CEMİL MERİÇ – 13 HAZİRAN 1987
Cemil Meriç’in üslubuna yansıyan yalnızlık daha çocukluk yıllarında başlamıştır. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan Hatay‟a göç eder. Bu çevrede uyanan ilk yalnızlık ve yabancılık hislerini şu cümlelerle ifade etmektedir:
“Antakya’dan sonra Reyhaniye. Çerkez Mahallesi’ndeki ev. Bahçe, dere, mektep. Babamı yine akşamları görebiliyorum. Ablam Antakya’da okuyor. Ben yalnızım. Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. şikayet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor… Ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var… Kendimden utanıyorum.”
Uzun süredir gözlerinden rahatsızlık çeken Cemil Meriç, 1954 yılında miyop olan gözlerini bir kaza sonucu kaybetmiştir. Gündüzünü kaybeden kuş misali, gözlerini kaybetmek Meriç için büyük bir üzüntü kaynağı, bir yıkılış olmuştur. İntihar etmeyi bile düşünmüştür.
Doktorun “Gözlerinizin açılması mümkün değil” sözleri üzerine, eşi Fevziye Hanım “Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git, yeter ki yaşa” der. Bunun üzerine Hatay’a gider, kaldığı otelin lokantasında Lamia Hanım’la tanışır, Jurnal’de yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gider.
Lamia Hanım o günden sonra Cemil Meriç’in hayatından çıkmaz. Eşi Fevziye hanım bu ilişkiyi bilir, başlangıçta zorlansa da, sonraları eşinin hayatı sevmesi, karamsarlıktan kurtulması, üretmesi için bu aşkı kabullenir. Jurnal 2’deki mektuplar bu aşkın belgeleridir adeta. Bu mektuplar bize, aşkın yüceliğini, vazgeçilmezliğini ve sıcaklığını yaşatır. Taparcasına sevmek, dürüstçe sevmek, yüreğiyle aşkı büyütmek, doğrusu, ancak bu kadar mümkün olabilir…
“Arzularımı susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz. Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum, ama yine de mütehassir (hasret çeken, özleyen)im, yine de… Lamiam benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim.
Dünya kapkaranlıktı, bir kâbusu yaşıyordum. Bir akşam sen belirdin ufkumda. Önce sesdin, ışıl ışıl bir ses. Sonra alev oldun. Şimdi şafağımsın, Lamiam.”
“Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek, biz, ölüm dudaklarımızda son şarkımızı yarıda bıraktığı gün aynı ürperti, aynı susuzluk, aynı hayranlık içinde can vereceğiz.”
“Sen benim vatanım, beşiğim, mezarım, kâinatım(sın).”
1984’te felç geçirdi, 1987 yılının Haziran’ında ise beyin kanaması geçirerek yaşama veda etti. Yıllar sonra yine yalnızlığıyla, “münzevi yalnızlığıyla” hatırlanacak ama giderek artan okurları sayesinde artık yalnız kalmayacaktı.