Sedat Yalçın Bursa’yı tanıyor da partisini tanıyor mu?

Sedat Yalçın Bursa’yı tanıyor da partisini tanıyor mu?

Türkiye tam gaz yerel seçimlere giderken, Bursa’daki aday sürprizi Yeniden Refah Partisi’nden geldi.

AK Parti’nin önceki dönemlerinde Bursa İl Başkanlığı görevini yapmış olan Sedat Yalçın’ın Yeniden Refah Partisi’nin adayı olması herkesi şaşırttı.

Yalçın’ın Almira Otel’de düzenlediği toplantıya katıldık. Öncelikle belirtelim; Yalçın, güler yüzlü, heyecanlı ve yıllarca galiba bu adaylığı beklemiş gibi içi kıpır kıpırdı.

Toplantı başlayınca gördük ki Yalçın, dersine iyi çalışmıştı.

Kentin deprem, barınma, çevre, turizm gibi problemlerini nasıl çözeceğini ya da nasıl geliştireceğine kah Londra’dan kah Viyana’dan kah Roma’dan örnekler verdi.

Turizmin gelişmesinin sosyal hayatla olacağını, 135 kilometrelik kıyı bandının yanısıra İznik, Gemlik ve Bursa’nın tarihi mekanlarını etkinliklerle nasıl sosyal hayata, turizme katacağını veya katılabileceğini anlattı. İznik’in önemini ve inanç turizmi ile nasıl uçacağını vurguladı.

Dedik ya dersine iyi çalışmış ve Bursa’yı çok iyi tanıdığı belliydi. Eksik olan; aday olduğu partiyi tanımıyor olmasıydı. Çünkü Yeniden Refah Partisi’nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerindeki sloganı bile ‘Ahlaklı belediyecilik.’

Peki bu ne demek?

‘Herkesin ve her yerin namus bekçiliği bizden sorulacak’ demek.

Sedat Yalçın’a soruyorum: Bursa’da sahil bantlarında kızlı erkekli oturup gitar çalan gençlere partiniz ‘ahlaksızlar’ olarak bakarsa ne olacak?

Bursa’da düzenlenen kızlı erkekli festivaller öncesi Yeniden Refah Partisi’nin arka bahçesi Milli Gençlik Vakfı sosyal medyadan o etkinliklerin iptali için Vali ve size çağrılar yaparsa dönüp de MGV’ye ‘Susun bakalım; Roma’da, Londra’da, Viyana’da böyle değil bu işler’ diyebilecek mi?

İznik’e inanç turizmi için gelen yabancı misafirler ayin sonrası İznik kıyısı kenarında kızlı erkekli alkollü partiler yaparsa, partilileri din elden gidiyor diye Sedat Yalçın’ın kapısına dizildiğinde Roma’yı örnek gösterebilecek mi?

Geçtiğimiz genel seçimlerde Sakarya’daki kadın adayın fotoğrafını seçim minibüsünün üzerine bile basmayan bu parti, yarın Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne işe alınacak kadın adayların kılık kıyafetine karışırsa il yönetimine ‘Burası bir Avrupa Belediyesi’ diyebilecek misiniz?

Dedik ya Sedat Yalçın Bursa’yı iyi tanıyor da biz de aday olduğu partiyi bilmiyor değiliz.

Bir adaylık, bir istifa, kartlar yeniden karılıyor

Bir adaylık, bir istifa, kartlar yeniden karılıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün düzenlenen törenle Bursa’nın tüm adaylarını açıkladı. Böylece yerel seçimler için start tam olarak verilmiş oldu, çünkü pek çok parti adaylarını açıklamak için AK Parti’nin elini görmeyi bekliyordu.

Oyunun artık en azından AK Parti açısından ‘el açık’ biçiminde oynandığını söylemek mümkün.

AK Parti teşkilatlarına ‘yarını beklemeden bugünden ev ev, sokak sokak çalışmalara başlayın’ talimatı verildi.

Konuya elbette Bursa açısından bakacağız.

Bursa’da AK Parti’nin adaylarını açıklamasının dışında adaylarını açıklamak için Yeniden Refah Partisi ile AK Parti arasındaki ittifak görüşmelerinin sonuçlarının ne olacağını bekleyenler de olduğunu ekleyelim hemen, çünkü yazının gidişatında bu ayrıntı çok önemli olacak.

Malumun ilanı gerçekleşti, ittifak söz konusu olursa adaylığının çekilmesi ihtimali konuşulan YRP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın’ın geçtiğimiz günlerde Ortak Akıl programında yaptığı iddialı çıkış yerini buldu.

Hatırlayalım ne demişti Sedat Yalçın; “Denklemi bir de tersten okumak mümkün. AK Parti İstanbul ve Ankara’yı çok istiyor, bizim bu şehirlerde kendisine destek vermemiz için AK Parti’nin de bize Bursa’yı bırakması ihtimali gündeme gelebilir. Yani AK Parti Alinur Aktaş’ın adaylığını geri çekebilir desteğimiz karşılığında!”

Aday adaylarının açıklandığı toplantıda Cumhurbaşkanının Alinur Aktaş’ın adaylığı konusunda kararlı olduğunu görmüştük zaten. Dolayısıyla ittifakın gerçekleşmesi halinde en iyi ihtimalle ittifaktan iki aday yarışacaktı Bursa’da.

İkinci ve daha kuvvetli ihtimal gerçekleşti, ittifakta ipler koptu. YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan; genel seçimlerde yediği siyasi kazığı bu kez yememekte kararlı olduğunu gösteriyordu. Pazarlıkların uzamasının ve sürekli tekrarlanmasının nedeni de buydu zaten.

Beş önemli gerekçe açıklandı. En önemli gerekçe, ‘milletimiz ve teşkilatlarımız ittifak içinde bulunmamızı istemiyor!’ gerekçesiydi bana göre. İttifakın bozulmasının ana nedeni ise AK Parti’nin makul teklifler sunmamış olmasıydı.

Genel seçimlerde Cumhur İttifakının içinde yer alıp 5 milletvekili ile Meclis’te temsil edilen, bu sonuçla Millet İttifakının içindeki kendilerinden çok daha az oy alan partilerin gerisinde kalan YRP, bu kez belediye meclis üyelikleri ile yetinmeyeceğini pazarlıkların en başından beri dile getiriyordu zaten.

Şimdi Yeniden Refah Partisi açısından kağıtları bir kez daha karma, kalan adayları ilan etmek için kolları sıvama vakti. Bu kolları sıvama ve bir kez daha artıyı eksiyi düşünme kısmına İYİ Parti’yi de eklemek lazım.

Sedat Yalçın’ın yaptığı açıklamalarda ısrarla ‘ilçe belediye başkan adaylıklarında da ciddi sürprizlerimiz olacak’ demesinin vardır elbet bir hikmeti…

Zira AK Parti’nin dün yaptığı adaylık açıklamasının ardından Kestel Belediye Başkan Adayı olarak ilan edilmeyen Önder Tanır bugün sabah saatlerinde istifasını açıkladı sosyal medyadan.

Affını istememek, istifa edebilmek son günlerde gerçek bir cesaret işi ve Tanır’ı harcayanın da bu cesareti olduğunu bilmeyen yok. Yine bir diğer taraftan her yanından kemirilen bir kurabiye gibi delik deşik olan Bursa’yı sadece cesaretin kurtaracağını da eklemek lazım cümlemize…

Tanır’ın aday gösterilmemesinin nedenini belirli çıkar odaklarının talepleri doğrultusunda hareket etmemesinin partinin üst kademelerinde rahatsızlık yaratması ve Tanır öznesini aradan çıkararak sorunu çözmeye çalışmaları olarak açıklayabilirim. Hatta iş ‘o varsa ben yokum’ noktasına kadar gelmiş…

Burada Önder Tanır’ın aradan çıkması ile çözüleceği umulan sorunun rant odakları için kazanç, Bursa için dev bir kayıp olacağının da altını çizmek lazım.

Gelişmeler affını istemek yerine istifa etmek şeklinde seyrederken, hemen ardından Tanır’ın başka bir siyasi partiden aday olacağı konusu geldi gündeme…

İşe siyaset penceresinden bakacak olursak, eğer yeniden adaylık gibi bir ihtimal varsa, iki parti var önümüzde ihtimal olarak, Yeniden Refah Partisi ve İYİ Parti…

Yakın gelecekte Önder Tanır’ın nasıl bir yol izleyeceğini hep birlikte göreceğiz, iktidarın İstanbul’a odaklanıp unuttuğu Bursa’da yerel seçimin nasıl kıyasıya rekabet ortamında yaşanacağını da göreceğiz…

Bursa’nın artık tüm adayları belirlenmiş biçimde seçim atmosferine girmesi hepimiz için en hayırlısı…

Çok sürprizli bir seçim olacak…

O yılanlar artık bin yaşamayacak!

O yılanlar artık bin yaşamayacak!

Bugün başka bir konuyu ele alacaktım ama malum, gündem Yeniden Refah Partisi ve tabii ki Genel Başkanı Fatih Erbakan.

Ben bu yazıyı kaleme almadan yaklaşık yarım saat önce seçimde nasıl bir konum alacakları Fatih Erbakan tarafından açıklandı.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı, ana hatlarıyla 14 Mayıs seçimlerinden sonra iktidarın ekonomik krize çare bulamadığını, Gazze konusunda samimi olmadığını, 31 Mart 2024 seçimlerinin bir yerel seçim olduğunu anlattı.

Daha sonra AK Parti ile yol yürümeyeceklerini açıklayarak, büyükşehirlerde kendi adaylarına oy isteyeceklerini açıkladı.

Konuşmadan benim anladığım kadarıyla AK Parti’nin ittifak karşılığında belediye olarak kesenin ağzını açmadığı da belli.

Şimdi ne mi olacak?

Buradan söylüyorum: Allah Fatih Erbakan ve ailesinin yardımcısı olsun, çünkü sosyal medya trolleri hemen saldırmaya başladı.

Babasının siyasi mirasını pazarlık masasında harcadığı gibi hafif ifadelerle saldırıyı başlattılar.

Bu saldırılar daha da çirkinleşecek. Ailesinden geçmişine kadar, hatta küfre kadar gidecek.

Hele kendini gazeteci sanan troller ağızlarından salyalar akıtarak Yeniden Refah Partisi Genel Başkanına, yöneticilerine demediklerini bırakmayacaklar.

Çünkü Fatih Erbakan ve partisinin seçime tek başına girmesini içlerine bir türlü sindiremeyecekler.

Nedeni ise belli… 5 yıl önce kendilerinin ballı zarflar almaları, reklam adı altında belediyelerden nemalanmalarının tekrar hayalini kuruyorlar.

Tarikat ve cemaatler de 5 yıl öncesinin rüyaları içindeler. Belediyelerin bütçelerinden pay, işe adam aldırmak, sosyal proje adı altında yurt binalarına çökmek… Bütün bunların geri geleceğinin hülyası ile yatıp kalkıyorlar.

Tüm bu rüya, hayal ve hülyaları zora sokan Yeniden Refah Partisi’nin tek başına seçime girmesi ve AK Parti oylarını az da olsa bölmesi.

Büyükşehirlerin tekrar kazanılmasını zora sokacağı için bakın neler yazıp çizecekler. Ne montaj görüntüler servis edecekler; haya, ahlak ve insanlık tanımadan vurdukça vuracaklar.

Yukarıda dediğim gibi Allah, Fatih Erbakan ve kurmaylarının yardımcısı olsun.

Diğer yandan Yeniden Refahçılar, kendi mahallelerinin bu yaratıklarını görüyorlardı ama onlara dokunmayan yılan bin yaşıyordu.

O yılanlar onları sokunca belki bir parça muhalefetin ne hissettiğini görürlerde, belki empati kurarlar.

Erdoğan Bursa’da; ‘Eser belediyeciliği yapıyoruz’ dedi

Erdoğan Bursa’da; ‘Eser belediyeciliği yapıyoruz’ dedi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylara telefon edip ‘hayırlı olsun’ demesinden önce sızdırılan aday listeleri nedeniyle iki gündür fokur fokur kaynayan AK Parti teşkilatlarındaki burukluk bugün düzenlenen aday tanıtım toplantısında da kendini hissettirdi.

Adaya itiraz edip istifa edenler, istifası kabul edilmeyip il başkanlığında bekletilenler, aykırı seslerle adayın ardında saf tutmayacağını dile getirenler derken, Erdoğan’ın gelişi ile şimdilik savaş baltaları saklanmış olsa da ortalık durulmuş değil anlayacağınız.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa programına yönelik haberleri zaten hepiniz okudunuz. Bu nedenle benim gözüm kulağım ayrıntıların üzerinde yoğunlaştı.

Öncelikle söylenmesi gereken gerçeklik, AK Parti’nin düzenlediği her etkinlikte coşkusunu biraz daha kaybettiğine yönelik genel kanı. TOFAŞ Spor Salonunda yaklaşık 3 bin 500 ila 4 bin kişilik kalabalık mevcuttu.

Bir ilk de konuşmacıların Erdoğan salona gelmeden konuşmaya başlaması ile yaşandı. AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Ziya Yılmaz ve AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan salona gelmeden konuşmasını yapan isimler oldu.

Yusuf Ziya Yılmaz’ın; “AK Parti olarak 1994 yılında bu ülkeye ‘hizmet belediyeciliği’ anlayışını getirdik. Bundan önce ‘ideolojik belediyecilik’ vardı. Siyasi partiler belediyelere kendi yandaşlarını alıyorlardı. Şu anda da ‘algı belediyeciliği’ yapıyorlar, mağdur edebiyatı yapıyorlar. ‘Bizi kısıtladıkları için hizmet edemiyoruz’ diyorlar. Siz isteseniz hizmet edersiniz de istemiyorsunuz” sözleri benim için çok dikkat çekiciydi.

AK Partili belediyelerin kadrolarının AK Parti teşkilatlarından isimlerle dolu olduğu gerçekliği bir yana koyularak ve CHP’li belediye başkanlarının görevi teslim aldıkları gün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmada; ‘Meclis bizim elimizde. Bunları topal ördek yapacağız!’ sözleri unutularak hazırlanan metindeki hatalar bir tek benim gözüme çarpmamıştır herhalde.

Efkan Ala’nın konuşmasında ise “Bizde görev yapan teşkilatlar ve görev yapılan makamlar değişir, görevler değişmez!” sözleri istifa girişiminde bulunan isimlerin yepyeni görevlerle gönüllerinin alındığına işaret ediyor gibiydi.

Ala’nın konuşmasının ardından meşhur kırmızı halının üzerindeki jelatin kaplama kaldırıldı, sonrasında da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın salona girişi anons edildi.

Erdoğan’dan önce konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş, bu kez tüm belediyeleri alacaklarının sözünü verdi.

