AK Parti’ye Sedat Yalçın bombası

AK Parti’ye Sedat Yalçın bombası

Cumhuriyet Halk Partisi’nde hem seçim öncesinde hem seçim sürecinde süregelen kargaşaya alıştık da iktidar partisi olan AK Parti’nin yüreği hop edince bir şaşırıyoruz alışkın olmadığımız için.

Şimdiye kadar kendi çizdikleri politik çemberin dışına muhalefetin çıkmasına izin vermeyen, dolayısıyla kendi hazırladığı oyunu oynadığı için hayli rahat olan AK Parti, bu kez yine kendi içinden bir ismin oyunu bozması ile şaşkınlık yaşıyor.

Tam da tahmin ettiğiniz gibi, Sedat Yalçın’ın Yeniden Refah Partisi ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı konusunda anlaşmak üzere olmasından bahsediyorum.

Yeniden Refah Partisi’nin ilk hamlesi olan Recep Altepe kartını Altepe’yi Genel Merkez’e hem de Yerel Yönetimler Başkan Yardımcılığı gibi önemli bir göreve atayarak bertaraf eden AK Parti, bu kez daha sert bir kayaya çarpmış gibi görünüyor.

Sedat Yalçın er ya da geç AK Parti’den kendisine gelecek bir teklifin peşinde değil kulislerde konuşulanlara göre. Maksat AK Parti’nin eski ve şehre vizyon kazandıran ekibini yeniden toplamak gibi görünüyor.

Hatırlarsanız bir zamanlar uzun uzun siyasetin kulislerinde dillendirilen AK Parti’nin kurucularının partiye küsmesine, küsmeseler dahi yeni kadrolar tarafından partiden uzaklaştırılmalarına kadar giden bu yol yepyeni bir AK Parti siyasetini de beraberinde getirmişti.

Laf aramızda kalsın, eskiler yeni kadroları, yeniler de eski kadroları halen eleştiriyor, hem de çok sert biçimde. Ama malum, AK Parti söz konusu olunca ‘kol kırılıyor, yen içinde kalıyor’, ‘kan kusuluyor, kızılcık şerbeti içtik, ooohhh çok da güzelmiş’ deniliyor.

Şimdi eskiye dönme, eski bakış açısını yeniden hatırlatma vakti geldi diyerek çıkılıyor bu yola benim anladığım kadarıyla.

Konuyu AK Parti’nin içinden çıkarıp yerel seçimlere yansıması açısından değerlendirdiğimizde işler daha da karışık.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak ilan edildikten sonra verdiği büyük mücadeleyi tamamlamış bir savaşçı rahatlığı ile çalışmalarına dönen Alinur Aktaş’ın eli bir kez daha zora girdi Sedat Yalçın adının gündeme gelmesiyle.

Çünkü bu kez rakip kendi mahallelerinden…

Yeniden Refah Partisi’nin oy oranının düşük olması yarışın etkin elemanı olmayacağı anlamına gelmiyor kesinlikle.

Her şeyden önce Cumhur İttifakının birlikteliğinin karşısında Millet İttifakının dağılmış hali, hür ve müreffeh biçimde seçime girecek olduklarını açıklamaları AK Parti’de ‘seçimi kazandık’ havasını çoktan yaratmıştı ya hani…

İşte o oyun bozuldu bu kez.

Sedat Yalçın’ın adaylığının bir intikam adaylığı olduğu düşüncesinde olanlar için de küçük bir not bırakıp kaçacağım; unutmayın ki, intikam bekleyenler, intikamlarını almak için rakiplerinin en zayıf anını kollarlar. Dolayısıyla ‘Sedat Yalçın intikam almak için aday oldu’ diyenler AK Parti’nin yerel seçimlere şimdiye kadarki en zayıf hali ile girdiğini çoktan kabul etmiştir.

