Dr. Mikael Fauvelle ve ekibinin “Journal of Maritime Archaeology”de (Denizcilik Arkeolojisi Dergisi) yayınlanan son araştırmaları, Neolitik Çukurcuklu Çömlek Kültürü’nün (“Pitted Ware Culture” – PWC), ticaret, seyahat, balıkçılık ve avcılık faaliyetlerinde deri tekneler kullanmış olabileceğini öne sürüyor.
PWC, Erken ve Orta Neolitik dönemlerde doğudan göç eden bir Neolitik kültürdü. Yaklaşık MÖ 3.500-2.300 yılları arasında günümüz İskandinavya’sına yerleştiler. Bu avcı-toplayıcı kültür, adını, ürettikleri ve yüzeyi boyunca karakteristik olarak derin çukurcuklarla süsledikleri çanak çömlekler nedeniyle bu ismi aldı.
Çukurcuklu Çömlek Kültürü (PWC), Avrupa’daki deniz kaynakları konusunda uzmanlaşmış avcı-toplayıcı gruplar arasında benzersizdi. Diğer benzer gruplar tarım yaygınlaştıkça tarım ürünlerini kademeli olarak benimserken, PWC, Avrupa’da 500 yıldan uzun süredir tarım yapılmasına rağmen fok avcılığına ve balıkçılığa odaklanmaya devam etti.
(İlgili: İtalya Kıyılarında Obsidyen Taşıyan Neolitik Batık Keşfedildi)
PWC sadece fok ve balık avlamaya devam etmekle kalmadı, aynı zamanda Baltık Denizi ve Kattegat ve Skagerrak boğazları üzerinden uzun mesafeli yolculuklar da yaptı. Bu hareketlere dair kanıtlar, İsveç, Danimarka ve Finlandiya’dan elde edilen taş aletler, hayvanlar ve bazı kil örneklerinde görülebilir.
Bu uzak yerler arasında seyahat etmek için PWC’nin denize elverişli teknelere ihtiyacı olacaktı. Ancak, bu tür teknelere dair kanıtlar oldukça nadir.
Dünya genelinde birçok Neolitik kültür, genellikle içi oyulmuş ağaç gövdelerinden yapılan kano veya kütük tekneler kullandı. PWC yerleşimlerinde de bu tür bazı kanolar bulundu. Ancak, bu kanoların boyutu genellikle amaçlanan kullanımlarıyla bağlantılıydı. Sadece birkaç metre uzunluğunda olan bu küçük kanolar, genellikle iç göllerde ve bataklıklarda bulunuyordu. Boyutları nedeniyle, büyük olasılıkla alabora olacakları açık deniz yolculukları için uygun değillerdi.
Dr. Fauvelle ve ekibi, Çukurcuklu Çömlek Kültürü’nün (PWC) belirli görevler için farklı tipte tekneler kullanmış olabileceğini, oyma kanoların iç göllerde ve nehir ağızlarındaki faaliyetler için daha uygun olduğunu öne sürüyorlar. Dr. Fauvelle, makalede, kütük teknelere kıyasla deri teknelerin uzun mesafe ve açık deniz seyahatleri için daha uygun olacağını savunduklarını belirtiyor.
Ayrıca, Dr. Fauvelle bu yeni teknolojinin bu dönemde görülen yaygın baskınları ve ticareti açıklamaya yardımcı olabileceğine inanıyor: “Bu yeni teknoloji, örneğin Neolitik dönemde PWC’de halihazırda görülen deniz baskınları ve deniz ticaretindeki eğilimleri hızlandırmış olabilir”.
Ancak, deri teknelerin arkeolojik kayıtlarda hayatta kalma olasılığı daha da düşük. Bu nedenle, varlıklarına dair işaretler, potansiyel kemik iskeletler, kaya sanatı, fok yağı, aletler ve hayvan kalıntıları gibi çeşitli dolaylı kanıtların bir kombinasyonuna dayanıyor.
Hem Almanya’da hem de İsveç’te, derilerin dikilmiş olabileceği potansiyel tekne iskeletleri bulundu. Kuzey Almanya’da bulunan ilk örnek, Geç Mezolitik döneme tarihlenen yeniden düzenlenmiş ren geyiği boynuzlarıydı; diğer dört İsveç buluntusundan ikisi ise sırasıyla Neolitik veya Neolitik/Tunç Çağı’na tarihlenebilir.
Olası tekne iskeletlerine ait bu örnekler, deriden tekne yapma bilgisinin ve pratiğinin Kuzey Avrupa’da mevcut olduğunu ve muhtemelen Çukurcuklu Çömlek Kültürü (PWC) tarafından kullanılmış olabileceğini gösteriyor.
Benzer şekilde, Kuzey İskandinavya’daki kaya sanatı da deri teknelerin kullanımını ve varlığını gösterebilir. Kaya sanatı geleneğinin bazıları Çukurcuklu Çömlek Kültürü’nden (PWC) önceye dayanırken, diğerlerinin onunla eş zamanlı olarak yapıldığı ve bazı alanlarda PWC unsurlarının bile görüldüğü biliniyor.
Kaya sanatı panelleri, PWC halkının yaptığı bilinen balıkçılık, balina ve fok avcılığı faaliyetlerini, ayrıca İnuitler tarafından geleneksel olarak kullanılan Umiak deri teknelerine çarpıcı bir şekilde benzeyen tekneleri tasvir ediyor.