Söz vermek kolay da o sözü tutmak o kadar kolay olmayacak bu seçimde. Zira sürekli gelgitlerle devam eden AK Parti – Yeniden Refah Partisi arasındaki ittifak görüşmelerinde ipler yine gerilmiş, kopma noktasına gelmiş, ben bu satırları yazarken YRP’nin İstanbul’da kimi aday göstereceğine ilişkin tahminler konuşuluyordu.

Bu küçük notun ardından toplantıya dönelim…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da konuşmasının en başlarında partisinden ayrılanlardan, yaşanan kopuştan haberdar olduğunu belirtmek ve verilen kararların arkasında durduğunu göstermek adına; “Bu davadan ayrılanlar oldu onları sizlerin takdirine ve tarihe havale ediyorum” dedi.

Konuşmada yer alan; “Biz de son 21 yıldır Bursa’yı hak ettiği eser ve hizmetlere kavuşturmak için gece gündüz çalıştık ve bu yolda yürüyoruz” sözünü yazan arkadaşın da Bursa’nın içinde bulunduğu durumdan ve yaşadığı sorunlardan hiç haberdar olmadığına kanaat getirmiş bulunuyorum.

Ovasından dağına kadar her güzel ve verimli alanı talan edilen Bursa’da sürekli artan sanayileşme talebi ile birlikte havanın da suyun da kirli olduğu gerçeğini göz önüne alırsak, halen trafik sorununa ilişkin gerçekçi çözümler üretilmediğine vurgu yaparsak, kentsel dönüşüm konusunda bu şehri 21 yıldır yönetenlerin çok geç kaldığının altını çizersek, haksız da sayılmam hani…

CHP’nin içinde yaşanan karmaşadan ve kendi arkadaşlarına muhalefetin hoyratça davranışlarından dem vurdu Cumhurbaşkanı. ‘Onlara böyle davranan şehirlere nasıl davranır kim bilir’ misali cümleler kurdu.

‘Hele bir şu seçimi de atlatalım, 2028 yılına kadar artık rahatız’ hissiyatını tüm katılımcılara geçiren bir konuşma havası sundu.

Eskiden olagelen, önemli gündemlerin Bursa’dan verilme adeti bir süredir ortadan kalkmıştı, bu ortadan kalkışın devam ettiğini gözlemledim acı acı… Herhangi bir ilde yapılandan farklı bir konuşma yapmadı Cumhurbaşkanı İstanbul’un sanayi ve ticaret merkezi yoğunluğunu kaydırmaya çalışırken ulaşım konusunda neredeyse hiç desteklemedikleri Bursa’dan bahsederken…

Tarih kenti, turizm kenti, tarım kenti, sanayi kenti, en önemlisi kuruluşun kenti Bursa…

Bu klişelerden acilen uzaklaşılıp Bursa’nın sorunlarla boğuşan özel bir il olduğunun altının çizildiği konuşmalarla karşımızda durmasını isterdim iktidar partisinin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın…

Aday listesinde zaten bir sürpriz yoktu. İlk sızdırılan liste ile açıklanan liste arasında Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ın adının yerine Kestel Belediye Başkan Yardımcısı Ferhat Erol geçmişti gördüğüm tek değişiklik olarak.

Önder Tanır’ın doğru bildiğinden şaşmayan ve özellikle sanayileşme, sanayinin yarattığı kirlik, kaçak yapılaşma ile mücadelesinde ısrarcı olan kişiliği nedeniyle yeni dönem için aday gösterilmediği kanaatindeyim.

Cumhurbaşkanına tezahürat yapabilmek için tüm materyaller hazırdı da bir tek gençlerle kadınlarda mecal kalmıştı. Onlar da ‘Bursa dersine çalışmış’ sözleri ile tebrikleri kabul etti…

Fakat iş ne bir liderin gönlünü hoş etmekte ne de klasik cümleler sarf ederek adayların ellerini yukarıya kaldırıp gitmekte. Ekonomik buhran halen devam ediyor, üstelik yoksulun üstündeki yük giderek daha da ağırlaşıyor. Yerel seçimler yaklaşırken AK Parti bu durumun daha çok farkına varıyor. Çünkü kalabalıklar azalıyor, coşku sessizlikle yer değiştiriyor, Cumhurbaşkanı daha kürsüdeyken salonlar boşalmaya başlıyor…

Erdoğan sivil toplum kuruluşları ile bir araya geldiği toplantıda; “Seçim dönemlerini halkımızla gönül köprülerimizi güçlendirme vasıtası haline dönüştürmeyi arzu ediyoruz. Sokağa, çarşıya, pazara tüm dikkatimizle kulak veriyoruz. Gençlerimizle daha sık bir araya geleceğiz. Hanım kardeşlerimizi daha sık dinleyeceğiz” sözlerini sarf ederek aynı endişeleri yaşadığını hissettirdi bana.

Yine aynı konuşmada söylenen; “Toplumumuzun belli kesimlerinde yayılan karamsarlık dalgasını demokrasimiz adına ürkütücü buluyoruz” sözleri ise bir önceki cümledeki kucaklaşma isteği ile taban tabana zıttı.

Hiç anlayamadım, kucaklaşıyor muyuz, uzaklaşıyor muyuz?

Garip bir seçim olacak çok belli…

Vicdan, cüzdan, siyaset ve adaylar

Vicdan, cüzdan, siyaset ve adaylar

Bir süredir yazdığım siyasi kulislerin kulislik hallerinden ziyade siyasetteki, toplumdaki ve dolayısıyla insandaki çürümeye dikkat çeken ibretlik hikayeler olmasını önemsiyorum.

Çünkü çürüyoruz, hem dünyada hem de içinde bulunduğumuz coğrafyada toplumun tüm katmanlarıyla, tüm kurumlarıyla birlikte çürüyoruz, üzerimizden çıkan kötü kokuyu etrafa arsızca yayarak…

Bendeki umutsuzluğun temel kaynağı da tam olarak bu.

Toplumun nasıl bu hale geldiği, getirildiği, üzerimizde birtakım toplumsal deneylerin yapılıp yapılmadığı sorularının yanıtlarını sosyoloji bilimine bırakarak, kendimce basitleştirilmiş tanımımı yapmayı tercih ediyorum;

‘Ekonomiye, siyasete, dolayısıyla güce hükmeden zümrelerin ve liderlerin en tepede olmaya yönelik kural tanımaz hırsları, ahlaki zaafları ile birlikte etik kavramını bir yana iten, düzeylerinin toplumun vasat altı düzeyine eş oluşunu övgü vesilesi kılan tutumları bizi bu hale getirmiştir!’

Yukarıdaki cümlenin her virgül arasını ayrı ayrı detaylandırmak isterim, ama işin bu kısmını sizin hayal gücünüze ve deneyimlerinize bırakmayı tercih ediyorum.

İşin daha da kötü tarafı, bu dejenere ruh hali sadece Türkiye’ye özgü değil, orman kanununun yürürlükte olduğu,  soykırımın suç olmaktan çıktığı, büyük devletlerin İsrail’i alkışlamak ve silah yardımı yapmak için yarışa girdikleri dünyada da işler tam olarak böyle yürüyor. Türkiye bu konuda bir mikro bölgeleme çalışması örneği gibi duruyor karşımızda.

Sonuç da karşımızda aynı çıplaklığı ile duruyor. İktidarıyla muhalefetiyle bugün siyaset sahnesinde boy gösteren partilerin büyük bölümü, kişilerin iktidar hırslarını tatmin edecekleri oyun alanları ve çıkar birlikleri haline gelmiş durumda.

Pek çok siyasi parti, iktidar partisi ile zaman zaman ortaklaşa işlere de girerek, ekonomik, siyasi çıkar ve kişisel ikbal imkanlarını yönettikleri bir merkezde aşağıya doğru yayılan yapılanma modeliyle işliyor. İhalecisinden tutun da mafyasına, tarikat ve cemaat yapılanmasından çeşitli köşelerde ahkam kesenlere, torpille bulduğu işe sıkı sıkıya tutunan memurundan devletin kurumlarını arpalığa çevirenlere kadar herkesi bu yapılanmanın içine dahil etmek mümkün.

Bir siyasi partiye üyelik size iş kapılarını da açabiliyor, sosyal yardımlarla aş kapılarını da…

Bahsettiğim yapıyı daha ziyade iktidar partisinde gözlemlesek de muhalefetin çizdiği tablonun rengi pek parlak değil.

Bir şekilde iktidar şebekesine bağlanıp oradan güç alarak nemalanmak üzere örgütlenenler de var, kişisel hırsların tatmin edilmeye çalışıldığı yapılar da.

Ana muhalefet partisi CHP’ye gelince, kendi içinde çıkar ve iktidar mücadelesi vermekten vatandaşın beklediği siyaseti yapmaya zaman bulamıyor. Yerel seçimlere doğru giderken aday seçim çalışmalarında ön plana çıkan dostumun dostu, düşmanımın düşmanı ilişkilerinin kötü yansımalarını görüyoruz bir haftadır.

Böyle bulanık bir siyasi ortamda kişi yıpratma, yalan, komplo, ikiyüzlülük, dün ak dediğine bugün kara demek, dün savunduklarının tam tersini savunmak, sahtecilik, üçkağıtçılık ayıp değil siyaset sayılıyor. Üstelik bunu aday olan da olmayan da birilerini aday yaptırmak isteyen de kendisine hak görüyor…

Bir süredir CHP üzerinde yürüyen bu politikanın bu kez Bursa özelinde AK Parti bünyesinde de görülüyor olması ise şaşırtıcı.

AK Parti’de işlerin bir düzen içinde yürütüldüğü ve uzun zamandır bu düzenin dışına çıkılmadığından partinin spekülasyonlara pek de maruz kalmadığı bilinen bir gerçek.

Efendim AK Parti’de adet şöyleydi; adaylar çok önceden belirlenmiş de olsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendilerini arayıp hayırlı olsun demeden hiçbir şey kesinleşmiş değildir. Dolayısıyla Erdoğan adayları takdim edeceği törenden bir gece önce adını açıklayacağı kişileri telefonla arar, ‘hayırlı olsun’ der, ertesi gün de hangi ilde adaylık açıklaması yapacaksa, bir gece önce aradığı isimlerin elini kaldırarak kendilerini aday ilan eder.

Bu kez Bursa’da öyle olmadı işte. Adaylık konusundaki beklentileri boşa çıkan partinin Bursa teşkilatında üst düzey yönetimdeki bazı isim ya da isimler, Cumhurbaşkanının önünde telefon etmesi için hazır olduğu iddia edilen bir listeyi basına sızdırdı.

Açıklanan isimlerin bir bölümü ilçe teşkilatlarını rahatsız ettiğinden, ilçe başkanları ve ilçe yönetimlerinden istifalar, belediye başkan aday adaylığından çekilenler, sosyal medyadan memnuniyetsizlik belirten açıklamalar birbiri peşi sıra gelmeye başladı. Yarın itibariyle Bursa’nın ilçe belediye başkan adaylarını açıklamak için Bursa’ya gelecek olan Erdoğan’ı bir kaos bekliyor desek yanlış söylemiş olmayız sanıyorum.

Benim bildiğim Recep Tayyip Erdoğan eğer danışmanları tarafından konuyla ilgili bilgilendirilirse ve doğru bilgilendirilirse, vatandaşa dokunmak, gönüller yapmak için çıktıkları yolda gönülleri nasıl yıktıklarının ve teşkilatları nasıl küstürdüklerinin hesabını bir almak ister Bursa’dan…

Bir toplum vicdanını yitirirse önce siyasetin ar damarı çatlar, ayıplar ortadan kalkar, kötülük yayılır, yayılması yadsınır, kin, nefret, haset herkesi zehirlemeye başlar.

Temiz kalabilmenin, iyi insan olmanın zorlaştığı, güvendiğimiz dağlara karların yağdığı, vicdanla cüzdan arasında gezerken aklı da yitirdiğimiz şu günlerde hep CHP’deki demokrasi anlayışından ve insanların konuşabilme rahatlığından kaynaklanan sancılı süreçlerden bahsedecek değiliz ya, biraz da bunları konuşalım değil mi ama…

NOT: Uzun zamandır görmeyi özlediğim sadelikte kendini ve dini inanışını anlattığı videolarla ölümü nedeniyle karşılaştığım, sadeliğin serin gölgesinde oturmasından rahatsız olanların hedef göstermesi neticesinde yaşamını yitiren, takipçilerinin Diyarbakırlı Ramazan Hoca olarak bildiği Ramazan Pişkin’in vefatı bir vicdanın daha ölümü gibi geldi bana. Sevenlerinin başı sağ olsun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Seçime kişisel çekişmeler mi yön verecek?

Seçime kişisel çekişmeler mi yön verecek?

Türkiye İstanbul’dan ibaretmiş gibi hareket edilen, tüm planları bunun üzerine yapılan bir seçim sürecinde daha sandığın önümüze konulmasına iki ay kala Bursa’nın en kritik noktalarında adaylar konusunda bir netlik yok!

Eğer İstanbul’u Bursa’ya süpürmeyi istiyorsanız ve sanayi hamleleriniz dahil olmak üzere pek çok planı bunun üzerine yapıyorsanız, içinde bulunduğumuz durum olduğundan daha da kıymetli bir hal alıyor.

Neyse ki, yakın süreçte yayılan kulisler AK Parti’nin pek çok ilçe belediye başkan adayını netleştirdiğini fısıldıyor kulağımıza. Yıldırım’da beklendiği gibi Oktay Yılmaz ile devam edileceği söyleniyor. Kestel’de tahmin ettiğim gibi Önder Tanır ile devam kararı konuşuluyor. Gürsu’da da Mustafa Işık ile bir dönem daha kararı verilmiş gibi görünüyor. İnegöl’de de Alper Taban ile devam kararı alındığına dair bilgiler geliyor kulislerden.

Genel olarak şunu gözlemlemek mümkün; gerek iktidar gerekse muhalefet cephesinde:

“Eğer vatandaşın şikayeti yoksa var olanla devam et, riske girme!”

Riske girilecek bir seçim değil çünkü önümüzdeki seçimler.

Aynı isimlerle devam kararı o kadar ön planda ki, AK Parti Osmangazi’de Mustafa Dündar için üçüncü dönem kuralını esnetti, ‘Dünya gördü sen de gör’ diyerek icraatlarından oluşan bir afişle çıkış yapan Dündar için dördüncü dönemi hayırlıyorlar şimdilerde.

AK Parti kaybettiklerini kazanmaya odaklanmışken, CHP cephesinde Özgür Özel de ilk sınavında başarı hedefliyor, doğal olarak da kazandıklarını elinde tutmak, üstüne yenilerini eklemek derdi.

Tam bu nedenle CHP’nin elinde bulunan Nilüfer, Mudanya ve Gemlik ilçelerinin belediye başkanları ile seçimde belirleyici rol oynayacağı düşünülen İnegöl adayı halen açıklanmadı.