Bence bunu kabul etmeyin, ‘rekabet iyidir, kalite getirir’ deyip yola devam edin…

PEYZAJ MİMARLARI SEÇİME GİDİYOR

Yeşil alanları bir yandan kentleşmeye bir yandan da sanayileşmeye kurban giden, dolayısıyla sadece tarım alanlarının değil, temiz hava soluma hakkının dahi elinden alındığı bir şehir olan Bursa’da akademik oda seçimlerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

İş toprağa ve toprağın savunuculuğuna geldiğinde bu işi uzmanlık alanı olarak yüklenen birkaç oda mevcut, Bursa Peyzaj Mimarları Odası da bu odalar arandaki haklı yerini koruyor. Yeni dönem için kolları sıvayan Çağdaş Peyzaj Mimarlarının adayı tanıdık bir isim. 3. dönemin mevcut başkanı Fulya Akfidan Sevim yeniden aday…

Adaylık açıklamasında;

“Tüzüğümüzde de yazdığı gibi odamız, ‘Kamusal yararı korumak, mesleğin gelişmesi, meslek mensuplarının onur, hak, yetki ve mesleki çıkarlarını korumak ve geliştirmek’ amacı ile kurulmuş bir meslek örgütüdür. Bu amaç doğrultusunda yasalarla bağlı bulunduğumuz TMMOB bütünlüğünde toplum yararına ve mesleğimiz adına, meslektaşlarımızdan aldığımız güç ile odamızın dik duruşunu göstermeye, güçlü bir ses olmaya devam etmek için buradayız” diyen Sevim, oda çalışmalarında çok önemli olan birlikte üretmek, birlikte yönetmek anlayışını vurguladı.

Peyzaj Mimarları Odası Bursa Şubesi’nin bu dönem çok önemli işlere imza attığını, gerek şehir yönetiminde gerekse mesleğe bakış açısı konusunda farklılıklar yaratmak amacıyla yola çıktığını biliyoruz.

Burada en keskin çizgi de kentsel dönüşüm süreçlerini hızla yaşama gayretinde olan Bursa için yapılacak yeni planlarda olacak sanıyorum.

“Deprem bize yapı stoğunun önemini hatırlatırken deprem anında ve sonrasında kentsel peyzajın ne denli önemli olduğunu da göstermiştir. Peyzaj tabanlı şehircilik kavramının ülkemiz açısından bir tercih değil zorunluluk olduğunu son zamanlarda acı deneyimlerle öğrendik. Bizler bunun peşini bırakmayacak, genel merkez ile koordineli bir şekilde bu mücadeleyi yerelde vereceğiz, çünkü bunun kamusal bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz” sözleri tam da burada anlamını buluyor.

Tüm akademik meslek guruplarında olduğu gibi Peyzaj Mimarlarında da mesleki olarak yaşanan pek çok sorun var ve odaların bu sorunların çözümüne tek tek eğilmesi şart. Tüm sorunları sırtlanmaya, çözümlerini bulmak için çabalamaya bir dönem daha talip Fulya Akfidan Sevim.

İyi niyetlerle bu yola çıktığı bu yolda kendisine başarılar diliyorum…

 

 

 

Pamuk eller cebe…

Pamuk eller cebe…

Bir zamanlar, bizler teker yuvar idare ederken pek umurumuzda olmayan gerçeklikler yaşadığımız ekonomik kriz sonrası adeta bir şimşek gibi çaktı gözümüzün önünde. Misal, bizim Nilüfer ilçemizin bazı mahallelerinde hiç devlet okulu olmazken, devlet okulu olan mahallelerde de yeterli değilmiş zaten okul ve derslik sayısı.

Adeta özel okullar cennetine dönen ilçede yaşayan vatandaşlar, alım güçleri değiştiğinde çocuklarını özel okuldan alıp devlet okuluna vermek istediklerinde fark ettiler bu gerçekliği…

Benim yıllardır yazdığım, ‘Bursa’ya yeni okul yatırımı yapılmıyor, yeni derslikler kazandırılmıyor, derslik açığımız giderek büyüyor’ minvalindeki cümleler de bir anlam kazandı böylece.

Sonuç, uzun zamandır olmayan bir şey oldu, hatta öyle uzun zamandır olmuyormuş ki, nasıl bir prosedür izlendiği dahi unutulmuş. Neyse öyle böyle artık Altınşehir Mahallesinin bir devlet okulu yaptırmak üzere kurulmuş bir gönüllüler derneği olacak. Eli kulağında.

Geçmiş dönem İKK Sekreteri Feridun Tetik, zaman zaman ziyaretime gelme nezaketi gösteren isimlerden. Derneğin kuruculuğunda ön ayak olmuş kişilerden de biri kendisi. Artık tüm eğitim gönüllülerini üç beş kuruş demeden bu derneğe yardım için bekliyoruz.

Biz bu konuyu Feridun Tetik ile uzun zaman önce konuşmuştuk, bugün itibariyle derneğin kuruluşu için ilk adımı attıklarını ve derneğin kuruluş belgelerini dernekler masasına teslim ettiklerini duyunca şehrin eğitim gönüllüsü hayırseverlerine bilgi vermeyi kendime görev edindim anlayacağınız.

