Norm Haber

İhracatı artırmanın tek yolu TL’nin değer kaybı mı?

Üretimde verimlilik artışı sağlayamama, en temel sorunlarımızdan biri. On yıllardır ihmal edilen de bir konu. Ülke ekonomisi bir atlı karınca gibi faiz, kur ve enflasyon üçgeninde dönüp duruyor.

Prof. Dr. Burak Arzova’nın yazsına göre, Türkiye ekonomisinde sürekli olarak tartıştığımız konu, “katma değerli üretim” yapamamak.

Yıllardan bu yana ihracatı hep TL’nin değerini düşürerek artırmaya çalışıyoruz. Geldiğimiz nokta ya gelişmiş ülkelerin taşeronu olmak ya da emek yoğun düşük teknoloji ürünlerinin üretiminde ve ihracatında yoğunlaşmak.

Yapısal reform olarak da adlandırabileceğimiz “ihracatta teknoloji yoğun üretim“e bir türlü geçiş yapıp ülke ekonomisini dönüştüremiyoruz.

Görünen o ki yapısal dönüşümü yapmaktan hala çok uzağız. Yüksek teknoloji üretimindeki Temmuz ayındaki aylık değişim  -%7,9. Yıllıkta durum felaket. Daralma %20,2. Orta yüksek teknoloji de aylık bazda %1,0 azalmış.

Dere tepe düz gidip orta yüksek ve yüksek teknoloji üretimi bir türlü ana üretim perspektifine sokamıyoruz.

Üretimde verimlilik artışı sağlayamama en temel sorunlarımızdan biri. On yıllardır ihmal edilen de bir konu. Ülke ekonomisi faiz, kur ve enflasyon üçgeninde dönüp duruyor. Sanki bir atlı karınca üzerinde dönüp duruyoruz ve karşımıza hep aynı şeyler çıkıyor.

Korumacılık önlemleri ile sanayimiz topyekün bir rekabetten uzak. Uluslararası rekabete uyum sağlayamayan sektörler hemen koruma önlemleri talep ediyor. Ya da hatırı sayılır kişi, aile ve kurumları korumak adına rekabeti toptan engelleyecek korumacılık önlemleri bu kişilerin lehine bir kararname ile gelebiliyor.

Getirilen korumacılık önlemlerinin yıllardır aynı verimsizlikle üretim yapanlar dışında kimseye sağladığı bir fayda da yok. Korumacılık adına getirilen kayırmacılık içeride rekabeti önlediği için fiyatlar da korunanların istediği şekilde tüketicilere yansıtılıyor. Hal böyle olunca da gelsin yüksek enflasyon.

En nihayetinde yüksek teknoloji üretime geçişte zorlanan, orta ve düşük teknoloji üretimle yüksek refah üretemeyen bir sanayi ile yıllardır yolumuza devam ediyoruz.

Yüksek enflasyon ve sürekli düşen alım gücü de içeride rekabetçiliği de etkiliyor.

Ancak biz “verimsiz üretimi” ya da başka deyişle “verimlilik artışını” hiç konuşmuyoruz. İhracatı artırmanın tek yolu olarak hep TL’nin devalüasyonu gündeme geliyor.

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Mario Draghi çok ses getiren bir rapor yayımladı.

Raporun başlığı “Avrupa Rekabetçiliğinin Geleceği“.

Mario Draghi kimdir diye soranlar için küçük bir hatırlatma yapalım:

Draghi –nam-ı diğer Süper Mario– 2011’den 2019’a kadar Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) başkanı olarak görev yapan İtalyan bir ekonomisttir. Draghi’nin atanması, Avro Bölgesi’ndeki istikrarın Avrupa kamu borç krizi tarafından zorlandığı kritik bir zamanda geldi. Şubat 2021’de teknokrat bir hükümetin başında İtalya Başbakanı oldu ve Ekim 2022’ye kadar da bu görevi sürdürdü.

Draghi, Roma Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, daha sonra Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan Franco Modigliani ve İsrail Merkez Bankası’nın gelecekteki başkanı Stanley Fischer’in öğrencisi olarak ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) ekonomi okudu. 1976’da MIT’den doktora derecesi aldı ve bu kurumdan doktora derecesi alan ilk İtalyan oldu. 1980’lerde Floransa Üniversitesi’nde ekonomi dersleri verdi ve Washington DC’deki Dünya Bankası’nda çalıştı.