Anket üstüne anket yapılırken, memnuniyetler bir yandan vatandaş düzeyinde bir yandan örgüt içinde ölçülüp değerlendirilmeye çalışılırken, genel merkez adaya karar vermek için çalışmalarını sürdüredursun, Bursa’nın içi hazan yaprakları gibi sağa sola savruluyor bu günlerde.

Daha önce yazdığım bir cümlenin kesinlikle halen arkasındayım, ‘Mustafa Bozbey muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya hiç olmadığı kadar yakın olabilir…’

Cümleyi ‘ama’ diye devam ettirmiştim, yine bir ‘ama’ koyup biraz daha açık konuşacağım bu kez.

Bu noktada Bozbey ve ekibinin belediye başkan adaylıklarına kimlerin yerleşeceği ve ilçe yönetimlerinin kimlerden oluşacağı gibi işlerin peşinde koşmak yerine vatandaşın nabzını tutmak, projelerini açıklamak, seçmene ulaşmak için enerjilerini harcamaları gerekiyor. Aksi durumlar örgüt ile CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanının, ilçe belediye başkan adayları ile örgütün ve Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilçe başkanlarının arasının açılması, dolayısıyla önümüzdeki süreçte birlikte ekip olarak çalışması gereken tüm birimlerin birbirlerinden uzaklaşması ile sonuçlanacak, hatta bu yolda sonuçlar şimdiden alınmaya başlandı.

Daha da iddialı konuşalım, söylenenlere bakılırsa ‘CHP iç karmaşasını çözmediği sürece önümüzdeki seçimlerde sandığa koyacak üye bulmakta zorlanacak!’

Bu tablo bana 2019 yılında kıl payı kaybedilen seçimleri anımsattığından olsa gerek, durumu çokça önemsiyorum…

Bir ‘değişim’ rüzgarı sayesinde kemikleşmiş kadrolarda revizyona giden CHP Genel Merkezinin, önümüzdeki yerel seçimlerde başarı yakalayarak, ‘değişim iyidir’ mesajı vermesinin yolunun da seçim süreci henüz başlamamışken deklare edilen, ‘adayların il ve ilçe yönetimlerine karışmaması’ kararının tam olarak uygulanmasından geçtiğini düşünüyorum.

Diğer taraftan, dışarıdan yapılan müdahaleler nedeniyle örgütün talebinin genel merkezde doğru alınamadığı düşüncesi hakim olduğundan, Ankara’yı toplu halde ziyaret eden muhtarlar, sivil toplum kuruluşları ve kadın dernekleri de olmuyor değil.

CHP’nin son grup toplantısında isimleri anons edilen 46 mahalle muhtarı ile birlikte sivil toplum kuruluşlarının üyeleri ve kadın derneklerinin üyelerinden oluşan yaklaşık 150 kişilik ekip Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’e desteklerini dile getirmek üzere Özgür Özel’i ziyaret etti.

Özel’in yarım saat gibi bir süre ayırarak görüşlerini dinlediği beş mahalle muhtarının ‘Nilüfer’de neler oluyor? Kimi başkan olarak görmek istersiniz?’ sorusuna yanıt verdiklerini tahmin etmek güç değil.

Şimdi şöyle genel bir toparlama yapacak olursak; CHP, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde elinin en güçlü olduğu dönemi yaşıyor. Sedat Yalçın ve Alinur Aktaş cephesi kendi içinde mücadele ederken, aradan sıyrılan pek ala Mustafa Bozbey olabilir. Bozbey’in bu noktada önündeki en önemli engel ise örgütlerle arasındaki ilişki bozukluğu olur. Çünkü sandıkların korunması tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de çok önemli. Örgütle aranız bozuk olursa, sizin için sandığı cansiperane savunacak bir ordudan mahrumsunuz demektir!

Bir ideoloji çerçevesinde idealler uğruna yıllar süren mücadeleleri omuz omuza verdiğiniz insanlarla kimi zaman kişisel yakınlıklar kimi zaman ise kişisel ters düşmeler yaşanması olağandır elbette. İşin bu kısmını insani boyutları gereği anlamamak mümkün değil, fakat olması gereken arzu edilen başarıyı yakalayabilmek adına işi kişiselleştirmekten çıkararak ortak paydada buluşmayı da bilmektir. Tüm bu paradigmaların bir araya gelişine siyaset diyorsak, zaman zaman bir potada erirken üstte kalmak adına yaptığımız hamleleri de siyasetin ayak oyunları olarak adlandırıyorsak, hatta tüm bu bahsettiklerim aslında anlattığım kadar sevimli ve iyi niyetli davranışlar olmuyorsa, oyunu kuralına göre oynamayı bilmek de lazım.

Bunun dışında tüm parametreler CHP’deki durumun iyi gidişini işaret ederken, kişisel çekişmeler bir kenara bırakılıp kazanımlar üzerinde yoğunlaşılmalı, aksi davranış biçimleri sandığın rakibe elden teslimi demek olacaktır!

 

 

 

 

 

 

 

 

Sedat Yalçın: “Bursa’yı bize bırakabilirler!”

Sedat Yalçın: “Bursa’yı bize bırakabilirler!”

Hazır herkes CHP’nin içinde olan bitene odaklanmışken, ben yerel seçimlere başka bir pencereden bakma şansına sahip oldum Ortak Akıl programında konuk ettiğim Yeniden Refah Partisi Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın sayesinde.

Programdan önce çaylarımızı içerken yaptığımız sohbette konuştuğumuz bir konuyu programa da taşımak istedim, çünkü aldığım yanıt çok ilginçti.

Yeniden Refah Partisi ile AK Parti arasındaki ittifak görüşmeleri henüz tamamlanmadığından, çoğunluğun aklında bir soru işareti olarak kalan; ‘Acaba YRP Bursa’da aday göstermekten son anda vazgeçer mi?’ meselesi vardı ya askıda duran, Sedat Yalçın’dan çok iddialı bir yanıt geldi bu soruya.

AK Parti İstanbul ve Ankara’yı çok istiyor. Eğer bizim Ankara ve İstanbul konusunda ittifak içinde onlara destek vermemizi bekliyorlarsa, belki de Alinur Aktaş’ın adaylığı geri çekilebilir!”

İşte bu bütün seçim aritmetiğini değiştirir…

Adaylığının açıklanmasından önce YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan ile çok net bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve açıklanan belediye başkan adaylıklarının geri çekilmesinin asla söz konusu olmadığını da üstüne basa basa belirtti Yalçın.

AK Parti ve YRP seçmeni arasındaki oy geçişkenliğinin çok yüksek oranda ve kolay olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla seçimde yapacakları ittifakla birbirine kazandırma şansı en yüksek iki parti AK Parti ve YRP.

Yalçın ayrıca demokrat kişiliği ile CHP kanadından da oy alabileceğini düşünüyor. “Çünkü CHP seçmeni önce vaatlere sonra da vaatlerin yerine getirilip getirilmediğine bakacak kadar bilinçli bir kitle, bu kitle kendi partisinin adayında eksiklik gördüğünde, söylemleri ile tutarlı hareket edeceğini düşündüğü kişiye oy vermekten çekinmeyecektir” diyor YRP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Yalçın.

İşin buraya kadar olan kısmı seçimlerin seçmen ve oy potansiyeline bağlı hesap kitap işleri ile ilgili. Benim için daha kritik olan kısım ise bundan sonrasında bana sunulan farklı bakış açısı ile başlıyor.

Aslında bir süredir üzerinde düşündüğüm ve iktidarı ile muhalefeti ile neden siyasetin giderek aynı zemine doğru kaydığına, partilerin ideolojilerinden, söylemlerinden, projelerinden daha çok neden koltuk savaşlarını konuştuğumuza ilişkin sorgulamalarım sonunda anlamlı bir zemine oturdu.

YRP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın’a göre bu soruların tek bir yanıtı var;

Siyasetin finansmanı!

Çok basit, ama bir o kadar karmaşık daha doğrusu basitliği ile olması gereken her şeyi değiştirdiği için işleri en karmaşık haline sokabilen sadelikte bir kavram karşımızda duran.

Bu konuyu milletvekili seçildikten sonra katıldığı birkaç toplantıda CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala da dile getirmişti, ama onun bahsettiği daha ziyade siyaset yapmaya soyunan kişilerin bu işe harcaması gereken bütçe ile ilgiliydi.

Genele baktığımızda ise bu ülkede belki de en çok para harcanan alanlardan biri siyaset. Dolayısıyla önemli bir finans kaynağına ihtiyaç var. Bu kaynağın devletin verdiği ödeneklerden tesis edildiğini düşünüyorsanız elbette büyük yanılgı içindesiniz. Bazı makam ve mevkilerde gözü olan, kendi bütçesi de buna uygun olan siyaset meraklılarının ayırdıkları kişisel finansların da yeterli gelmediği bilinen bir gerçeklik. O halde siyaseti finanse etmek için kullanılan en büyük bütçeye sahip kurumlar olarak geriye elimizde sadece belediyeler kalıyor!

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kara kaşının, kara görünün güzelliğinden bu derece istendiğini düşünmüyorsunuz herhalde! En büyük bütçeli belediye İstanbul olduğu için şu anda ülkede bir İstanbul’u alma savaşları yaşanıyor!

Aynı gerçekliği Bursa’ya uygularsak ve her partinin kendi hakim olduğu bölgeler açısından konuyu değerlendirirsek, CHP içinde neden Nilüfer’i alma savaşları yaşandığını, AK Parti içinde neden Büyükşehir ve Osmangazi’yi alma savaşları yaşandığını da anlamış oluruz.

Hani demem o ki, iktidarı da muhalefeti de birbirinden pek farklı değil bu noktada. Herkes bahsettiğim sınırlar çerçevesinde koltuk savaşlarına dahil.

Oysa Avrupa’da işler böyle yürümüyor. Elbette seçim süreçlerinde bir finansman gerekiyor, bu da daha ziyade adaylara sponsor olan işinsanlarından sağlanıyor. Seçim bittiğinde kampanya sonlandırılıyor, kampanya ofislerinde çalışanların büyük bölümünün işi de bitmiş oluyor. Genellikle kampanya ofislerinden oluşturulan küçük çekirdek bir kadro eğer destekledikleri aday bir makama seçildiyse kendisinin danışman kadrosu olarak onunla birlikte gidiyor ve herkes bir sonraki seçime kadar rahat ediyor.

Öyle devasa genel merkezler, başkanlar, başkanların üç beş yardımcısı, yardımcıların yardımcıları ve devasa danışman orduları olmuyor. Daha ziyade küçük, kompakt, bütçe olarak da başa çıkılabilir bir siyasetçi varlığı söz konusu.

Bizim ülkemizde bunu yapamamamızın en önemli nedeninin kurumlara olan güvensizlik olduğunu söylüyor Sedat Yalçın; “Kurumların belirli bir politika ile hareket etmesi, adalete olan inanç, devlete olan güven kavramları tam oluşmadığından, muhalefet partilerinin de sürekli bir siyasal denetim ihtiyacı var, bu nedenle siyaset gerçekten önemli bir finansal desteğe ihtiyaç duyarak yürüyor” sözleri işleri özetlemek açısından son derece anlamlı.

Bizde işler gerçekten de Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yürümüyor. Mesela TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki, Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edildiğine ilişkin karar TBMM Genel Kurulu’nda bugün itibariyle okundu. Anayasa Mahkemesi’nin iki kez bu konuda hak ihlali kararı vermiş olmasına rağmen Atalay’ın vekilliği düşürüldü. Böylelikle AYM’nin saygınlığı zedelendiği gibi verdiği kararların uygulanmamasının da yolu açıldı.

Sen şimdi gel de bu ülkede çeşit bin türlü denetim mekanizmasını çalıştırma gayretinde olma!

Haa, çalıştırıyorsun da ne oluyor?

O da ayrı bir konu…

CHP karıştı, daha da karışacak!

CHP karıştı, daha da karışacak!

Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlık koltuğuna daha yeni oturan, bir yandan Ekrem İmamoğlu ve ekibiyle uyumlu çalışma gayretini gösterirken, diğer yandan örgüt içindeki isyanlarla başa çıkmaya çalışan Genel Başkanı Özgür Özel, ilk sınavını vereceği yerel seçimlere girecek hayırlısıyla.

Konuya Bursa özelinden bakacak olursak şöyle bir tablo çıkıyor önümüze. Bir önceki dönemde yaptıkları ve yapamadıkları ayrı ayrı kefelere koyularak değerlendirilebilecek, dolayısıyla bolca eleştiri malzemesini rakiplerine veren AK Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş en yakın rakibi CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey ile kıyasıya bir rekabet halinde.

Anketler de bu rekabetin çok çetin olduğuna işaret ediyor. İYİ Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuktürkoğlu’nun CHP kanadından oy bölmesi beklentisi AK Partilileri sevindirirken, Yeniden Refah Partisi’nin Büyükşehir Adayı Sedat Yalçın’ın AK Parti saflarını zorlayacağı umudu da CHP’lileri mutlu ediyor.

Biraz tepeden bakıldığında şunu söylemek çok mümkün, Mustafa Bozbey muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya hiç olmadığı kadar yakın olabilir, ama önünde hesaba katılmamış ve aşılması zor başka bir engel var.

‘Hangi belediyeye kimin adamı yerleşecek? Kim aday olacak, kim olmayacak!’ kavgası…

İddialara göre bu kavgaların tam ortasındaki figür olan Mustafa Bozbey’in geçtiğimiz seçimleri kaybetme nedeni olarak parti içinde sıralanan sebeplerin başında ‘Bozbey’in ekibi ile örgütün uyumlu çalışamaması’ gösteriliyordu, hatırlatmakta fayda var!

Geçtiğimiz hafta içinden bu yana, adaylar açıklandıkça, örgütlerin içindeki karışıklıkları ve peş peşe gelen istifalara eklenen görevden almaları düşünürsek, çok yakında bir; ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ cümlesi ile daha seçimlerin sona erdiğini, örgütün sandıklara, yöneticiler ile adayların da örgüte sahip çıkmakta geç kaldığını anlayacak CHP, ama geç olacak, sonrası da güç olacak…

En başından verilen önseçim sözünün tutulmadığını, örgütün önüne sandık koyularak belediye başkan adaylarının belirlenmediğini, gerekçe olarak da yaşanacak seçim süreci sonrasında adayların seçim çalışması için vaktinin kalmayacağının gösterildiğini de hatırlatalım.

Çünkü en başında böyle bir yola gidilseydi, kimsenin söyleyecek sözü, çekiştirecek konusu kalmayacaktı, ama olmayınca olmuyor işte!

Bu açıklamalar örgütü tatmin etmediği gibi, uzun süredir örgüt içinde emek vermiş, verdiği emeklerin sonucunda üyelerinin desteğini de arkasına alarak belediye başkan adayı olmayı talep etmiş ilçe başkanlarının başvuruları tek tek reddedilince, dağılma başladı CHP’de.