Hadi bakalım, pamuk eller cebe…

*****

BİR KÜÇÜK TOGG MESELESİ

CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey TOGG fabrikasının yerinin yanlış olduğunu belki ilk kez bir ekranda söyledi, ancak bu konudaki görüşleri gizli saklı değildi. Zaman zaman mevzuya bakışını dillendiren Bozbey’in sanayiye karşı olmaktan daha ziyade sanayinin kurulduğu noktaya karşı olduğunu söylemek daha doğru geliyor bana.

Çünkü ben de pek çok sanayi bölgesi için kendisi ile aynı şekilde bakıyorum meseleye…

Kalkınma hamleleri konusunda sürekli iki ileri bir geri manevralar yapan, ancak nedense bir türlü istediği kalkınma atağını yakalayamayan canım ülkemde, sırf kalkınacağız da, sanayi kurulacak da, üretim yapılacak da… diyerek güzelim tarım arazilerinin, zeytinliklerin, sahil şeritlerinin işgal edilmesini ben de doğru bulmuyorum.

Bizim gibi bir ülke için sanayi şart mı?

Kesinlikle şart!

Fakat, doğru yerde, doğru üretim araçları ile doğru sanayileşme…

Çünkü tarıma ve turizme de ihtiyacımız var…

Bu noktada hemen belirteyim, TOGG tüm ülkenin olduğu gibi benim de gururumu okşayan projelerden. TOGG lansmanında bu duygularımı dile getirdiğim için hadsiz hudutsuz eleştirilere maruz da kalmış bir yazar olarak söylüyorum ki, TOGG doğru ve yerinde bir hamle.

Fakat yer seçimi konusunda bazı sıkıntılar olduğunu atlamamak lazım.

Her şeyden önce Gemlik, fay hatlarının son derece hareketli olduğu bir ilçe. Yerleşim yerinin taşınması bile zaman zaman gündeme geliyor. Hal böyleyken, en evvela, bu denli büyük bir yatırımın yine fay hatlarının burnunun dibine yapılması milli servetin riske atılması demek.

Hepimiz şimdilerde AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı olan Recep Altepe’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yapılan ve sonrasında uygulamaya konmayan bir 2030 Çevre Düzeni Planı olduğunu biliyoruz. Planın 109’uncu sayfasında şöyle deniyor;

Gemlik’te yeni sanayi alanları oluşturulmayacaktır. Fay hattı üzerindeki sanayi kuruluşları belirlenerek deprem riskine karşı bölgeden taşınmaları teşvik edilecektir!”

Planın Gemlik ile ilgili son maddesinde ise;

Bölgedeki sanayi kuruluşları onaylı planları olsa dahi ekonomik ömrü bittiğinde kaldırılacaktır” diyerek görüşler belirtiliyor.

Gelelim günümüze. Olan olmuş, Gemlik’e TOGG gibi dev bir fabrika kurulmuş. Burada önemli olan fabrikanın rekabet gücü olan ürünler üretmesi ve ülke ekonomisine katkıda bulunmasıdır artık.

Bunun için de hacimli ve pahalı parçaların fabrika bünyesinde üretilmesi hem karlılığı artıracak, hem de kalite sorunlarını azaltacaktır. Yani lojistik maliyetlerinin düşürülmesi ve katma değerin artırılması, aynı zamanda çevredeki trafik yükünün azaltılması için kalıp üretimi ve büyük dış yüzey parçalarının TOGG bünyesinde kurulacak departmanlarda yapılması gerekmektedir.

Bence mevzu da bundan ibarettir.

Bana kalsa böyle büyük yatırımları fay hatlarından, tarım arazilerinden ve deniz kıyılarından uzak bölgelere, mesela Bilecik taraflarına çekmek, demir yolu taşımacılığını işler hale getirerek lojistik sorununu bu yolla çözmek, Bursa gibi tarım ve turizm şehri olmayı hak eden yerlere de bu misyonu teslim etmek en doğrusu…

Ama malum, bana kalmıyor bu işler…

İstanbul’a inanmıyorsa, Mustafakemalpaşa’ya bekleriz!

İstanbul’a inanmıyorsa, Mustafakemalpaşa’ya bekleriz!