Bu teknelerin tasvirleri, boyut oranları hesaba katıldığında Umiak deri tekneleriyle benzer bir boyuta sahip olmakla kalmıyor; ilginç bir şekilde, teknelerin içinde duran bireyler de genellikle vücudun alt yarısı hâlâ görünüyormuş gibi çiziliyor. Bu, arkadan aydınlatılan “Umiak” deri teknelerinin yarı saydam hale gelmesine ve gözlemcilerin içerideki insanların ana hatlarını görmesine olanak tanımasına benziyor.
Bu ayrıntı, kaya sanatında tasvir edilen İskandinav Neolitik teknelerinin de deri tekneler olabileceğini gösterirken, teknelerin kısmen gizlemesi gerektiği içindeki insanların neden bütünüyle tasvir edildiğini de açıklıyor.
Ayrıca, hayvan başı şeklinde pruvalarla tasvir edilen bazı tekne çizimleri de bulunuyor. Bunlar, Umiak’larda bazen kullanılan çatallı zıpkın dayanaklarını anımsatıyor. Profilden bakıldığında, bu zıpkın dayanakları hayvan başları gibi görünür. Kaya sanatında tasvir edilen teknelerin de benzer şekilde zıpkın dayanakları veya olta kılavuzlarıyla donatılmış olması ve profilden bakıldığında ve çizildiğinde hayvan başı görünümü vermesi mümkün.
Son olarak, deri tekne kullanımı ve üretimine dair dolaylı kanıtlar PWC alanlarından gelebilir. Bu alanların hayvan kalıntıları, özellikle Atlantik morinası ve Trakonya olmak üzere balıklar ve foklar tarafından domine ediliyor. Genellikle küçük adalarda, yüzen buz kütlelerinde ve kıyı resiflerinde toplanan foklara ulaşmak için PWC avcılarının uygun tekneler kullanarak açık sularda gezinmesi gerekirdi.
Benzer şekilde, 150-200 metre derinlikte bulunan Atlantik morinasına ulaşmak için tekneler gerekirdi. Trakonyalar teknik olarak sığ sularda yakalanabilse de, bu zehirli balık üzerine basıldığında şiddetli ağrı, iltihaplanma, kusma ve doku hasarı gibi ciddi riskler oluşturur. Bu nedenle, bu türleri güvenli bir şekilde avlamak için teknelerin kullanılması şarttı.
Foklar yaygın olarak avlanmış ve kullanılmış olsa da, kemikleri nadiren alet yapımında kullanıldı. Bir besin kaynağı olarak hizmet etmenin ötesinde, potansiyel olarak derilerinin işlenerek giysi, çadır ve deri tekneler üretilebilmesi için bu kadar büyük sayılarda yakalanmış olmaları muhtemel. Bu fikir ayrıca bulunan alet türleri tarafından da destekleniyor.
Derilerin işlenmesinde kullanılan kazıyıcılar, PWC alanlarında en sık keşfedilen aletlerden biri. Ayrıca, giysi yapımında kullanılmayan, çadır ve deri teknelerde delme ve dikiş dikme işlerinde kullanılmaya uygun, büyük boy bızlar da ortaya çıkarıldı.
Deri teknelerin üretimi, PWC alanlarında bol miktarda bulunan ve deri teknelerin su geçirmez hale getirilmesinde temel bir bileşen olan büyük miktarda fok yağı da gerektirecekti. Deri teknelerin üretimi için çok sayıda post gerekmekle kalmayacak, aynı zamanda su geçirmezliğini sağlamak için birkaç günde bir yağın yeniden uygulanması gerekecekti. Bu nedenle, besin olarak tüketimine ek olarak deri teknelerin üretilmesi, PWC alanlarındaki çok sayıda fok kalıntısını ve fok yağını açıklayabilir.
Son olarak, Neolitik dönem boyunca yaygın olarak kullanılan fok yağının yerini Tunç Çağı’nda zift almaya başlamıştı. Birbirine dikili kalaslarla yapılan tekneleri su geçirmez hale getirmek için zift gerekiyordu; MÖ 2500 civarına tarihlenen bu teknoloji Mısır’da keşfedilmişti.
Dr. Fauvelle, İskandinavya’daki kalas tekne teknolojisinin büyük ihtimalle doğrudan Mısır’dan gelmediğini, bunun yerine bu teknolojinin daha önceki örneklerinin bulunduğu Britanya Adaları’ndan getirildiğini öne sürüyor.
Ayrıca, bu yeni tekne yapım yönteminin benimsenmesinin Tunç Çağı’nda gerçekleşen diğer birçok teknolojik ve sosyal ilerlemeyle aynı zamana denk geldiğini belirtiyor.
Çukurcuklu Çömlek Kültürü’nün (PWC) daha eski zamanlarda birbirine dikili kalaslardan yapılmış tekneler kullanmış olması mümkün olsa da, tartışılan kanıtlar PWC topluluklarının deri tekneler ürettiğini ve kullandığını gösteriyor. Bu tekneler, bazı PWC alanlarında bulunan küçük boyutlu ve sınırlı sayıdaki oyma kanolarla mümkün olmayan fok avlama, balık tutma ve uzun mesafeli seyahatlere devam etmelerine olanak sağladı.