Karacabey’de ilçe örgütünün adayı Murat Tanrıverdi’nin yerine Gönül Avil aday yapılınca Karacabey İlçe Yönetimi istifa etti. Cevat Asa’nın adaylığına tepki olarak, ilçe başkanı Hatice Doğan’ı aday olarak görmek isteyen Kestel ilçe yönetimi ile birlikte kadın ve gençlik kolları istifalarını koydu masaya. Yenişehir’de ise ilçe örgütünün adayı Tayfun Sırman yerine, geçen seçim AK Parti listesinden aday olan Sadi Aktaş aday gösterilince örgütte rahatsızlık başladı.

Sonunda da Mustafakemalpaşa İlçe Başkanı Tandoğan Kuru yerine geçmiş dönem Gençlik ve Spor Bakanlarından Şükrü Erdem’in aday gösterilmesi iplerin koptuğu yer oldu.

İlçe örgütünün Şükrü Erdem ile uyumlu çalışmayacağı gerekçesi ile olağanüstü toplanan İl Yönetim Kurulu tarafından görevden alınmasının akabinde yaşanan gelişmeler; ‘CHP nereye?’ diye sorduruyor bana da…

Hemen hemen tüm ilçelerde kendi istediği isimlerin belediye başkan adayı olarak gösterilmesi konusunda ciddi bir parti içi lobi faaliyeti yürüttüğü iddia edilen Mustafa Bozbey ile birlikte bu kez potada CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da var. Yeşiltaş’a itham edilen suçlama ise Bozbey’in isteklerini yerine getirmek!

Bahsi olunan toplantının ayrıntıları bir yana İl yönetim kurulu üyesi Ahmet Özdemir’in, Yeşiltaş’a karşı 1 Nisan sabahı olağanüstü kongre sürecini başlatacağını ilan etmesi önemli bir hadise.

İşin daha da kritik olan tarafı, önümüzde CHP’nin güçlü olduğu üç ilçe kaldı başkan adayları açıklanmayan. Bu başkanlık koltuklarında da herkesin kendince ayrı bir hesabı, ayrı tasarrufu, bu tasarrufu gerçekleştirmek için olağan üstü çabası var.

Demem o ki, koltuklara Bozbey’in işaret ettiği isimler otursa örgüt, işaret edilen isimler oturmazsa Bozbey cephesi tavır alacak.

Bir yanda örgütün iç işlerine karışan isimlerle ilgili ithamlar sürerken, dolayısıyla izaha muhtaç durumlar ortaya çıkarken, izahatı olmayan işlerin partiyi yıpratması devam ederken, diğer yanda bu durumun bir çığ gibi büyüyerek devam etmesi ihtimali de var anlayacağınız.

Oysa Cumhuriyet Halk Partisi 100 yaşında bir parti. Aday belirlemekle ilgili böyle amatörce çabalardan çoktan sıyrılmış olması, adaylık sürecini profesyonel standartlara bağlaması gerekirdi. Örgütün desteğini almamış adayın arkasında kimlerin çalışacağını da düşünmek gerekir. Örgütün desteğinin yetkin ve liyakatli kişilerden yana olmasını sağlamak da şarttır.

Eğer önümüzdeki seçimleri kazanmak gibi bir derdi varsa CHP Bursa Örgütünün tüm üyelerinin, (Buna il ve ilçe yöneticilerinden milletvekillerine kadar tüm makamları dahil ediyorum) hızla bu dağınıklığa son vermesi gerekiyor.

Kişisel hesaplar yüzünden paramparça olan bir CHP ve bu partiye gönül vermiş, olanca çabası ile çalışan tüm örgüt üyelerinin bunca demoralize oluşu kimseye fayda sağlamaz. Özellikle de partinin garanti gördüğü ilçeler dışında Büyükşehir için en fazla oyu alacak adayı seçme çabası içine girilen ve yazımın başında belirttiğim gibi muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya bunca yaklaşmışken Mustafa Bozbey’e yaramaz!

Ne ‘skimpflasyon’ günlere kaldık!

Ne ‘skimpflasyon’ günlere kaldık!

Allah ‘ekonomistim’ diye gezenlerden korusun, ‘gerçek ekonomistlerden’ de razı olsun. Evinin alışverişini çoğunlukla kendisi yapan ve yine alınan ürünleri kullanarak evde bazı işleri gören kişi ben olduğumdan, uzun zamandır ürünler ve fiyatları ile ilgili yaşadığım savaşın sadece enflasyonla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu hissediyordum da, ekonomist olmayınca buna isim veremiyordum.

Sonunda, eğitimini ekonomi üzerine görmüş, kariyerini de yine ağırlıklı olarak ekonomi üzerine şekillendirmiş, dolayısıyla ‘ben ekonomistim’ dediğinde üstüne tam oturan elbisesi ile konuşabilen bir isim olan Mahfi Eğilmez, yaşadığımız karma karışık ekonomik düzenin açıklamasını yaptı. Kafalar daha mı karıştı, yoksa herkes benim gibi bir aydınlanma mı yaşadı tam olarak bilemiyorum, ama size konuyu Eğilmez’in tanımlamalarından da alıntılar yaparak şöyle özetleyebileceğimi düşünüyorum…

Enflasyonu biliyoruz zaten, fiyatların sürekli olarak artması, dolayısıyla aynı miktar paranın satın alma gücünün sürekli olarak düşmesi demek.

Şimdi bu enflasyonun da az vicdanlı olanı var, buna ‘yürüyen enflasyon’ deniyor ki, burada fiyatlar sürekli olarak yüzde 3 ile 10 arasında artıyor.

Vicdansız olanı da mevcut tabii. ‘Dörtnala enflasyoniki ya da üç haneli oranlara çıkan enflasyonu tarifliyor.

Dinden imandan çıkmış enflasyon var. Kendisine daha kibar bir tabirle ‘hiperenflasyon’ deniyor. Enflasyon oranının yüzde 500’ü aşması bu kavramın içini dolduruyor.

Bu enflasyon türlerini kendini net olarak belli eden, kişilikli, duruşu ortada enflasyon tipleri olarak görebiliriz. En azından ne olduklarını gizlemiyorlar.

Bir de bunların kişilikten yoksun olanları var. Mahfi Eğilmez’in bloğunda yazdığına göre enflasyonun tetiklediği enflasyon türleri olarak tabir edilen bu türler bizim; ‘hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey olmuştur’ diyerek marketten ya da pazardan çıkmamıza neden olan türler işte.

İlk tanımı olduğu gibi alıyorum Mahfi Eğilmez’den;

Skimpflasyon: İngilizcede eksik anlamına gelen skimp sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğan skimpflasyon; ürünün içeriğinin değiştirilmesi, kalitesinin düşürülmesi sonucu ortaya çıkan daha düşük değerdeki bir malın aynı fiyatla satılması olgusudur. Bu yolla fiyat değişmemiş ve enflasyona etki etmemiş gibi görünür oysa gerçekte fiyat artmış olur.”

Hani marketten aldığınız tereyağını (tabii alabiliyorsanız) tavaya koyduğunuzda saldığı sudan patır patır patladığını görürsünüz ve garip bir şeyler olduğunu anlarsınız ya…

İşte öyle bir şey…

İkinci tanımı da olduğu gibi alıyorum;

Shrinkflasyon: İngilizcede küçülme, büzülme anlamına gelen shrink sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğan shrinkflasyon; ürünün fiyatı aynı kaldığı halde boyut, ağırlık ya da hacminde ortaya çıkan düşüşü ifade eden bir terimdir. Bu şekilde fiyat değişmez ve enflasyona etki etmez göründüğü halde gerçekte ortada bir enflasyonist değişim söz konusudur.”

Hemen örneklendireyim; bir paketin içinde 100 gramlık çekirdek yerine 80 gram olması, 150 gramlık reçelin 130 grama düşmesi, 100 tane peçetenin 80 taneye indirilmesi, tuvalet kağıtlarındaki ruloların metrelerinin azalması, 2 kiloluk çamaşır deterjanının 1.800 gram olması gibi uzayıp giden bir liste, bu çeşit enflasyona hayli zamandır maruz kaldığımızın da göstergesi…

Üçüncü tanımı da olduğu gibi aktarıyorum;

Greedflasyon: İngilizcede açgözlü anlamına gelen greed sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğmuş bir terim olan greedflasyon; yüksek enflasyonun yarattığı ortamdan yararlanarak mal ve hizmetlerin satış fiyatlarını enflasyonun da üzerinde artırma eylemini tanımlıyor.”

Bir kalıp sabun, bir kilo şeker, bir paket çay almak için market market gezmemizin en sağlam nedenidir kendisi. Çünkü aynı kahveyi bir markette 36 liraya alırken başka markette 28 liraya bulabiliyorum. Aradaki 8 lira açgözlü enflasyon oluyor…

Bundan öncesinde olduğu gibi bundan sonrasında da uzun uzun anlatmış Mahfi Eğilmez enflasyon meselesini, sonuç olarak da şöyle demiş;

Türkiye’de skimpflasyon, shrinkflasyon ve greedflasyon türlerinin hepsi mevcuttur. Hissedilen enflasyon, açıklanan enflasyonun iki katıdır

Başka söylenecek şey var mı bilemedim…

Makine mühendislerinde tek liste

Makine Mühendisleri Odası Bursa Şubesi seçime gidiyor. Çağdaş Mühendisler 10 yıldır sürdürdükleri ve birleştirici gücü olduğuna inandıkları demokrasi ateşini yakan ön seçim sandığını geçtiğimiz günlerde kurmuş, sandıktan çıkan isimlerle yönetim kurulunu oluşturmuştu.

Bugün düzenlenen toplantı ile hem yönetim kurulu üyelerini tanıtan hem de ülkenin ve mühendislik mesleğinin sorunlarına değişen Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel;

“Geçtiğimiz yıl meydana gelen depremin yaraları halen tam olarak sarılamamışken kentlerin rantını paylaşmak üzere sıraya giriliyor. Sanayi ve tarımda çözülme ve tasfiye süreci hızlandırılıyor, Ülke yönetiminin yanlışlarının faturası daimi olarak halka çıkartılıyor, çalışma yaşamında güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaştırılıyor. İşsizlik, yoksulluk ve hak kayıpları meşrulaştırılıyor ve her türlü farklı düşünce bastırılmaya çalışılıyor. Bu süreç, toplumun bir parçası olan biz mühendisleri de derinden etkilemekte; mesleğimiz değersizleştirilmeye çalışılmakta, mühendis işsizliği ve yoksulluğu giderek yaygınlaşmaktadır” diyerek özetledi iki yıllık döngüyü.

Malumunuz akademik odalar genel olarak ve yapıları gereği duruşlarını ‘Çağdaş Gurup’ lardan yana tavır alarak gösterirler. Çağdaş Gurupların karşısında yer alan diğer gurupların ise her ne kadar kendilerini böyle tariflememiş olsalar da daha ziyade hükümete yakın durduklarını söylemek mümkün sayılabilir.

Elbette tüm akademik mesleklerde olduğu gibi makine mühendislerinde de mesleki değersizleştirme ve yetişmiş beyinlerin göçü sorunları ayyuka çıkmış durumda.

Bu konularla ilgili yapılması gerekenler de her iki gurup açısından değişkenlik gösteriyor. Guruplardan biri eylemlilik yanlısı iken diğer gurup diyalog ve yakınlık yanlısı tavırlarla işlerin çözüleceğinden dem vurmakta her daim.

Makine mühendislerinde ikinci bir gurup şimdiye kadar kendisini göstermediğine göre Çağdaş Gurubun tek liste olarak seçimlere katılacağını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.

17 Şubat tarihinde genel kurul, 18 Şubat tarihinde ise seçimler var. MMO Bursa Şubesinin ihtişamına yakışır bir kapsayıcılık olsun diyelim…

 

 

 

Kenti anlatırken akılları koltukta olanlar

Kenti anlatırken akılları koltukta olanlar

Akademik odalar siyasete karışır mı karışmaz mı, hadi karıştı diyelim bu işin neresinde durur gibi tartışmalar almış başını giderken, üstelik zaten aile ilişkilerimizden attığımız adıma kadar her şeyi siyasetin belirlediği bir ülkede yaşarken, yerel seçimlere gidiyoruz.

Gidiyoruz da ne oluyor sanki…

Genel başkanların çalıştığı, yerel figürlerin oy topladığı vekillik seçimlerinin ardından buna bir de yerel seçimleri ekleyebiliriz pekala. Seçime 65 gün gibi bir süre kalmış, halen pek çok il ve ilçenin belediye başkan adayı belli değil pek çok siyasi partide.

Gelelim durumun Bursa penceresinden bakışına. Açıklandı, açıklanacak denilen CHP Belediye Başkan Adayları bu hafta da açıklanmıyormuş.

İddialar CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile Nilüfer Belediye Başkanı ve başkan adayı olarak gösterilmesi en muhtemel isimlerden biri olan Turgay Erdem arasındaki gerginlik nedeniyle adaylık açıklamasının geciktiği yönünde. ‘Turgay Erdem aday olursa ben yokum!’ resti önemli bir rest. Hatırlarsanız ‘Turgay Erdem varsa ben de varım’ resti de İYİ Parti kanadından gelmişti.

Araların neden bu kadar açık, tavırların neden bu kadar keskin olduğuna yönelik söylenecek çok şey var, fakat söylenecekleri tarafların kendilerinin dillendirmelerini tercih ederim. Bizim işimiz tabloyu gözler önüne sermek.

Tüm restlere karşılık CHP Genel Merkezi’nin tavrı halen Turgay Erdem’in adaylığından yana olunca, ancak bahsi olunan restler de göz ardı edilemeyecek ciddiyeti koruyunca, bir kez daha düşünmek gerekti gibi.

Muhalefette sular deli dalgalı da iktidarda durgun ve sütliman mı deniz? Hiç de değil…

Aynı ‘hangi koltuğu kim alacak, hangi makam ve imkanlar kimlere emanet edilecek’ kavgası, bu emanetlerden kimin yararlanacağına yönelik itiş kakış burada da sürüyor. Fakat iktidar cephesi çok daha rahat bu konuda, çünkü AK Parti seçmeni oyunu çoğunlukla adaya değil ‘Reis’e veriyor. Dolayısıyla AK Parti cephesinde ‘Genel Başkan çalıştı, adaylar seçildi’ kavramı daha bir hakimiyet kazanıyor.

Bütün bu kargaşanın gölgesinde, bugün şehri çok yakından ilgilendiren, 6 Şubat depremlerinin yıldönümüne 10 gün kalmışken mutlak yakından takip edilmesi gereken,  TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu tarafından ‘Direnen kent mi Bursa?’ ana teması ile düzenlenen 6. Kent Sempozyumuna katıldım.

Kenti yönetmek için birbirini yiyen isimlerin yönetimine talip oldukları kent ile ilgili söyleyecekleri birer çift lafları vardır elbet ve mutlaka akademisyenleri de dinlemek isterler bu konuda düşüncesiyle.

