Mükemmeliyetçilik Da Vinci’yi de esir almıştı. Mükemmel olma takıntısıyla aramın iyi olmadığını zaten biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için ilgili yazı burada.
Mükemmeliyetçiliğin en belirgin dezavantajı, üretimi ve yaratmayı durdurmasıdır. İnsanların, ilerlemek için dünyaya vermeleri gereken şeyleri asla tamamlayamamalarına neden olur.
Örneğin Mona Lisa’nın 10 ila 14 yıl içinde üretildiği düşünülüyor. Bu noktada bile, Da Vinci’nin hala tam olarak resmi tamamlamış olduğunu düşünmüyor olması muhtemel.
Da Vinci’nin resminin kalitesi göz önüne alındığında, yalnızca en iyiyi üretme ihtiyacını anlıyorum. Ancak aslında, başladığı birçok işin büyük çoğunluğu yarım kaldı ve daha bize katabileceği kim bilir ne çok derin bilgi olacaktı..
Bu noktada mükemmeliyetçiliğinden ziyade, bir şeyi iyileştirme çabası ve kendini geliştirme aşkı bende hayranlık uyandırıyor.
Ona göre; yarattığı şey her zaman devam eden bir çalışmaydı çünkü yeni tekniklerde ustalaşmanın bitmediğini biliyordu. Her zaman yapılması gereken ince ayarlar ve uygulanacak yeni yöntemler vardı. Da Vinci, ölümüne kadar yeteneğini geliştirmek istiyordu.
Yani o ebedi bir öğrenciydi.
Yazımı bitirirken;
Bugün birçoğumuz ‘hamdım, piştim, oldum’ noktasındayız. Oysa bence hiçbir zaman ‘olmayacağız.’ Keşfedecek, öğrenecek, dönüşecek ne çok şey var, öyle değil mi?
Uyum sağlama dürtüsünün merak dürtüsünü kolayca bastırabildiği, insanların gittikçe sıradanlaştığı böylesi bir dönemde ‘razı olmayanlardan olabilmek ve sürüden ayrılabilmek’ git gide daha eşsiz bir beceri haline gelmiyor mu? Siz ne dersiniz?
‘‘Hayata doymak bilmez bir merakla yaklaş ve kesintisiz öğrenmek için sürekli arayış içinde ol.”
-Leonardo Da Vinci