Barınma ile ilgili uzun süredir ciddi sorunlar yaşayan bir ülkede, ülkenin başkentinden önce gelen, ülkenin kalbi olarak görülen İstanbul gibi bir şehirde belediye başkan adayı olarak iktidar cephesinden kim çıkarsa çıksın vatandaşın serzenişiyle karşılaşması muhtemeldi zaten.

Hele bir de şimdiki adı ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı gibi bir makamda oturduysanız, hele hele TOKİ gibi amacından giderek sapan, amacından saptıkça da verdiği sözleri yerine getiremeyen bir kurumla ilişikli ise kariyer hayatınızın başlangıcı ve devamı, o zaman yanıtlamanız gereken çok soru var demektir.

Her zaman sırça köşklerde oturamaz siyasiler, günü geldiğinde vatandaşın ayağına gitmeleri gerekir, bir kerecik dahi olsa vatandaşa ellerini uzatmaları gerekir. İşte o vakit, vatandaş uzatılan eli tutar, kendisine doğru çeker, halini arz eder, sorusunu sorar…

Sonra siz öylece kalırsınız şaşkınlık içinde…

Tıpkı AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum’un vatandaşla buluşmasında olduğu gibi.

Hemen hatırlayalım neler olduğunu…

Belediye başkanı olmak için vatandaştan oy istemek üzere sahaya inen Murat Kurum, TOKİ mağdurları ile karşı karşıya gelmiş, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın 2019 yılında başlattığı “100 Bin Alt Gelir Grubu Sosyal Konut Projesi” kapsamında hak sahibi olan yurttaşlar, evlerinin yıllardır teslim edilmemesi ve ödeme planlarında değişiklik yapılarak konut fiyatlarının ve aylık taksitlerin artırılması nedeniyle isyan etmişti.

Kimisi ‘Altı yıldır kiralardayız, sorun çözülmüyor!’ derken kimisi de ‘Verilen sözler tutulmuyor!’ diyordu.

Eski bakan, yeni belediye başkan adayı Kurum, “Öyle bir şey yok” yanıtını verirken bir yandan da videoya çekildiğini fark edince refleks göstererek kamerayı kapatmak için elini uzatıverdi.

Öyle eskisi gibi de değil artık. Siyaset yapmak zor. Herkesin elinde bir kamera herkesin elinde bir kayıt cihazı herkesin elinde bir fotoğraf makinesi. Hadi bakalım yüreği olan beri gelsin işine döndü mesele…

Bu görüntülerin ne zamana ait olduğu bilinmiyor, ancak bilinen gerçeklikler ortada…

Vatandaş haklı, verilen sözler tutulmuyor, teslim edilecek olan konutların teslim süresi uzadıkça uzuyor…

Ödemeler konusundaki sözlerden dönüşün manevra kabiliyetine hiç değinmiyorum bile…

Durum İstanbul için de böyle Bursa için de…

Geçtiğimiz günlerde Murat Kurum’un ‘Yok öyle bir şey’ diyerek geçiştirmeye çalıştığı sorun İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu tarafından TBMM kürsüne dahi taşındı.

2019 yılının en büyük müjdelerinden biri olan TOKİ’nin sosyal konutları, bugün sadece Mustafakemalpaşa’da 694 dar gelirli vatandaşın ‘kabusu’ haline geldi.

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, “O tarihte evlerin, iki yıl içinde bitirileceği ve 14 bin lira peşin, kalanı 894 liradan başlayan taksitlerle 240 ayda ödeneceği açıklanmıştı. Şimdi aynı evler için 128 bin lira peşinat, 6 bin 415 lira da taksit talep ediliyor. 7 bin 500 TL maaş alan bir emekli bunu nasıl ödesin? Vatandaşa yapılan hak mıdır, reva mıdır?” diye sordu.

İstanbul’daki meseleyi tam bilemiyorum, ama bizdeki durum şöyle;

Bundan yaklaşık 4 yıl önce, yani 12 Aralık 2019 tarihinde anlı şanlı bir tören yapılarak, tam 100 bin sosyal konut için kollar sıvandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sosyal belediyecilik, vatandaşa dokunan belediyecilik, mazlumun yanında olan belediyecilik anlayışı ile hareket edilerek başlandı işe.

Hedef dar gelirli vatandaşın iki yıl içinde yüzde 10 peşinatla, aylık 894 liradan başlayan taksitler ve 240 aya varan vadelerle ev sahibi olmasıydı. Verilen sözler tutulsa proje harika bir projeydi aslında.