Draghi, 1991’den 2001’e kadar İtalyan hazinesinin sorumluğunu üstlendi. İtalya’nın kamu borcunu, yıllık bütçe açıklarını azaltmada ve faiz oranları ile döviz kurlarını istikrara kavuşturmada önemli bir rol oynadı.

Draghi’nin İtalya kamu kurumlarında ekonomik alanda yaptığı reformlar, ona Nintendo video oyununun yılmaz kahramanından esinlenilerek “Süper Mario” lakabını kazandırdı.

2008’deki küresel mali krizin ardından geldiği Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı görevinde Avrupa Borç Krizini ve Yunanistan’ın borçlarının yeniden yapılandırılmasını yönetti.

26 Temmuz 2012’de Londra’daki küresel bir yatırım konferansında, Avro’nun Avrupa Borç Krizi nedeniyle zorda olduğu Avrupa Merkez Bankası’nın “Avro’yu kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaya” istekli olduğunu söylemesi Avro için bir dönüm noktası oldu. Sözlü yönlendirmenin ne derece önemli olduğu Draghi’nin “ne gerekiyorsa” söylemi ile hayata geçti ve hepimizin hafızalarına kazındı.

O nedenle Draghi’nin raporu öyle sıradan, okunup bir köşeye bırakılacak bir rapor değil. İçerisinden bizim de kendi payımıza çıkaracağımız çok önemli hususlar var.

Raporun içerisinden kendimce önemli gördüğüm bazı alanları size taşımaya çalışacağım.

Rapor öncelikle Avrupa’nın üstünlüklerine vurgu yapıyor. Rapora göre;

Fakat sayılan bu üstünlüklere rağmen Avrupa Birliği’ndeki (AB) büyüme, zayıflayan verimlilik artışı nedeniyle yavaşlıyor ve artık Avrupa’nın hedeflerini karşılama yeteneği sorgulanır duruma geldi.

AB’nin ekonomik büyümesi son yirmi yıldır ABD’dekinden sürekli olarak daha yavaş oldu ve Çin hızla yetişti. 2015 fiyatlarıyla GSYH düzeyindeki AB-ABD farkı, 2002’de yaklaşık %15’ten biraz fazla olan seviyeden 2023’te kademeli olarak %30’a genişledi ve satın alma gücü paritesine (PPP) göre %12’lik bir fark ortaya çıktı. ABD’de nüfus artışı daha hızlı olduğu için kişi başına düşen fark daha az açıldı, ancak yine de önemli bir fark.

Rapora göre bu gelişmelerin başlıca nedeni “verimlilik kaybı”.

Rapor; daha yavaş verimlilik artışının, Avrupa’da daha yavaş gelir artışı ve daha zayıf iç taleple ilişkilendirildiğini söylüyor ve kişi başına düşen gerçek harcanabilir gelirin, 2000’den bu yana ABD’de AB’dekinin neredeyse iki katı kadar arttığını belirtiyor.

Rapor; AB ile ABD arasındaki artan üretkenlik farkının temel itici gücünün dijital teknoloji olduğunu söylüyor. AB verimliliğinin 1990’ların ortalarında ABD’den farklılaşmasının temel nedenin, Avrupa’nın internetin öncülük ettiği ilk dijital devrimden yararlanamaması olduğunu belirtiyor; ve çok önemli bir tespitte bulunuyor: Avrupa, gelecekte büyümeyi yönlendirecek çığır açan dijital teknolojilerde geride kalıyor. Temel  AI (yapay zekâ) modellerinin yaklaşık %70’i 2017’den bu yana ABD’de geliştirilmiş.

Rapora göre; büyük ölçekli veri işleme ve depolama için geniş altyapı gerektiren kuruluşlara bulut bilişim ve veri yönetimi hizmetleri sağlayan şirketler büyük ölçüde ABD şirketleri. Bu alanda 3 büyük ABD şirketi küresel ve AB bulut pazarının %65’ten fazlasını oluştururken, Avrupalı en büyük bulut operatörü AB pazarının yalnızca %2’sini oluşturuyor.

Rapora göre Avrupa açısından olumsuz demografik koşullar karşısında sürdürülebilir büyüme oranlarını korumak için daha fazla verimlilik artışına ihtiyaç var.