Şu anda görevi başında bulunan belediye başkanlarından hiçbirinin sempozyuma katılmadığını belirtmek isterim. İktidar ve muhalefet partisi ayrımı burada kalkmış, maşallah herkes koltuğunun ağırlığını korumak adına oturduğu yere sıkı sıkı tutunmuş görünüyor.

Neyi nasıl yöneteceklerini tam ve doğru olarak bildiklerinden, her daim doğru kararları alarak kentin refahı için çabaladıklarından olsa gerek sempozyuma katılacak vakit bulamadıklarını tahmin ediyorum.

Bir diğer bakış açısı ise ‘Hiç kimse rakibiyle yüzleşme riskine girmiyor’ bu bakış daha doğru gibi…

CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’i ve İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’nu konudan ayrı tutmak lazım, zira ikisi de sempozyuma dahil oldular, hatta salona da birlikte girdiler diyebilirim.

TMMOB Bursa İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek uzun zamandır en az yorum kattığı, en fazla elindeki kağıda bağlı kaldığı konuşmasını gerçekleştirdi. Ana fikir olarak konuşmasının şu kısmı son derece önemliydi;

“Ülkemizin genelinde olduğu gibi Bursa özelinde de popülist siyasi kararlara ve sermaye baskısına paralel olarak kentsel mekanlarda ve doğal çevrede pek çok tahribat oluşmuş ve neredeyse her bir tahribat kaotik hal alan kronik kent sorunlarına dönüşmüştür. Ulaşım, kentsel dönüşüm, sanayi, tarım, altyapı ve buna benzer alanlar kronikleşen sorunlardan sadece birkaçıdır.”

Siyasi kararlara ve sermaye baskısına karşı kenti korumak adına aday olanlar arasında yer alan CHP Osmangazi Belediye Başkan Adayı Erkan Aydın Osmangazi’nin kötü bir zemin üzerine kurulu, kötü planlanmış, daha doğrusu planlanmamış yapısından bahsetti.

CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk;

“Kıyılan bir kent Bursa. Bursa’ya kıydık. Bursa hem kullanma hem korunma kapasitesini doldurdu. Nüfusu durdurmamız gerekiyor. Herkesin kendi şehrinde yaşadığı bir ülke yaratmamız gerekiyor” dedi.

İYİ Parti Bursa Milletvekili ve Büyükşehir Belediye Başkan adayı Selçuk Türkoğlu;

“Sonuca baktığımızda Bursa direnememiş. Akademik odalarında direnci olmasa daha da kötü bir şehirle karşı karşıya kalacağız. Bursa plansız, programsız kendi başına yürüyen bir şehir. Deprem, küresel ısınma ve iklim değişikliği önümüzde. Dirençli kentleri mutlaka oluşturmalıyız!” dedi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Gülten Kapıcıoğlu;

Şehrin geldiği nokta hepimizin ortak problemi. Ortak akılla çözmek gerektiğinin farkındayız. Bursa’da TÜBİTAK ile ortaklaşa şehrimizin zemin haritasını çıkardık ve faaliyete geçtik. Pilot bölgeler belirleyerek kentsel dönüşümlerimizi tamamlıyoruz. 10 bine yakın konut projemizin ihalelerine başlamak üzereyiz. 100. yılımıza özel 100 bin konutu dönüştürme hedefimiz  de var. Günümüzde su krizi var. Biz Çınarcık Barajıyla 2060’a kadar su sorununu çözme yönünde planlar yaptık” dedi.

Son olarak CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Bozbey;

Bu kentte bir direnenler var, bir de direnenlere direnenler var. Bu kentin üst ölçekli planı yok! Hala 2020 planları ile yönetiliyoruz. Neyden bahsediyoruz? Büyük bir Bursa platformunun oluşmasını sağlamamız gerekiyor.

Ankara’da projeler yapılıyor burada hayata geçiyor. Ulaşıma etkisi var mı? Çevreye etkisi var mı? Değerlendirmeler yapıldı mı? Sonuçlar nelerdir? Bunların hiçbiri yok. Sonra nasıl rahatlama yaparız diye uğraş vermeye çalışıyoruz. Tüm bunlar Bursa’nın sahipsizliğinden kaynaklı.

Bu şehirde kentsel dönüşüm hiçbir yerde yapılmadı, sadece bina yenileme yapıldı. Bizim önerimiz 2050 vizyon planın hazırlanması yönünde. Alt ölçekli planlarla, kentsel dönüşümlerle, Büyükşehir Belediyesi’nin mutlak garantör olduğu anlayışla insanların dirençli yapılarda oturmasının sağlanması gerekir” dedi.

Bursa’nın sahipsizliğini de, plansızlığını da, sağından solundan büyük parçalar koparılarak yenilen bir ekmek gibi büyük bir yem olarak kullanılışını da defalarca yazdığımdan, bu konudaki yorumlarımı da bildiğinizi düşünerek daha fazla yorum katmak istemedim konuşulanların üzerine.

Söylenenler kente yönelikti, akıllar koltukları kimin alacağındaydı açıkçası…

Buraya kadar yazdıklarım sadece açılış konuşmalarından. İşin sempozyum kısmını ayrıca değerlendirmek farz oldu artık…

 

 

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Günlerdir ortalığın birbirine girdiği, önümüzdeki sürecin daha da hızlı geçeceğinin sinyallerinin verildiği zamanların ardından bugün Merkez Bankası’nın faiz artırma kararını ve bu kararın ekonomiye yansımalarını, bununla ilişkili olarak da Merkez Bankası Hafize Gaye Erkan’a bir tür operasyon çekilmesi girişimlerini yazmak yerine yine çocuklarımızı yazmayı tercih ediyorum.

Çünkü bir annenin kalbinin çocuklarının kalbi attıkça attığını, onların yüzleri güldükçe ancak annelerin de gülebildiğini, çocukları tok olduğu zaman annelerin karınlarının hep tok olduğunu biliyorum…

Bu kadar edebiyatın üstene pat diye söyleyeceğim bir gerçekle yüzleştireceğim hepinizi. Hatırlarsınız meşhur Epstein Adası konusu gündeme geldiğinde 1999 depremi sonrası bizler için kayıp olan çocukların meşhur adadaki varlığı da ortaya çıkmıştı.

Kısacası ailelerinin yıllarca kayıp olduğunu iddia ettiği, devletin ise ölü kabul ettiği çocukların ayak izleri sürülseydi Epstein Adasından çıkacaklardı belki de, ama bunu yapmamayı tercih ettik!

Bu önemli, çünkü yakın geçmişte yaşadığımız dünyanın en büyük felaketlerinden biri olarak kabul edilen 6 Şubat depremleri sonrası da pek çok aile, çocuklarının kayıp olduğu ve akıbetlerinin araştırılması için devlet makamlarına başvuruda bulundu.

Ne yazık ki, pek çoğu için sonuç alınamadı. Depremin yıl dönümüne kısa bir süre kala, yani bundan iki hafta sonra akıbeti bilinmeyen vatandaşlar, “öldü” kabul edilecek.

Yine hatırlarsınız kayıp çocuklar olduğu iddiası ile çalkanırken deprem bölgesi, Aile Bakanlığı, kayıp çocukların çetelerce kaçırıldığı iddialarını yalanlamış, hatta bazı çocuklar tarikat evlerinden çıkmış, bakanlık yetkilileri güvenli buldukları için çocukları bu evlere yerleştirdiklerine yönelik açıklamalar yapmışlardı.

En az 55 bin kişinin yaşamını yitirdiği, yaralı sayısının 107 bin 204 olarak açıklandığı Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinde İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre; 13.5 milyon kişi doğrudan etkilendi. Aradan geçen süreye rağmen halen haber alınamayan insanlar var. Gözü yaşlı aileler, akıbeti bilinmeyen yakınlarından umudu kesmiş değil. Ancak resmi prosedür gereği depremin yıl dönümünde arama çalışmaları bitecek ve ulaşılamayan kişiler “öldü” kabul edilecek.

Oysa insanlar, çocuklarının hayatta olması ile ilgili halen umutlar besliyor…

Tartışmaları Meclis gündemine taşıyan İYİ Parti, meselenin Genel Kurul’da görüşülmesi maksadıyla bir araştırma önergesi verdi. Önergede; “Depremde kaybolan vatandaşların tespit edilmesi, bakan tarafından açıklanan bilgilerin doğruluğunun incelenmesi, enkazdan çıkan cenazelerin tamamı için kimlik tespiti, DNA örneği alımı ve otopsi yapılıp yapılmadığının araştırılması, çocuk kaçırma iddialarının kapsamlı bir biçimde değerlendirilmesi” istendi.

Neden böyle bir araştırma istendiğini açıklamak için İYİ Parti Antalya milletvekili Aykut Kaya kürsüde konuştu ve çok doğru yerlere parmak bastı;

“Depremin doğası gereği elbette can kayıpları yaşanabilir. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki, devletimiz deprem sonrası yapılması gereken bütün konularda sınıfta kalmıştır. Yeterli arama kurtarmayı zamanında yapmamıştır. İnsanlar enkazın altında donarak, susuz kalarak hayatını yitirmiştir. Bir de buna kayıp çocuklar konusu eklendi. Öncelikle bu çocuklarımızın kaçırılıp kaçırılmadığını, insan ticaretine konu olup olmadığını devletimizin ciddi bir şekilde araştırması gerekir.”

Vekil Kaya haklı mı?

Kesinlikle haklı…

Deprem sürecinde bu ülkede yaşayan tüm vatandaşların birbirlerine yönelik hiçbir ayırım yapmadan salt dayanışma ile sorunlarını çözmeye çalıştığını hepimiz biliyoruz. Hal böyle olunca bir karmaşanın yaşanması da son derece normal. Üstelik kış, üstelik enkaz kaldırma çalışmaları daha yeni yeni bitiyor olayın üzerinden bir yıl geçmişken…

CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım’ın açıklamalarına göre; Hatay’da 122, Kahramanmaraş’ta 18, Adıyaman’da 3, Malatya ve Gaziantep’te 1 çocuk kayıp. “Eğer çocuklar veya bireyler kayıp değilse Rönesans’taki 2 yaşındaki Esila, 1 yaşındaki Mehmet Akif nerede? 3 yaşındaki Alya Dua Kılıç nerede? Neden bununla ilgili bir çalışma masası kurmuyoruz?” diye soruyor Yıldırım.

Sayılanlar sadece çocuk isimleri değil, her biri bir annenin, bir babanın evladı. Sıralananlar sadece rakamlar değil, her biri birer yaşam…

Sırf bu noktadan bakıldığında bile bir araştırma komisyonu kurulup meselenin irdelenmesi önemlidir diye düşünüyorum. Üstelik bu meselenin irdelenmesinin kimseye bir zararı da dokunmaz hani, alacak yok, verecek yok, rant yok, bölüşülecek kazanç yok…

Gelin görün ki, her zamanki cümle kuruldu, ‘yapılan oylamada, İYİ Parti’nin grup önerisi AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi!’

Neden yahu?

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Neden bu ailelerin içlerinin soğuması için bir adım atılmıyor?

Anlamak güç, benim aklım almıyor…

NOT: Geçtiğimiz günlerde Yeniden Refah Partisi’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak ilan edilmişti Sedat Yalçın. Politika ile yakından ilgilenenler bilir, Yalçın’ın kendisine gelen teklifi kabul etmek için öne sürdüğü en önemli şart, YRP ile AK Parti arasında bir ittifak yapılması halinde Bursa’dan belediye başkan adayı çıkarılmasından vazgeçilmesi ihtimalinin ortadan kaldırılması olmuştu. Yani şöyle diyordu Yalçın, ‘Benim adaylığımı açıkladıktan sonra, biz AK Parti ile anlaştık Bursa’dan aday çıkarmayacağız. Senin adaylığını geri çekiyoruz denilmesin bana!’

Bu talebinde de son derece haklıydı.

Göstergeler YRP ve AK Parti arasındaki görüşmelerin sonlandığını gösterirken, Yalçın’ın adaylık açıklamasının ardından görüşmelerin yeniden başladığına şahit olduk. Hatta AK Parti’nin YRP’den Bursa’yı istediğini de işitir olduk kulislerden…

Önümüzdeki günler sıcak, hem de çok sıcak gelişmelere gebe olacak. Dikkatle takibe devam edeceğiz elbette…

Dolmabahçe

Dolmabahçe

Yerel seçim heyecanı yavaş yavaş her yeri kaplamaya başladı.

Siyasi partilerin Bursa adayları da kolları sıvayarak seçmenin oyuna talip olmak için çalışmalarına tüm hızıyla başladılar.

İYİ Parti’nin Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nu Bursa Büyükşehir için aday göstermesi, AK Parti ve adayı, mevcut Büyükşehir Belediye Başkan Alinur Aktaş’ın hiç zorlanmadan seçimi alacağı şeklinde yorumlanıyordu.

İYİ Parti’nin bu hamlesi AK Parti saflarında bir rahatlamaya yol açtı. Çünkü geçen seçim Cumhuriyet Halk Partisi ile yerel seçim ittifakı yapan İYİ Parti’nin alacağı oyların Mustafa Bozbey’in hanesinden kaybolacağını hesap ediyorlardı.

Bursa’da seçim sonucu Alinur Aktaş’a doğru dönerken sürpriz bir gelişme oldu.

Yeniden Refah Partisi, eski AK Parti Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın’ı aday olarak açıkladı. Seçimin şimdiden kaybedileceğini düşünen bir kesim bu açıklamayla birazcık umutlandı. Çünkü Yeniden Refah partisinin alacağı her oyun AK Parti’den eksileceğini öngörüyorlar.

Bu düşünceye sahip olanlara buradan çağrımdır. Çok umutlanmayın, çünkü AK Parti İstanbul’u geri kazanmak için her şeyi yapacak. O yüzden de Yeniden Refah Partisi ve Fatih Erbakan’ı ittifaka katmak istiyor.

Fatih Erbakan çocukluğumun çizgi roman kahramanı ‘Mister No’ gibi hep hayır diyor. İktidara da muhalefete de muhalefet ediyor. Ama AK Parti’ye gelince son dakika çark ediveriyor. ‘CHP mi kazansın?’ diyerek iktidarın safında sıralanıyor.

Bugün böyle olmayacağını düşünenleri şimdiden uyarıyorum. Yeniden Refah’ın Bursa dahil diğer illerde aday çıkararak kopardığı fırtınaya aldanmayın. Çünkü bu olay sonu belli Türk filmi gibi. AK Parti anketlerde Yeniden Refah Partisi yüzünden İstanbul ve Bursa gibi büyükşehirlerin kaybedileceğini görürse Fatih Erbakan’ı Dolmabahçe’deki çalışma ofisine çağırırlar.

Orada kara kaplı defterler açılır. Fatih Erbakan birkaç saat sonra son derece ikna olmuş olarak çıkar. Bütün adayları çeker, AK Parti’ye yine bir destek atar. Bahanesi de hazır olduğundan, ‘CHP zihniyeti mi kazansın?’ der, klasik bir siyasal İslamcı gibi bu işin içinden sıyrılır çıkar.