Sırasıyla gelişmeler de şöyle seyretti; önce yüklenici firma işten çekildi, çünkü inşaat maliyetlerinde artış ve devletin ödemelerindeki gecikmeler nedeniyle bir süredir devlet ihalelerine girecek müteahhit bulmakta sorun yaşanıyor. Sonra yeni bir yükleniciyle ihale süreci kör topal tamamlandı, yani rica ile bir müteahhit bulundu iş tamamlansın diye. Bu kez de fatura vatandaşa çıktı iyi mi?

En başta açıklanan koşullar için 15 Ocak 2020’de başvurular sonlandı, hak sahipleri kura ile belirlendi. Ne olduysa da inşaatların bitimine 5-6 aylık süre kalınca oldu. Ziraat Bankasına davet edilen hak sahipleri önlerine konulan yeni koşullar ile bir anda şoka uğradılar.

İstanbul’a inanmıyorsa Murat Kurum’u bir de Mustafakemalpaşa’ya bekleriz. Bir de buralarda dinlesin TOKİ mağduriyetini, belki ikna ederiz kendisini.

Murat Kurum vatandaşın içinde biraz daha dolaşsın da biraz daha şaşırsın hele…

Bir de sade vatandaşın nasıl bir gelirle ayın sonunu getirmek için ne taklalar attığını öğrense nutku tutulacak da daha ona sıra gelmedi herhalde…

 

Kerkük Denklemi ve Irak’ta KYB

Kerkük Denklemi ve Irak’ta KYB

“Devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynıların birbirini içten içe tükettiği bir devir…

Bir sonraki yazımda Ortadoğu ile birlikte Irak’ta da devam eden “aynıların savaşı” ile yükselen güçlerin nedenlerine-nasıllarına-sonralarına değineceğim…” demiştim geçtiğimiz hafta yayınlanan yazımda…

“Aynıların Savaşı” belki de en yoğun halini Irak’ta gösteriyor…Geçmişte yaşanan; Arap-Kürt-Türkmen-Şii-Sünni ve diğer irili ufaklı farklılıkların karşılıklı çekişmeleri şimdilerde “kendi bahçesinin otu acı gelirmiş insana” moduna geçiş yaptı…

Irak’ta beliren yeni güçler ve ittifaklar tablosunu da “Aynıların Savaşı” belirlemeye başladı. Şii-Şii çekişmesiyle öldürülen Süleymani’yi, Sünni-Sünni çekişmesiyle görevine son verilen Halbusi’yi, KDP-KYB rekabetini, Türkmenlerin elli bin parçaya bölünüşünü, Arapların Körfezci-İrancı ayrışmasını unutmamalı…

Irak’ta “aynıların savaşı” eşliğinde gerçekleşen yerel seçimler sonrasında herkesin gözü kulağı Kerkük’e çevrildi.

Siyaset-ekonomi-diplomasi kulislerinde yoğun bir şekilde yürütülen Kerkük görüşmeleri sonucunda Valinin ve meclis kademelerinin kimlerden oluşacağı netleşecek. Ve Kerkük’ün etki yetkisinin…

Şimdi Kerkük özelinde Irak siyaset tablosunu okuyalım dilerseniz. Karşımızda yükselişe geçen bir KYB olsa da halâ kimselere yeterli güveni veremediğini belirtmek istiyorum…Terör oluşumları ile bağlarını koparamayan KYB arkasına aldığı Bağdat-İran-ABD’nin gücüyle bölgede etkili olmaya başlasa da Türkiye’nin masaya oturacağı istikrarı sergileyemediği bir gerçek.

KDP yi de fazlasıyla yoruyor KYB çünkü Kürtleri birlikte güçlü tutmak adına büyük çaba sarf eden KDP(Erbil Yönetimi Hükümeti) tüm sorunlara rağmen her seferinde “ya sabır” diyerek köprüyü kuran taraf oluyor…

İşte tam da burada KYB’ye şu mesajı vermek gerekiyor; Iraklı Kürtlerin tek ve mutlak dostu Türkiye’nin desteği olmadan bölgede etkili bir siyaset yürütemez…Bu destek için de güvenden yana istikrarlı yürümesi gerekiyor…

KYB’li isimler ve KYB’ye oy veren Kürtler de şunu asla unutmamalı; bölgedeki Kürt hareketlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasetçilerin dayanak noktası olan ABD bir Kürt Devleti’nin kurulmasına asla müsaade etmez! Ne Irak’ta ne de Suriye’de! Şu an Suriye merkezli hareket eden YPG-PYD-SDG’nin devletleşme ihtimalinin pozitif yönde değerlendirilmesine de katılmıyorum zira ABD’nin yaptığı her hareket; Suriye de YPG-PYD-SDG’yi özerkleştirerek bölgede her işine koşturacağı bir muhafız alayı oluşturmak.