Rapor; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa Birliği’nin hem artan verimlilik hem de büyüyen nüfus tarafından yönlendirilen güçlü bir ‘ekonomik telafi büyümesi’ yaşadığını; ancak büyümenin her iki itici gücünün de artık yavaşlamakta olduğuna işaret ediyor.

Rapor Avrupa Birliği’nin işgücü verimliliğinin, 1945’te ABD seviyesinin %22’sindeyken 1995’te %95’e yakınsadığını, ancak işgücündeki verimlilik artışının daha sonra ABD’dekinden daha fazla yavaşladığını ve ABD seviyesinin %80’inin altına düştüğünü söylüyor.

Fakat gelinen nokta tehlikeli zira 2040 yılına kadar AB’nin işgücünün her yıl yaklaşık 2 milyon kişi kadar küçülmesi, çalışan/emekli oranının ise yaklaşık 3:1’den 2:1’e düşmesi bekleniyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi hâlinde Avrupa’nın büyümesinin durması bekleniyor.

Rapora göre eğer Avrupa Birliği, 2015’ten bu yana ortalama %0,7’lik işgücü verimliliği büyüme oranını korursa, bu sadece AB GSYH’sini 2050’ye kadar sabit tutmaya yetecek.

Rapor diyor ki;

Tarihsel olarak yüksek Kamu Borcu/GSYH oranı, son on yıldır görülenden potansiyel olarak daha yüksek reel faiz oranları ve karbondan arındırma, dijitalleşme ve savunma için artan harcama ihtiyaçları ortamında durgun GSYH büyümesiyle, kamu borç seviyelerinin sürdürülemez hale gelmesiyle ve Avrupa’nın bu hedeflerden bir veya birkaçından vazgeçmesiyle sonuçlanabilir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Avrupa’da büyümeyi destekleyen üç dış koşul olan ticaret, enerji ve savunma gün geçtikçe zayıflıyor.

Açık ticaret, Avrupa’nın hammaddeden ileri teknolojilere kadar eksikliğini hissettiği mal ve hizmetleri serbestçe ithal edebilmesini ve uzmanlaştığı mamul malları, özellikle de Asya’nın büyüyen pazarlarına ihraç edebilmesine imkân sağladı. Ancak gelinen noktada korumacılık önlemleri dünya ticaret hızının düşmesine yol açtıkça Avrupa ekonomisi için tehdit de artıyor.

Rusya ile ilişkileri normal düzeyde seyreden Avrupa, 2021 yılında doğal gaz ithalatının yaklaşık %45’ini oluşturan bol miktarda boru hattı gazı tedarik ederek enerji talebini karşılayabildi. Ancak bu ucuz enerji kaynağı şimdi Avrupa için ortadan kalktı. AB büyük mali kaynaklarını enerji sübvansiyonlarına ve sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı için yeni altyapı inşasına yönlendirmek zorunda kaldı.

Son olarak ABD hegemonyası altındaki jeopolitik istikrar dönemi, AB’nin ekonomi politikasını güvenlik kaygılarından uzak tutmuş ve düşük savunma harcamalarından elde ettiği “barış getirisini” iç hedeflerini desteklemek için kullanmasına izin vermişti. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve hâlen devam eden savaş, ABD-Çin ilişkilerinin kötüleşmesi ve dünya ekonomisi için kritik öneme sahip birçok emtianın kaynağı olan Afrika’da artan istikrarsızlık, İsrail-Hamas savaşı vs. nedenlerle jeopolitik ortam bir anda tam tersine döndü.

Sonuç şu; değişen dünyada üretkenliği yeniden canlandırmak ve büyümeyi sürdürmek için AB’nin rekabet gücünü artırması gerekiyor.

Rapor, bize “Rekabet gücü gündeminin temel odak noktası, uzun vadeli büyümenin en önemli itici gücü olan ve zaman içinde yaşam standartlarının yükselmesine yol açan ‘verimlilik artışını yükseltmek’ olmalı” diyor.

Dünya nerede biz neredeyiz diye düşünmeden, bu raporda sıralanan hususların bize de bir yol gösterici olduğunu düşünüp, görüp, kabul edip ona göre hareket etmemiz lazım.