Bu kadar şaşaa ve gürültü koptuğuyla kalır. Nereden mi biliyoruz?

O Dolmabahçe’de kimler kimler ikna olmadı.

Ne Genelkurmay Başkanı kaldı ikna olmadık ne çözüm süreci aktörleri.

Bazıları da ‘Türk milliyetçiliğinden taviz vermem Hüda-Par ile yan yana olmam’ dediler ama sonra cehennemin kapılarını içeriden kapattılar.

Sonra o zatlar çıkıp Türkiye’de bölünmeyi tartışanlarla el ele pozlar verdiler.

Buradan Yeniden Refah Partisi’ne güvenerek AK Parti’nin oy kaybını hesaplayanlara söylüyorum. Fatih Erbakan’ı Dolmabahçe’de görmeden dolduruşa gelip seçim tahminleri ve hesapları yapmayın.

O kupon çok fena yatar, benden söylemesi.

Akademik odalarda siyaset yapılır mı?

Akademik odalarda siyaset yapılır mı?

Akademik odaların seçim dönemindeyiz.

TMMOB bağlı odalardan Bursa’da temsilciliği olanlar atama yolu ile yönetilirken, şube statüsü olan odalarda seçim yapılıyor.

Birçoğunda iddiasız ya da tansiyonu düşük geçiyor seçimler.

Ancak kıran kırana yaşanan seçimler de var. Bunlardan en dikkat çekeni İnşaat Mühendisleri Odası’nda (İMO).

Üye sayısı en kalabalık odalardan olup, sürekli gündemde olan bu meslek grubu mensupları iki karşıt grup olarak kıyasıya bir seçim dönemi geçiriyor.

Ülkemizde sivil toplum örgütleri ya da odalar gibi yarı resmi meslek kuruluşlarının bilinen bir markası vardır: “Çağdaş.”

Sol sosyal demokrat dünya görüşünü benimsemiş kesim bunu açıkça ifade eder. Kendi meslek gruplarının başına koydukları, Çağdaş Mühendisler, Çağdaş Mimarlar, Çağdaş Avukatlar, Çağdaş Gazeteciler vb. vurgu ile seçimlere girerek “Çağdaş” sıfatını bir sivil toplum markası haline getirmişlerdir.

Özellikle akademik odalarda, sağ dünya görüşünü benimsemiş gruplar bu niteliklerini açıkça ifade etmezler.

“Biz siyasette herkese eşit mesafedeyiz”, “Biz mesleki sorunlarla ilgiliyiz”, “Siyaset bizim işimiz değil” savunmaları neredeyse her seçim döneminin baş argümanıdır.

Peki gerçekten öyle midir?

Akademik odalar siyasetsiz midir?

Bu sorulara TMMOB tarafından geçmişte yapılan ve siyasi diye nitelenebilecek bir açıklama ile göz atalım.

“Siyasi iktidar tarafından kamuoyuna ‘imar barışı’ olarak lanse edilen düzenleme, esasen;

Her bir kaçak yapının başvuru sahibinin beyanına göre tek başına ele alındığı, çevresel etki ve çevre sakinlerin güvenliği yok sayıldığı için;

Mevzuata ve yapılaşma kurallarına riayet eden vatandaşlar adeta cezalandırılırken, kanuna ve mevzuata aykırı faaliyet göstererek suç işleyenler ödüllendirildiği…

şeklinde  açıklamalar yapılmış, TMMOB siyasi iktidar tarafından ciddi olarak hedefe konmuş ve bu bakış açısı yer yer alay konusu yapılmıştı.

Çünkü bu uygulama siyasetçilerin seçim meydanlarında oy devşirmek için kullandığı bir uygulama idi.

Sonuç; ilk depremde resmi rakamlara göre 50 binden fazla can kaybı.

Teknik veriler yıkılan binaların bu uygulamaya dâhil edilmek üzere alınan ruhsatlı veya ruhsatsız inşa edilen yapılar olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Ancak TMMOB siyaset yapmakla suçlanarak kamuoyunu bilgilendirme ve kanun koyucu üzerindeki denetim etkisi yok edilmeye çalışılıyor.

Çıkarılan yasalarla akademik odaların hukuki girişimleri maddi gelirleri güdükleştirilmiş durumda.

Sonuç; yerel yönetimde çığır açtık diyen siyasetçilerin şirket gibi yönettiği kentler. Kısa dönemli kararların etkileri ile yaşam alanlarının depremler, seller karşısında güvensiz bir hale dönüşmesi.

Siyaset yapma sınırlarını, mesleğini bilimsel uygulama sahasına yaymadan ve ne pahasına olursa olsun savunmadan bir ilerleme sağlanması mümkün değil.

Sivil toplum kuruluşlarının tüm görüşleri  politiktir. Eninde sonunda ya kurulu düzene hizmet eder, ya da ona karşı çıkar.Bunu kabullenmeden kendi meslek örgütlerine aday olmanın ne geçmiş 28 yılda, ne gelecek 28 yılda mesleğe veya ülkeye bir faydası olmadığı çok açık değil mi?

 

 

 

 

 

 

 

Hatırlatayım; Türkiye laik bir ülke!

Hatırlatayım; Türkiye laik bir ülke!

Gün geçmiyor ki, çocuklarımızı ve gençlerimizi ‘değerler eğitimi’ adı altında projelerle oradan oraya sürüklemek için kolları sıvamayalım…

Hiç vakit kaybedilmiyor, tepkiler soğudukça yeni bir projeyle, yeni isimlerle, aynı niyetler ve aynı düşüncelerle çıkılıyor velilerin karşısına.

Bütçesi pek çok bakanlıktan daha fazla olan ve anlaşılan bu bütçe ile ne yapacağını bilemediğinden Milli Eğitim Bakanlığının işlerine de bir el atan Diyanet İşleri Başkanlığının yeni projesine göre ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf çocukları hafta sonu camiye götürülecek

Derslik sayısının yetersiz olması nedeniyle tam gün eğitimden ikili eğitime geçilerek, sabahçıların kör karanlıkta derse başladığı, öğlencilerin ise kör karanlıkta dersten çıktığı bir sistemi veliler ile öğrencilere dayatan Milli Eğitim Bakanlığı, derslik yaptırmak yerine çocuklarımızın kaybettikleri değerlerini onlara hatırlatmak amacıyla hafta sonları onları camiye götürmek gibi şahane geliştirici bir proje üretmiş…

Ne mutlu bize…

İsteyen hafta sonu da camiye götürür çocuğunu hafta içi de beş vakit namazını da kıldırır, orucunu da tutturur, hacca da götürür… Buna kimse karışamaz elbette. Dini inanışı neyi gerektiriyorsa yerine getirir, çocuğunun özlük haklarını hiçe saymadığı sürece veli olarak kendi düşüncelerini ona anlatmak hakkıdır da.

Buraya kadar her şey tamam, fakat iş bu davranışların okullarda bir zorunluluk haline gelmesi olduğunda mevzu tamamen değişiyor…

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş geçtiğimiz günlerde, ‘Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor Projesi’ni duyurarak ilkokul öğrencilerine yönelik bir değerler eğitimi programının daha başlatılacağını vurgularken bahsettiğim bu uygulamadan söz açıyordu.

Proje detayları şöyle; ‘ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerini kapsayacak. Bu öğrencilere Diyanet gençlik hizmet mekânları ve camilerde, manevi danışmanlar ve din görevlileri nezaretinde değerler eğitimi faaliyeti düzenlenecek’

Kim bu manevi danışmanlar ve din görevlileri? Çocuklara eğitim vermek konusundaki tahsilleri, eğitimleri, oryantasyonları, pedagojik formasyonları neler? Hiç belli değil!

Aktarıldığı kadarıyla, lise ve üniversite öğrencisi olan Diyanet Gençlik Gönüllüleri, ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerine rol model olacak, onlara rehberlik edecek. Kız öğrenci gruplarına kız, erkek öğrenci gruplarına erkek gönüllüler eşlik edecek.

Ben bu abicilik, ablacılık işini bir yerlerden hatırlıyorum ve siz de hatırlayın diye buraya not düşüyorum…

İş bununla da kalmıyor, yaz kuran kursları da henüz proje illerde uygulamasına başlanacak olan proje başarılı olursa konuya eklenecek ilk ilave olacak.

Pilot il olarak seçilen iller arasında elbette Bursa da var. Muhafazakar yapısı ile böylesi projelerden son derece hoşnut kalacağı düşünülen Bursalı velilerin durumdan ne kadar mutlu olduklarını tam olarak kestirmek zor, çünkü meseleyi tam olarak ne kadar idrak ettiklerini tahlil etmek güç açıkçası.

Şöyle de güzellemeler var, çocukların derslere olan ilgilerini artırmak, vizyonlarını geliştirmek, sosyal gelişimlerine katkı sağlamak, cami bahçesinde kamplar yaparak sohbetler etmek, filmler izleyip kitaplar okumak, sanatsal ve sportif faaliyetlerde bulunmak…

Şimdi dikkatinizi buraya yoğunlaştırın, zira okunacak kitaplar, izlenecek filmler öyle sanatın yakasından tutmuş eserler olmayacak orası net!

Belirlenen temalar da çocukların derslerinde daha aktif olmalarını, daha sosyal olmalarını, vizyonlarını geliştirmelerini amaçlamanın çok dışında.

“Dinimin direği namaz”, “Berat kandili”, “İncitmeden yardımlaşıyorum”, “Ramazan ve Oruç”, “Mahremiyet bilinci”, “Teknolojiyi faydayı kullanıyorum”, “Çanakkale Zaferi ve önemi”, “Kuranla buluşuyorum”, “Kadir gecesi”, “Merhametli davranıyorum”, “Ramazan Bayramı” “Sağlık ve Güvenlik”, “Peygamber ve çocuk”, “Trafik kurallarına uyuyorum”, “Peygamberimizin örnek davranışlarını öğreniyorum”, “Engeller engel değildir”, “Fetih ve fatih”, “Çocuk ve dua”, “Anne ve baba: Cennetin iki kapısı” ve “Ailem ve ben” başlıklı temaları olacak, bu tema kapsamında etkinlikler düzenlenecek…

Doğrusunu söylemek gerekirse benim çocuklar büyüdü. Çok şükür ki, böyle bir potaya girmiyor yaşları. Fakat bu ülkenin tüm çocukları bizimse ve biz milletin uzay aracına tonla para ödeyerek minibüs yolcusu gibi uzaya gitmeyi kutlamak yerine uzayda kendi üssümüzü kurmak istiyorsak, böyle olmaz!

Bu ülkenin Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu, laik bir ülke olduğunu, eğitiminde de laiklik ilkesinin uygulanması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

***

DİKKAT KULİS VAR!

Herkes önümüzdeki Cuma gününü işaret ediyor, zira İstanbul, Ankara, Bursa üçgeninde lobi çalışmaları yürüten ekipler bir bir şehre dönüyor. Cuma günü CHP’nin Bursa açısından kritik üç ilçesinin belediye başkan adaylarının açıklanması muhtemel.

Gelelim kulis bilgilerine…

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem halen en güçlü adaylardan biri. İYİ Parti’nin arzusu da bu yönde, çünkü Erdem’in aday olması halinde Nilüfer ilçesi için İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’i aday gösterecekler. Meral Akşener’in son Bursa ziyaretinde karşılıklı kahveler içildi, Akşener Şimşek’e; ‘Onlar Turgay Erdem’le sen de bizimle devam edersin’ dedi, diye geldi kulağıma. Bakalım hayırlısı.

Mudanya konusu biraz karışık. Her an bir sürpriz yapar diye beklediğim Hayri Türkyılmaz’ın şansının giderek düştüğü çok sık dillendiriliyor. Deniz Dalgıç güçlü bir aday profili olarak karşımızda duruyor şimdilik.

Gemlik’te ilk zamanlar değiştirilir mi diye düşündüğümüz Uğur Sertaslan ismi ile devam edilecek gibi görünüyor, Sertaslan’ın en yakın rakibi ise Zeynep Serintürk. Gönlüm bir kadın adaydan yana olur elbette, ama kulisler Sertaslan adını öne çıkarıyor.

Bakalım bu Cuma CHP’liler için hayır getirecek mi?

Kramer Kramer’e, AK Parti YRP’ye karşı

Kramer Kramer’e, AK Parti YRP’ye karşı

Pek çok eleştirmene göre sinemanın kült yapımlarından olan, Dustin Hoffman ve Meryl Streep’in başrollerini paylaştığı Kramer Kramer’e karşı isimli filmi izlemenizi Bursa’nın bugünkü siyasi tablosunu analiz etmeniz açısından şiddetle öneririm…

Yeniden Refah Partisi’nin sadece Bursa’da değil, tüm Türkiye’deki belediye başkanlık yarışlarına özellikle AK Parti oylarını bölecek derecede iddialı isimlerle girmesini, ama özellikle Bursa’daki yarışı, tam da bu film üzerinden değerlendirerek farklı bir bakış kazandırmak çabasındayım…

Filmin başlarında anne ve çocuğun ilişkilerinin iyi olduğunu, birbirlerine duygusal olarak bağlı olduklarını söylemek mümkün. Tıpkı Sedat Yalçın’ın vakti zamanında uzu yıllar politika yaptığı AK Parti’ye olan gönül bağı gibi düşünün bu durumu…

Sedat Yalçın, hatırı sayılır bir il başkanlığı süreci yaşadığı, 5 yıl il başkanı koltuğunda oturduğu AK Parti’de bazı beklentiler içindeydi elbette. Biz buna varoluşsal sancılar da diyebiliriz, siyasetin kendi gelişim sürecinde getirmesi gerekenlerin beklentisi de…

Oysa AK Parti Genel Merkezi, tıpkı filmin baba rolünün yaklaşımına benzer bir tavırla, bu beklentileri hiçe saymayı tercih etti. Hatta durumun giderek kötüleştiğinin ayrımına da varmadı. Gönül bağıyla değil işkolik bir yaklaşımla şekillendirdiler vekillik listelerini de belediye başkan adaylıklarını da. Oysa ‘kimler kimler oldu da Sedat Yalçın’a hak ettiği mevkiler verilmedi’ sözünün mimarı olacaklarının farkında bile değillerdi belki de.

Sonunda olan oldu…

Sedat Yalçın çok emek verdiği AK Parti’den istifa ederek ayrıldı, ayrılanlara yönelik sert eleştirilerini bir kenara iterek ayrıldı, belki de ayrılanları anlayarak ayrıldı…

Zaman sahalara dönme zamanıydı, nadas bitti, hasada sıra gelmişti anlaşılan…

Ankara’da YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığını ilan ettiği Sedat Yalçın, dün akşam saatlerinde düzenlenen bir toplantı ile de Bursa’da yeni partilileri ve basınla bir araya geldi.

Biz bunu Kramer Kramer’e karşı filmindeki ‘var oluş sürecimi tamamladım ve çocuğumu çok özledim’ diyerek evine geri dönüp velayet davası açan anne karakterine benzetebiliriz.

