Norm Haber

EYT’liler ‘güvencesiz’ sınıfın temsilcisi oldu!

Siyaset Bilimci Alphan Telek, pandemiyle giderek yükselen sosyal eşitsizliği, güvencesiz bir ortamda yoksullaşan ve yoksunlaşan işçi kesimini, gençlerin beklentilerini ve siyasete yaklaşımlarını değerlendirdi. Telek, EYT'lilerin, güvencesiz olarak adlandırılan bir kesimin temsilcisi olduğunu dile getirdi.

Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuşan Telek, EYT’lilerin güvencesiz anlamına gelen ‘prekarya’ haline geldiğini anlattı. Telek’in açıklamaları şu şekilde:

– “Orta sınıf çöküyor… Orta sınıf çökerse toplum çöker!” tespitine katılıyor musunuz?

Zannediyorum bunu söyleyenler, toplumu taşıyan kolonun orta sınıf ve mensupları olduğunu düşünüyor ama orta sınıf bir türlü açıklanamadı diye düşünüyorum. Çeşitli isimler verildi son 200 yılda orta sınıf, küçük burjuvazi, çelişkili sınıf konumları dendi ve günümüzde prekarya olarak belki de kendisini gösteriyor. Çok canlı bir kesim var burada. Ama mesele şu ki bugün prekaryalaşma dediğimiz güvencesizleşme öylesine etkili ki toplumu taşıyan kolonlar güvencesizlerin sırtında yükseliyor artık. Her yerdeler. Bazen bir banka çalışanı olarak onları görüyoruz bazen bir kurye, bazense ev işçisi olarak. Onların çökmesi toplumun çökmesi anlamına gelir mi, ben şöyle derdim: Onların işi bırakması gündelik hayatın ve sistemin durması anlamına gelir. Bugün pandemide dahi evde kalamayanlar dediğimiz gruplar yani mesela kuryeler, kasiyerler ve market çalışanları görevlerine devam etmeseydi neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da Amazon işçilerinin işi bıraktığını düşünün; küresel dağıtım mekanizmaları yara alırdı değil mi? Dün imalat sektöründe fabrikadaki işçi sınıfının böyle bir gücü vardı, bugün dağıtım mekanizmalarının her yerinde olan prekaryanın.

– Güvencesizler diyorsunuz ya da prekarya… Yeni bir sınıf… Orta sınıftan ya da işçi sınıfından daha mı farklı?

En temel cevap zaman, mekân ve hislerin kendisinde. Her ikisi bu üç düzlemde de çok farklı. Bu da farklı deneyimler, farklı stratejiler, farklı duygular yaşamalarına sebep oluyor. Kısaca değinmek gerekirse, proletaryanın kendi zaman anlayışı vardı. Düzenli, istikrarlı bu yaşam biçimi proletaryanın hayatının esas noktalarından biriydi. Askeri nizamı andırırcasına bir düzenlilik söz konusuydu. Bugün ben prekarya zamandayız diyorum. Bölük pörçük, istikrarsız, dağınık bir zaman anlayışı altında çalışıyoruz. Tabii burada eklenmesi gereken bir diğer unsur hız. Bugün hız teknolojik dönüşümle prekaryanın hayatının esas noktası, bu parçalı zaman anlayışının kökeninde bu hız var. Şunu eklemek isterim; 1970’lerin teknolojik imkânlarında düzenlilik esastır, maksat işçiden alınan verimi olabildiğince yükseltmek, bugünse parçalı zaman (hani esnek diyorlar ya) ile prekaryadan maksimum verimi almak istiyorlar. Bugünün teknolojisi buna izin veriyor, bir proletere gece 12’de patronu ya da müşterisi ulaşamazdı, şimdi böyle değil. İkincisi mekân. Aynı unsur geçerli. Mekânsal düzenlilik yok. Fabrikalar ya da üniversiteler bütün ilişkilerin kurulduğu tek ve yegâne yerler değil. Bugün mekânlar da parçalandı. Birçok farklı mekânda farklı zamanda prekarya hayatta kalmaya çalışıyor. Bu da onun bütün hislerini, deneyimlerini belirliyor. Bu onları sınıf yapar mı? Temel koşullarını sağlar. Gerisi dışarıdan dokunuşa bağlı.

– Prekaryanın temsilcileri kimler?

Türkiye açısından bakacak olduğumda zor bela geçinen milyonlarca çalışan, özellikle asgari ücretliler, yalnız olduğunu düşünen ve ülkeyi terk etmek isteyen gençler, güvencesizliği hem sosyal konumlarından hem de kimliklerinden dolayı yaşayan kadınlar, 65 yaş ve üstü çalışmak zorunda yaşlılar, EYT’liler, işsizler ama belki de özellikle genç işsizler, borçlu öğrenciler, ev işçileri, kuryeler. Daha birçok grup sayabiliriz. Farkındaysanız farklı yaş, meslek, kimlik gruplarını kesen bir durumdan bahsediyoruz. Bunun da bir adı var sosyal sınıf yani mevcut durumda prekarya.

– Esnaf isyanda. İşsizlik almış başını gidiyor. Asgari ücret eşittir açlıkken bunu yaşayan milyonlarca insan, yolsuzluk karşısında nasıl bir tavır takınır? Sesini mi yükseltir yoksa sizin kitabını yazdığınız prekaryanın korkuları mı devreye girer?

Uygun siyasi iklim olsa tabii ki sesini yükseltirdi ya da siyasetten bu insanlara sahici ve samimi bir şekilde el uzatan, birlikte başarabiliriz deyip onların taleplerini siyasete aktaran ve birlikte başarma hissi veren birileri ya da bir siyasi parti olsa. Ses çıkarmak için iki temel unsur gerekli: İfade özgürlüğü ve birlikte başarabiliriz duygusunu inşa eden bir siyaset. Bugün Türkiye’de ne yazık ki ikisi de hasarlı. Çabalar var, demokratik bir koalisyon inşa etmek, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş etrafında yapılan tartışmalar bunlar önemli ama yeterli değil. Güvencesizlerin acil ihtiyaçları var, bunu ancak bir sosyal refah devleti çözebilir. Bunların yokluğunda prekarya yalnızlaşır ve ne yazık ki tek başına kalan herkes gibi o da eninde sonunda boyun eğer. Bu siyasal bir depresyon yaratıyor. Onu korkularından, yalnızlığından, stresinden kurtaracak yegâne şey siyasetin kendisi, garip bir şekilde siyaset prekaryanın hem en kötü kâbusu, hem de en güzel rüyası durumunda.