istismar ederek, Amerika’nın da sonsuz gücünü arkasına alarak ve psikolojik harekatla da yanlış bir hikaye anlatarak, bölgede yürüttüğü politikaların ne uzun vadede İsrail’e faydası olacak ne başka bir şeye. Yani 50 yıldır aynı politika devam ediyor zaten. Kendini daha güvende hissediyor mu? Hissetmiyor. Giderek daha fazla para harcayacak. Giderek daha fazla askeri yatırıma gidecek. Giderek daha fazla yaygınlaşma isteyecek kendini güvende hissetmek için. Ama günün sonunda temel sorun olan Filistinlilerin devletini vermediği sürece ne Araplarla, ne Müslümanlarla, ne Avrupa’daki diğer aklı başındaki ülkelerle işbirliği yapamayacak. Bakın Filistin devletine geçen sene Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 150’den fazla ülkenin verdiği desteği düşünün. Bu tarihi bir olaydır. Uluslararası Ceza Mahkemesi sizi kriminal ilan etmiş. Bütün devletler sizin politikanızın karşısında, uluslararası hukuk sizin karşınızda ve siz hiçbir zaman için aynaya bakıp da ‘Ya dur, benim burada durmam lazım, bu kadar ahlaksızlığı, zulmü, şu anda bir gücüm var, orman kanunu, ben bunu yapıyorum, kimse beni durduramıyor. Ama bunun da bana ve halkıma getireceği bir tarihi leke var, zulüm var’ Yani umarım akıllarını başlarına toplarlar, yoksa yani bunu tarih gördü. Bu türden, yani başka bir fantezi dünyası içinde yaşayan insanların sonunun iyi olmadığını tarih gösterdi” dedi.

“İsrail, büyük bir stratejik hezimete doğru gidiyor”

İsrail’in savaş öncesine nazaran daha güçlü mü zayıf mı olduğu yönünde bir soruya cevap veren Fidan, “Yani hangi açıdan baktığınıza bağlı. Yani İsrail biliyorsunuz hesabı kendi düşmanlarını ne kadar zayıflattığı üzerinden yapıyor. Şimdi Sayın Netanyahu açıkçası taktik hedeflere ulaşmakta başarılı bir lider. Hatta tehlike de burada. Ama bütün bu taktik başarıları topladığınız zaman büyük bir stratejik hezimete doğru gidiyor. Şimdi buradaki sırrı düşünmek lazım. Yani bu kadar taktik başarıyı üretip de bu kadar büyük bir stratejik mağlubiyete, lanetlenmeye maruz kalmak nasıl mümkün oluyor? Demek ki stratejiyi baştan yanlış kuruyorsunuz. Stratejiyi baştan doğru kurgulamak lazım. Şimdi tarih zaten bu türden adamlarla dolu. Taktik başarılarını kutsayıp, önemseyip bunların toplamda ürettiği büyük stratejik kaybı göremeyen liderler var” dedi.

Fidan, “Kendinizi rahatta hissetmediğiniz hiçbir başarı, stratejik başarı değil. O zaman strateji tanımınız yanlış. Yani kendinize tarihte bir isim yapma ile kendi halkınıza stratejik bir kazanım kazandırmayı eşit görmeyin her zaman için” şeklinde konuştu.

“Trump’ın oynayabileceği tarihi bir rol var”

Gazze’ye yönelik şok edici çıkışlarıyla dikkat çeken ABD Başkanı Donald Trump’ın görüşlerinin değişme ihtimaline ilişkin bir soru alan Fidan, “Şimdi Trump’ın tabii yani ortaya koyduğu tavır belli noktalarda, özellikle Gazze’yle ilgili söylemiştik, ilk başta konuşmuştuk kabul edilemez bir tavır ama o da bir tartışma başlatmak için açıkçası konuştuğunu söyledi. Yani varsa dahi bir teklif, ona şu anda Arap kardeşlerimiz çalışıyorlar ama Filistin meselesinin geneline ilişkin aslında Sayın Trump’ın bence oynayabileceği tarihi bir rol var. O da yani tıpkı Ukrayna meselesinde olduğu gibi savaşı nasıl durdurdu? Burada da bütün dünyanın kabul ettiği iki devletli çözüm konusunda İsrail’i ve Sayın Netanyahu’yu ancak bastırabilecek insan Sayın Başkan Trump, yani Başkan Trump’ın bu noktada atacağı adımların kıymetli olduğunu düşünüyorum. Burada, bunu tercih ederse hem İsrail’in güvenliği konusunda daha akıllıca adım atılmış olur, hem Arapların istikrarı ve Filistinlilerin devlete kavuşması konusunda ciddi adımlar atılmış olur. Hem bölgede normalleşme olur, Amerika’nın üzerinden de yükü alır. İsrail’in sürekli bu kadar yayılmacı ve düşman ürettiği bir bölgede kendisini tehdit altında hissediyorum dedikçe Amerika oraya sürekli kaynak ayırmak zorunda. Bu kaynağı ne kadar ayırabilir, ne kadar süreyle ayırabilir bilmiyorum. Bakın Amerika 50 sene, 60 sene Avrupa’ya kaynak ayırdı ve bir gün dedi ki artık ben bu kaynağı ayırmıyorum dedi. Avrupa birdenbire kendisini açıkta gördü. Aynısını 10 sene sonra, 15 sene sonra İsrail için söylemeyeceği ne malum? İsraillilerin bölge halklarıyla kendi barışını kendi yapması lazım. Amerika’ya getirip beni bununla barıştır, bundan ödün al, onun kulağını bük, buna bir şey yaptır demeyle bu iş olmuyor. Kendi özgün çözümünü kendisinin yapacağı, kendi kabiliyetiyle yapacağı bir normal denkleme girmesi lazım. Yani başkasının desteğiyle, Amerika’yı arkaya alarak, onun zihnine de oturarak bir noktaya kadar yaparsınız. Ama bu sürdürülebilirliği ve garantisi olan bir politika değil. Amerika yarın öbür gün fikir değiştirse ne yapacaksınız?” dedi.