AK Parti’de bulunduğu süreçlerde yaptığı araştırmaların neticesinde elde ettiği sonuçlar doğrultusunda açıklamalarda bulunduğunu ve bu araştırma sonuçlarının halen büyük ölçüde geçerli olduğunu söyleyen Sedat Yalçın,

Nerede kalmıştık Bursa…” deyince bu iş anlaşıldı ki, bir rövanş, bir kaldığın yerden devam etme, bir hak ettiğini almak için yeniden ayağa kalkma durumu ile karşı karşıyayız…

Yeniden Refah Partisi, önce Recep Altepe alternatifi üzerinde dursa da, sonrasında hızla karar verilen Sedat Yalçın’ın iyi bir figür olduğunu ve AK Parti kitlesi dışında pek çok noktadan oy alabileceğini düşünüyor. Ama en çok AK Parti oylarının bölünme ihtimalini göz önüne almak lazım, orası kesin.

Çevre bilinci, enerji savaşları, su savaşları, ekonomik sıkıntılar, plansız göç, kontrolsüz büyüme Yalçın’ın konuşması boyunca üzerinde kabaca durduğu konulardı. Tüm bu konu başlıklarının tek tek yakası açılacak dosyalar olduğu ortada elbette.

Su tarifelerinin ilk kademesine yüzde 40 indirim vaadi de tüm meslektaşlarım gibi benim açımdan da önemli. Fakat ben çok daha önemli bir hususa dikkat çekildiğini hatırlatmak isterim…

Yalçın şöyle bir cümle kurdu;

Kamu adına bir yeri yönetmeye talipseniz, kamu mallarını bir kayba uğratmadan görev sonunda yine kamuya teslim etmeniz gerekir!”

Şimdilerde iktidarıyla muhalefetiyle tüm belediyelerin kendilerine verilen yetkileri kullanarak, kamu arazilerini peynir ekmek gibi sattığını göz önüne aldığınızda, bence son derece yerinde ve manidar bir cümleydi.

Bu seçimin AK Parti ile AK Parti’den uzaklaşanlar arasında, yani Kramer ile Kramer arasında geçeceğini vurgulamak farz oldu artık.

Sedat Yalçın’ın belediye başkanlığını alması ihtimalini pek de yüksek görmüyorum açıkçası, fakat Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Naim Öztürk’ün konuşmasındaki;

Düştüğümüz yerden kalkıyoruz. Ve bu parti yükselme trendine devam edecek. Bugün Bursa’dan bunu başlatacağız. Yeni bir anlayışa ihtiyaç var, yeni bir söz söylemeye ihtiyaç var, yeni bir yürüyüşe ihtiyaç var, yeni bir hizmete ihtiyaç var!” sözünü kıymetli buluyorum.

Siyaset uzun soluklu bir yarış. Bugünden itibaren 70 gün sonrasının değil, 7 yıl, 70 yıl sonrasının hesapları ile yürüyor işler.

Sedat Yalçın YRP için önemli, kuvvetli bir adım, bundan sonra yapılabilecekleri işaret eden bir adım olacak önümüzdeki yerel seçimlerde sergileyeceği performansla. Hatta şimdiden Bursa’da yarattığı hava ile İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde YRP’nin aday gösterip göstermeyeceğine yönelik pazarlıklarda etkin bir rol üstleniyor da diyebiliriz kendisi için.

AK Parti’nin küskünlerinden Yeniden Refah Partisine geçişleri de gözlemleyeceğimiz bir sürece Bursa’nın hazır olmasında fayda var. Toplantı salonunda büyük kalabalıklar yoktu, ancak akıllarda bir karışıklık, kalabalıklarda görünmek istemeyenlerde bir heyecan olduğu ortada. Notlarımız arasında bulunsun…

NOT: Bir siyasi anlayış ikiye bölünmüşken aradan rakibin sıyrılması kadar kuvvetle muhtemel bir durum daha yoktur herhalde dünya üzerinde. O halde CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey için en şanslı seçimlerinden birine giriyor diyebiliriz. Dolayısıyla CHP’nin kendi iç çekişmelerine bir ara son verir de seçim hazırlıklarına asılırsa pek çok noktada iddialı olabileceğini, iddialı olduğu yerler arasında Bursa Büyükşehir Belediyesinin de gösterilebileceğini hatırlatmakta yarar var.

Gitti 4 milyon metrekare orman!

Gitti 4 milyon metrekare orman!

Biz siyasetin ön yüzündeki kulisleri kovalarken, son yıllarda siyaset yapmanın ana nedenleri arasına giren ‘bazı şeyleri kendi lehine değiştirme müessesi’ de işine bakıyor elbette.

Bunlardan ilki Bursa için çok yazık diyebileceğimiz sonuçlar doğuracağından kesin emin olduğum, ancak şimdiden nelere neden olacağını tam da öngöremediğim bir gelişme. Bingöl, Elazığ, Eskişehir, Kastamonu, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Sinop, Zonguldak ve Tokat ile birlikte Bursa’da da 19 Ocak tarihindeki Resmi Gazete’de yayınlanan 8119 sayılı karar gereği bazı alanların orman sınırları dışına çıkarılması meselesidir.

Dile kolay, bir gecede, şak diye alınan bir karar ülke genelinde 6 milyon 74 bin 411 metrekare ormanlık alanın artık ormanlık alan olmadığına hükmedivermiş. Bu kararın Bursa’ya yansıması yaklaşık 4 milyon metrekare!

Bir yandan şu kadar ağaç ektik, bu kadar yeşil alan kazandırdık gibi söylemlerle doğaya aşık hükümet izlenimi çizen iktidar, diğer yandan bir gecede Bursa’dan 4 milyon metrekare ormanı alıveriyor!

Bu arada sürekli olarak beni sinir eden ‘Şu kadar metrekare yeşil alan kazandırdık!’ sözünün altını tam olarak doldurmak için tamamen çorak, üzerinde ot bitmeyen yerlerin yeşillendirilmesi gerektiğini de hatırlatmak isterim. Siz ‘kazandırdım’ diyerek ortaya çıkmazdan önce de zaten yeşil olan alanları yeşil alan ilan etmekten daha kolay bir icraat daha görmedi bu gözler…

Efendim gelelim bizim elden giden 4 milyon metrekarelik ormanlık alanımıza…

İnegöl’den başlayalım; Kozluca, Tokuş ve Yeniyörük kırsal mahallelerindeki, yani köylerindeki ormanlık alanların artık ormanlık olmadığına hükmedildiğinden, bir süredir olurdu olmazdı tartışmalarının yürütüldüğünü işittiğimiz ‘İnegöl OSB’yi büyütme planlarına hizmet mi amaçlanıyor?’ sorusu şimşek gibi çakıveriyor akıllarda.

Kestel Çataltepe bölgesindeki ormanlık alan da artık ormanlık olmadığından, zaten derdi başından aşmış, bir yandan yeni bir TEKNOSAB projesinin oluru olmazı ile uğraşan, diğer yandan Çataltepe Sanayi Bölgesinin akıbeti sorgulayan bu akıllar açısından konuyu anlamak daha da karmaşık bir hal alıyor. Bunun için, aslında önümüzde hali hazırda bir plan olması lazım, ama gelin görün ki, 2040 Çevre Düzeni Planı adı altında çalışılan plan, iddialara göre sürekli çakışan gizli ajandalar nedeniyle işler hale getirilemediğinden, tam aydınlanma mümkün değil. Yine de bazı tahminler yapabiliriz elbette.

Orman vasfından çıkarılan bölgenin daha önceden Kentsel Gelişim Bölgesi olarak tanımlanması bize bazı ipuçları sunuyor.

Bölge, konut alanı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. Kestel, gelişen ve gelişmeye açık bir lokasyonda, dolayısıyla yeni konut alanları icat etmek istenmesi şaşırtıcı olmaz. Burada yeni konut planlarının ormanlık alanlara yapılmasına Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ın karşı olduğunu vurgulayalım hemen.

Bölge, mevcut OSB’nin büyümesi için kullanılacak olabilir. Ben bu ihtimali es geçmeyi tercih ediyorum. Çünkü şimdilerde akıllarda yepyeni bir TEKNOSAB projesi var ve yeri belli. Burayla uğraşmak tercih nedeni olmaz kanaatimce.

Bölge, Bursa Teknik Üniversitesi’nin daha önce başvurusunu da yaptığı ‘yerleşke kurarak genişleme’ projesine hizmet etmek için ormanlık alan olmaktan çıkarılmış olabilir. Bu ihtimal bana daha mantıklı geliyor.

Gelelim Gürsu Dışkaya’daki devlet ormanının orman vasfından çıkarılmasına. Yepyeni bir TOKİ bölgesi açılıyor olduğunu şimdiden görebiliyorum. Mevcut TOKİ konutlarında yaşayanlar yerleşim bölgesinden uzaklıkları nedeniyle pek çok sorun yaşıyorken, burada olsa olsa bir uydu kent kurularak en azından vatandaşın sorunu çözülür ki, bu da ormanların katledilmesi gerçeğini değiştirmez.

Anlayacağınız birileri yine kolunun altına dosyaları alarak Ankara’nın yolunu tutmuş, plansız Bursa’da Ankara’dan gelen planlara mahkum olmuş durumda.

Gelişmeleri elbette takip edeceğiz…

Kaçak yapı artık zenginlerin işi!

Ankara’dan planlarla işini bitirmeye çalışanların yanında hızla kaçak yapı yaparak yerel seçim yatırımı yapan belediye başkanlarının durumu görmezden gelmesini fırsat bilip işini yürütmeye bakanlar da yok değil, hatta giderek sayıları artıyor her seçim döneminde olduğu gibi.

Bu seçim döneminde kaçak yapı yapanlarda tek bir fark var, artık başını sokmak için derme çatma bir ev yapmak ya da kira dahi ödeyemeyeceği için barakadan hallice bir iş alanı oluşturmak çabasında olanlardan ziyade koca koca depolar, imalathaneler yapan işinsanları var karşımızda.

İKK’nın ilgili oda başkanları, konuyla ilgili görüşmek üzere Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’dan randevu talebinde bulunmuş, randevu talebinin ardından da Vali Demirtaş’ın kaçak yapıya karşı kurum temsilcileri ile yaptığı toplantı görüşmede konuşulacakların anahtarı niteliğinde gibi duruyor. İKK’nın görüşmesi bugün itibariyle gerçekleşecek. Bursa’nın sorunları ile yakından ilgilenmek için kolları sıvadığını gözlemlediğim, suya sabuna dokunmayan valilerden olmayacağını tahmin ettiğim Demirtaş’ın konuya hassasiyetle yaklaşacağına, şehrimizin zaten talan olmuş ovasının ve dağının daha fazla tahribata uğramasına izin vermemek adına harekete geçeceğine inancım yüksek.

Umarım bu inancım boşa çıkmaz. Takip edeceğiz elbette…

Var mı dur diyecek baba yiğit?

Şimdiye kadar seçim sürecinin saman altından yürüyen sularından ve bu suların bize verdiği zararlardan konuştuk, ama iyi şeyler de olmuyor değil. Bir süredir yazıp durduğumuz ve bir tür doğa katliamı yöntemi olarak kullanılmaya çok müsait olduğunun, gerekli düzenlemeler getirilmezse suistimal edileceğinin altını çizdiğimiz tekerlekli ev, namı diğer tiny house meselesinden bahsediyorum.

Nihayet beklenen düzenleme geldi…

18 Ocak tarihli Resmi Gazete’ye yayınlanan karar ile her şeyden önce evlerin bulunacağı alanların kırsal ekolojik alan ya da kamping alanı olarak geçmesi gerekiyor imar planlarında. En az 5 en fazla 49 bağımsız tiny house olabiliyor bir arazi üzerinde. Her bir ev için 250 metrekarelik alan olması şartı da var. Her ünite birbirinden çitle ayrılacak ve her ünitenin kendine ait otoparkı da olacak. Girişte de bir resepsiyon alanının olması lazım.

Buradan bakıldığından şimdiye kadar oluşturulmuş, ancak bahsedilen özellikleri taşımayan tiny house kentlerin iptalinin söz konusu olması lazım. Bakalım buna gücü yetecek babayiğit çıkacak mı?

Çünkü projeler peynir ekmek gibi satılıyor benim bildiğim…

Bu kez yerel seçimlerde birkaç kişi değil şehir kazansın düşüncesi ile takipteyiz…

 

 

 

 

 

Hikaye şöyle diyor: ‘Türkler uzayda’

Hikaye şöyle diyor: ‘Türkler uzayda’

Alper Gezeravcı uzayda yapması gereken 13 deney üzerinde çalışırken, biz Türkiye’de halen tartışma içindeyiz bu konuyla ilgili.

Tartışmalar da mesnetsiz değil hani…

Bir kesim, uzay aracını Türkiye yollamış da içindeki astronotlar bizim ülkemize tonlarca para vererek yine bizim ülkemiz aracılığı ile uzaya çıkmış ve yaptıkları deneylerle bizim ülkemize büyük kazançlar sağlayacak sonuçlara ulaşmayı hedeflemiş kadar gururlu…

Ne kadar çok ‘bizim’ kelimesi geçti değil mi bu bölümde…

Çünkü ‘bizim’ değil…

Olmasını çok istediğimiz, ancak bir türlü gerçekleştiremediğimiz hedeflerden biri olan Türklerin uzaya çıkması hikayesi henüz gerçekleşmediğinden, ucundan kuyruğundan tuttuğumuz her durumla böylesine ölçüsüz gurur duymamızın nedeni bu sanıyorum…

Ortamda bize ait olan tek şey Alper Gezeravcı’nın kendisi. Tükiye’de dünyaya gelmiş, kariyerinin bir bölümünü gerçekleştirecek eğitimlerin bir bölümünü Türkiye’de almış, 2001’de İstanbul Hava Harp Okulu’nda Elektronik Mühendisliği dalında lisans eğitimini tamamladıktan sonra Dayton, Ohio’daki Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki Hava Kuvvetleri Teknoloji Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamlamış, dolayısıyla kendisine uzayın kapılarını açan ilk adımı da böylelikle atmış, 2012’de İzmir Askeri Casusluk FETÖ Kumpas davasıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilip 2020’de aklanarak göreve geri dönmüş bir isim kendisi.

Şöyle düşünün, ordudan atmışız biz bu pilotu!

Sonra kıymetini anlamış olmalıyız ki, daha önce Amerikalı bir emlakçı, Kanadalı bir iş insanı, iki Suudi astronotun oturduğu koltuklardan birinde oturması için Elon Musk’a iddialara göre 55 milyon dolar vererekten ve ‘Yar bana bir başarı medeeetttt’ diyerekten çıktığımız sahneye, Türkler uzayda isimli hikayeyi yazıvermişiz…

İnanın ki, ben de çok isterim ülkemin uzayda boy gösteren teknolojiye ve güce sahip ülkeler arasında yer almasını.