“Amerika’nın PKK’yı destekleme yönündeki mecburiyetten çıkması gerekiyor”

Türkiye’nin ABD Başkanı Trump’tan taleplerine ilişkin bir soru üzerine Fidan, “Trump’la bizim birinci dönemden, biliyorsunuz, başlayan bir ilişkimiz var. Sayın Cumhurbaşkanımızın iyi bir ilişkisi var liderler düzeyinde. Burada o dönem ortaya koyduğumuz bir ilişki anlayışı vardı. Bunlarda Türkiye’nin Amerika ile olan ilişkilerinin esas ekseninde her zaman için güvenlik olmuştu. Cumhurbaşkanımız dedi ki, güvenlik önemli bir ayak ama artık modern zamanlarda yaşıyoruz, ekonomi de en az güvenlik kadar önemli. Dolayısıyla iki ülke arasındaki ticareti 100 milyar dolara çıkartalım. Bu önemli bir değişiklik oldu. Şimdi ikinci dönemde de biz ekonomik ilişkilerimizin en az güvenlik ilişkileri kadar önemli olduğu bir noktaya gelmek istiyoruz. Çünkü yani mesela şöyle bir şey var. Türk Hava Kuvvetleri’ne aldığımız uçakların miktarları. Yani kendi cebimizden ödeyip aldığımız çok fazla para var. Amerikalılarla ilişkilerimiz ticari ilişkilerimiz, potansiyelimiz yoğun. Birçok alanda ihracatta bulunuyoruz. Onlardan teknoloji alıyoruz. Bence bunu daha yapısal, daha ileri götürmemiz lazım. Bu bir. İkincisi, özellikle enerji alanında işbirliğini artırmamız lazım Amerika’yla. Bunun içerisinde nükleer enerji teknolojileri de dahil olmak üzere. Üçüncüsü Amerika’yla, özellikle Suriye’de DEAŞ’la mücadele konusunda bir ilişki parametresini yeniden gözden geçirip, Türkiye için tehdit oluşturan PKK’yı destekleme yönündeki mecburiyetten Amerika’nın çıkması gerekiyor. Bu bizim için fevkalade önemli bir milli güvenlik meselesi. Çünkü orada Amerika için taktik bir durum, DEAŞ’lıları hapiste tutma işi ama onu yaparken kullandığı PKK’lıyı destekleme meselesi bizim için bir milli güvenlik konusu ve Amerika ile aramızda da gerçekten toksik bir madde bu. Bunun çıkması gerekiyor. Ondan sonra Türkiye gibi çok güçlü bir ülkenin bölgesindeki güçlü bir ülkenin Amerika’yla beraber bu bölgede çok olumlu katkılar verebileceğini düşünüyorum ben” dedi.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu üç handikap

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu üç handikapın ne olduğu önündeki soruya Fidan, “Şu anda bizim, yani eğer sorun alanından tanımlayacak olursak, birinci sorunumuz, birebir ilişkiler açısından bölgede PKK meselesi. Biliyorsunuz PKK Türkiye’ye düşman olarak kuruldu ama şu anda Türkiye’de etkisi yok. Ama Suriye’nin üçte birini işgal ediyor. Irak’ta belli toprakları işgal ediyor. Şimdi Irak ve Suriye’deki PKK varlığının yok edilmesi sadece bizim için değil, bu ülkeler için daha büyük bir önemli ihtiyaç haline geldi. Bu birinci mesele. Diğer konu, özellikle bölgemizde Karadeniz’deki savaşın durması fevkalade önemli. Bu, sürekli büyük riskler var. Yani Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş hem ekonomiyi, hem lojistik hatları, hem ticareti, hem enerji akışını, her şeyi etkilemiş durumda. Yani bu savaşın durup bir an önce bölgemizin kuzeyde de ağır ağır normale dönmesi lazım. Üçüncüsü, özellikle bölgemizin biraz ötesinde ama Filistin’de olan konuların bölgeyi, bölge ticaretini, bölge barışını, Türkiye’ye de çok ciddi etki edecek şekilde etkilediğini görüyoruz. Yani buradaki çatışmanın da son bulması lazım. Gazze’de barışın devam etmesi lazım. Filistin topraklarının ilhak edilmemesi lazım. Suriye ve Lübnan’daki işgaller gibi şeylerin olmaması lazım. Bunlar oldukça bölge ülkeleri kendilerini rahat hissetmeyecekler. Bu rahatsızlık dolayısıyla ekonomiyi, siyaseti, güvenliği de etkileyecek. Bunlar bize tabii sürekli bir tehdit alanı olarak geri dönüyor” dedi.