Ama olmayınca olmuyor işte…

Yahu biz PİSA sonuçlarında dahi nal toplayan bir ülkeyiz, uzay nire biz nire…

Eee… Seçim de yaklaşıyor ve elde var sıfır, hatta sıfırın da altında bir durumdayız demek yerine 55 milyon doları bastırıp, ‘Türkler uzayda’ hikayesini yazmak daha mantıklı geliyor kulağa.

55 milyon dolarım olsa ve uzaya gitmek için gerekli sağlık testlerini de başarıyla verebileceğimden emin olsam, benim aynı koltukta oturmamam için hiçbir sebep olamaz. Benim aynı koltukta bir Türk olarak oturuyor olmam da bu ülkeye hiçbir katkı sağlamaz…

Elbette mesele bahsettiğim kadar basit değil, Gezeravcı, 14 gün boyunca 13 farklı bilimsel deney üzerinde çalışacakmış. Mikro yer çekimi, uzay ortamında insan sağlığı, Tuz Gölü bitkisinin uzay ortamında araştırılması, katı-akışkan karışımların yerçekimsiz ortamda araştırılması gibi alanlarda sonuçlar alma gayreti içinde olacakmış ekip.

Bu araştırmaların sonuçları bize ne kazandırır muallak. Çünkü araç bizim değil, ekip bizim değil, araştırmalar da bizim değil dolayısıyla…

Biraz şey gibi oluyor, hani güzel bir araba görürsünüz de önünde durup fotoğraf çektirirsiniz ve sonra o araba sizinmiş gibi bir piyasa yaparsınız ya da güzel bir elbiseyi aslında deneme kabininde giyer ve bir fotoğraf çektirip sahibiymiş gibi hava atarsınız…

Hali pür mealimiz tam da bunun gibi…

Gerçeklik şu, o elbise, o araba, o uzay mekiği, o uzay teknolojisi bizim değil…

Bizdeki meziyet o arabanın park ettiği caddede dolaşacak kadar para sahibi olmak ya da o elbisenin satıldığı mağazaya girdiğimizde sırıtmayacak kadar endama nail olmak o kadar…

Şimdilerde gururla anlattığımız ‘Türkler uzayda’ hikayesinin bizim olması için çalışmamız, daha çok çalışmamız, daha daha çok çalışmamız lazım…

NOT: Siz onu bunu bırakın, ‘Türkler uzayda’ hikayeleri yazmaktan vazgeçin de şu emekli maaşlarını ne yapacağız onu bi söyleyiverin…

Üşenmedim baktım, 2019 yılında en düşük emekli maaşı yaklaşık bin 983 lira gibi görünüyor. 2024 yılına kadar neredeyse 5 kat artmış. Allah bereket versin…

O zaman neden şikayetçi oluyorsun diyenlere de bir yanıtım var elbette.

Efendim, gıda fiyatları bu 5 yıl içinde ortalama 15-20 kat artış görünüyor…

Çok şükür ki, bu yılı emekliler yılı ilan etti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir de emekliler yılı olmadığını düşünün…

Taş yiyecekti emekli herhalde!

 

 

 

 

 

Kanar; ‘Alay konusu olduk’ dedi

Kanar; ‘Alay konusu olduk’ dedi

Belediye başkanları için seçim sürecine girilirken bir muhasebe yapmak, yapılanları ve yapılmak istenenleri kamuoyu ile paylaşmak şaşırtıcı değil. Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar için ise başkanlık koltuğunda oturduğu son günler bunlar. Malumunuz Mustafakemalpaşa Milliyetçi Hareket Partisine emanet edildi önümüzdeki yerel seçimler için.

Muhafazakar seçmen yapısı egemen olan ilçede seçimin galibinin daha mücadele başlamadan Cumhur İttifakı adayı Ahmet Beygirci olduğunu söylemek mümkün.

Kendi içi dinamiklerinde görev talebinde bulunulması doğru kabul edilmeyen, tevdi edilen görevin yerine getirilmesi için tüm çabanın sarf edilmesi ve tevdi edilme hadisesinin ortadan kalkması halinde de görevden affının istenmesi makbul olan AK Parti’de, kendisine görev tevdi edildiği için Mustafakemalpaşa Belediye Başkanlığına aday olan ve başkanlık makamını kazanan Mehmet Kanar, bugün düzenlediği bir organizasyonla 5 yıllık karnesini basın mensupları ile paylaştı tüm bu sebepler ışığında…

Beş yıllık çalışmanın boşa gitmemesi adına söylemek lazım ki, bana göre Mustafakemalpaşa’da bu dönem yapılan en iyi hizmet ilçenin altyapısının yenilenmesi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ile arası çok iyi olan Mehmet Kanar, iyi ilişkilerini ilçenin yararı için de kullanınca Bursa’nın en büyük ilçesinin altyapısı içme suyu, kanalizasyonu ve yağmur suyu boruları da kapsama alınarak yenilendi.

Toplantının en önemli bölümü ise elbette ki, yapılan hizmetler değildi. Herkes bir süredir bahsi olunan, komik hitaplar içeren adaylık tekliflerinin gerçek olup olmadığını merak ediyordu.

Konu Mustafakemalpaşa olunca, bir önceki yazımda köşemde yazdığım, adeta şehir efsanesi gibi dolaşan ‘Sen git, reisin gelsin’ sözünün gerçekten sarf edildiğini de bizzat Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar’ın kendisinden duymuş olduk.

Şaşırtıcı, ama teklifin de söylenenlerin de ses kaydı mevcutmuş bu arada. Belki de bu nedenle kimse çıkıp söylenenleri yalanlamadı.

Mehmet Kanar dükkan komşuluğu yaptığı ve şimdilerde CHP Mustafakemalpaşa Belediye Başkan Adayı olarak adından söz ettiren, bu söz ettirişle de CHP örgütünün hatırı sayılır bir bölümünden tepki alan Şükrü Erdem’e AK Parti tarafından götürülen teklifi daha ziyade siyasi tecrübesizliğe bağladı.

Ardından gelen cümleler dikkat çekiciydi;

“İstemediğim halde belediye başkan adayı yapıldım ve kendi bütçemden muazzam rakamlar harcayarak belediye başkanlığını kazanmak için can hıraş şekilde çalışan bir insana karşı, benim ilçe başkanımın başka birisine gitmesi şaşırtıcıydı. Hata yaptığını kendisi de kabul etti!”

Daha önce belirtmiştim, eğlencelidir bizim oranın insanı. Ama eğlence de bir yere kadar, Mustafakemalpaşalının diline dolanmak üzmüş Kanar’ı;

“Şimdi ilçede alay konusu olduk. ‘Sen gelme, il başkanın gelmesin, reisin gelsin…’ 22 yıldan beri mücadelesini verdiğimiz bir davanın liderine böyle amiyane bir tabirle hitap edilmesi beni üzdü. Ses kayıtlarını da dinlediğim için rahat konuşuyorum. Şimdi nereye gitsem, ‘sen gelme, reisin gelsin’ diyorlar. Böyle bir alay konusuna maruz kaldık” diyor Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı…

Gelelim zurnanın son notalarına…

Kendisine şimdiye kadar yaptığı hizmetler için bir teşekkür dahi edilmediğini de üstüne basa basa vurgulayan Mehmet Kanar da çok iyi biliyor ki, bir AK Parti ilçe başkanı kendi kendine isim belirleyerek belediye başkanlığı teklif etmek adına kapı kapı gezmez. Hele hele öyle bu düşündüklerini kimseyle paylaşmadan hiç gezmez. Velev ki, gezdi diyelim, bir daha o koltukta oturamaz. Tecrübesizlik eden, tecrübe sahibi olana kadar görevden affını ister.

Mustafakemalpaşa hadisesinde de olması gereken buydu. İlçe başkanının bu yapılanın yanlış bulunması halinde çoktan görevden affını istemiş olması gerekirdi.

Böyle bir gelişme oldu mu?

Hayır…

O halde iş dönüp dolaşıp şu noktaya geliyor; ilçe başkanına Şükrü Erdem ile görüşmesi konusunda kim görev verdi?

Hadi görev verildi, hadi böyle bir saçmalık da yaşandı, bunu Ankara’dan hiç mi kimse duymadı ya da hiç kimse bunu Ankara’ya duyurmadı mı?

‘Allah biliyor ya, hiç kırgınlığım yok’ diyen Mehmet Kanar’ın kırgınlığı her halinden belliydi. Bir emanet olarak aldığı ilçeyi emanet edeceği kişinin, başlattığı projeleri devam ettirmesini rica ederken bile küskündü olan bitene…

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği anket ilginç

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği anket ilginç

Yerel seçimlere gidiyoruz, ancak aday adaylarının bir türlü netleşemediği, halen parti için savaşların sürdüğü bir noktadayız.

Bir önceki yazımda yazmıştım Sedat Yalçın’ın Yeniden Refah Partisi (YRP) ile olan yakın münasebetini, daha doğrusu Yalçın’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı teklifine çok sıcak baktığını.

Ancak konu halen net değil benim açımdan, zira deneyimli bir siyasetçi olan Sedat Yalçın yola çıkmadan önce bazı talepler öne sürüyor Yeniden Refah Partisi’ne…

Malum, YRP ile AK Parti arasındaki ittifak görüşmeleri henüz sonlandırılmadı. Dolayısıyla ittifak yapılacak mı, yapılmayacak mı, yoksa ittifak yapılacak da bazı istisnalar mı olacak orası net değil. Yalçın şöyle diyor:

Ben Yeniden Refah Partisi Büyükşehir Adayıyım diye ortaya çıktıktan sonra parti Bursa’dan aday göstermeyeceğini açıklarsa o iş olmaz. Bu nedenle, YRP’nin Bursa’dan aday çıkaracağının kesin olması durumunda adaylık açıklamamı netleştirmek daha doğru.”

Dediğim gibi siyasette pişmiş bir isimden bahsediyoruz, kendisini siyasi pazarlık malzemesi olarak kullandırmak istemiyor elbette. Aynı zamanda siyasette iki parti kazanırken Sedat Yalçın isminin kaybetmesi ihtimalini de masadan kaldırmak istiyor.

Bence kariyer odaklı bakıldığında son derece haklı bir hamle…

Diğer yandan Sedat Yalçın’ın eklediği önemli bir dipnotu da paylaşmak isterim. Geçtiğimiz birkaç gün içinde AK Parti Genel Merkezi kaynaklı bir anket yapılıyor hızlıca. Anketin konusu AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş!

Sorulan sorular ‘Alinur Aktaş’ı belediye başkanı görmek ister misiniz? Alinur Aktaş’a oy verir misiniz? Mustafa Bozbey’e mi Alinur Aktaş’a mı oy verirsiniz?’ biçiminde Aktaş adı üzerinden yöneltiliyor ankete katılanlara.

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği husus da şu;

“AK Parti’de daha önce görülmemiş bir iş bu. Bir isim belediye başkan adayı ilan edildikten sonra hakkında anket yürütülüyor. Bu durum bizim adımız Yeniden Refah Partisi adayı olarak geçmeye başladıktan sonra gündeme geldi. Şu anda AK Parti’den bize doğru yoğun bir kayma gözlemliyoruz…”

Eskinin yeni ile hesaplaşması mı demeli, aynı bakış açısından beslenen iki grubun birbiri ile mücadelesi mi demeli tam bilemiyorum.

Ancak bildiğim bir şey varsa o da şudur; Yeniden Refah Partisi yükselişte olan bir parti. Sedat Yalçın gibi bir isimle birleştiğinde Bursa’da hatırı sayılır oy bölme potansiyelinin olduğu da bir gerçek.

Siyasetin 24 saati değil 24 dakikası dahi çok kıymetli artık. Bu nedenle kesin cümleler kurmak çok zor elbette. Hayırlısı olsun deyip net açıklamalara gözlerimizi dikerek bekliyoruz…

CHP Mustafakemalpaşa’da aday netleşti

Canım memleketim Mustafakemalpaşa’da CHP açısından bir süredir karışık olan çarşının altı üstüne geldi. İlçenin 7 yıldır başkanlığını yürüten dolayısıyla örgüt içindeki hakimiyeti tartışmasız olan Serda Tandoğan Kuru belediye başkanlığı adaylık başvurularının ilk günlerinde ‘ben başkan adayıyım’ demiş isimlerden. Siyasi kanaatini muhafazakar partilerden yana kullanan seçmen yapısının yoğunlukta olduğu ilçede başka da başkan adayı çıkmadı zaten…

Şimdi, her bölgenin kendine has insan davranışı vardır malumunuz. Bizim oranın insanının da içi dışı birdir, politik olmakta zorlanır, net, doğrudan insanlardır bizimkiler. Doğru bulduğunu destekler, yanlış bulduğunun karşısında durur, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ lafı da kitabına pek uymaz. Haaa… bir de çok heyecanlı ve neşeli tiplerizdir. Yüksek sesle konuşuruz, kavga ediyoruz sandıkları yerde birbirimize sarılıyoruzdur aslında…

Tüm bunları anlatıyorum, çünkü Mustafakemalpaşa’da ilçenin tek adayı olan Tandoğan Kuru’nun yerine Spordan Sorumlu Eski Devlet Bakanı Şükrü Erdem’in ilçe belediye başkan adaylığının kesinleştiği haberi artık netleşti. Bundan önceki tepkileri ve bundan sonraki tutumları anlamlandırmanız açısından bölgenin genel insan davranış tipini bilmeniz önemli diye düşünüyorum.

Sadece CHP’nin değil AK Parti’nin de görüştüğünü Erdem’in ‘Bizzat Recep Tayyip Erdoğan ararsa düşünürüm’ şeklinde yanıt verdiğini de duyuyoruz kulislerde. Tabİi bu ihtimalle birleştirilerek, CHP’den başkan seçilse dahi AK Parti’ye geçecek söylentileri de geliyor kulaklara…

İşin o kısmını bilmiyorum. Bildiğim Erdem’in adaylığının netleştiği ve örgütün Tandoğan Kuru’nun yanında olduğu.

Şu bir gerçek, CHP’nin Mustafakemalpaşa ilçesini alması ihtimaller arasında zorlu bir yerde duruyor. Tam da durum buyken, tam da ‘sağdan da oy almalıyız’ bakış açısının genel seçimlerde neler kaybettirdiği ortadayken, tam da örgüt bir adayın peşinde birleşmişken neden böyle bir tercihte bulunuldu, anlamakta zorlanıyorum. Mustafa Bozbey’in özel çabası ile aday olduğu söylenen Şükrü Erdem ile birlikte hangi ekiplerin seçim çalışması yapacağını da çok merak ediyorum.

Tandoğan Kuru, artık sade bir CHP üyesi.

Haliyle kalbi kırık.

Kendisiyle birlikte olan örgüt üyeleri de benzeri hisler taşıyor.

Önümüzdeki süreç Mustafakemalpaşa’da CHP açısından zor geçecek gibi görünüyor…