Maalesef ki geçmişte olduğu gibi şimdi de “uzaktakilerin hayaline-hayranlığına-sevdasına-yalan vaadlerine” inanan Kürtler yanındakilerle güçlü bir şekilde hareket etmeyi reddediyor.

Kerkük İttifakı’na dönelim dilerseniz. Evet Irak genelinde olduğu gibi Kerkük’te de yükselişe geçen bir KYB gerçeği var. KYB’nin Kerkük İttifakı’nda kilit olacağını düşünüyorum. Uzun zamandır Bağdat Yönetimi ile ikinci baharını yaşayan KYB bir süredir KDP ile de ılımlı mesajlar verse de yarın nasıl hareket edeceğini kimseler kestiremiyor. Kerkük Valisi Kürt mü olacak Arap mı olacak sorusu halâ masada. Çeşitli ittifak denklemlerini görüşen taraflar belki de dönüşümlü Valilikte (Kürt ve Arap) karar verecek.

Türkmenlerin de KDP ve Sünni Araplar merkezli bir ittifakta yer alması güçlü bir ihtimal.

Ve KYB kitlesel anlamda Irak’ta yükselişe geçen bir grafik sergilese de günün sonunda güven verenlerin ve istikrarlı adımlarla yürüyenlerin kazanacağı unutulmamalı.

Özetle Irak genelinde giderek güçlenen İran-Bağdat-Süleymaniye işbirliği Kerkük’te Yönetim dengesinin oturtulmasında etkili gibi görünse de bölgenin önemli bir gücü olan Türkiye’nin tavrı son noktayı koyacaktır….

Bizim çocuklarımız…

Bizim çocuklarımız…

Bu ülkede belki de en zor olan şey çocuk olmak…

Geleceğe dair büyük emelleri olanların ilk oynamaya çalıştıkları ayar çocukların ayarları, sömürmeye dair açlığını doyurmak isteyenlerin ilk el uzattıkları yer çocukların bedenleri, ahlaksızlığa dair ilk meyledenlerin aklına gelenler yine çocuklar…

Sadece ülkenin değil tüm dünyanın gündemini sarsan Epstein skandalının başkahramanı yine çocuklar. Öyle el alemin çocukları deyip kafamızı çevirebileceğimiz bir olay değil bu, skandalın içinde bizim çocuklarımız da var.

Hani tüm çocuklar bizim de evlatlarımız duygusunu kaybettiyseniz diye hatırlatmak isterim…

Hatta şunu da ekleyeyim, muhabirlik dönemimin beni en etkileyen olayı olan, 1999 depreminde çocuklarını kaybeden ve çeşitli iddialar gündeme getirme gayretinde oldukları halde yetkililer tarafından dinlenmeyen ailelerin evlatlarının bu sapkınların uğrak yeri adada ortaya çıktığı iddiaları var şimdi gündemde.

O günlerde sahada çokça duyduğumuz, ancak bir türlü ispatlayamadığımız için havada asılı kalan ‘çocuğum kaçırıldı, organ mafyası çocuğumu kaçırmış’ ihbarlarının aslı olup olmadığını bir kez daha sorguluyorum. Hatta aynı iddiaların 6 Şubat depremleri ile yeniden gündeme gelmesini, yetkililerin yine bu iddialara kulaklarını tıkamasını, sosyal medya aracılığı ile atılan yardım çığlıklarının duymazdan gelindiğini de hatırlatmak istiyorum…

OKUMA YAZMA KURSLARINA YİNE İHTİYAÇ VAR

Çocuklar demişken, bir de çocukluğunu yaşayamayanlar var elbette hayatımızda, çokça karşılaştığımız hatta belki de üyelerinden biri olduğumuz grup arasında.

Çocukluğunu yaşayamayanlar, aynı zamanda çocukluğu sırasında kendisini ayakları üzerinde duran bir birey haline getirecek eğitimi almaktan da yoksun olabiliyor bazen.

Yine biliyoruz ki, ülkenin batısında bulunan Bursa, gerek ülke içinden gerekse ülke dışından yoğun göç alan illerden.

Şimdi bu parametreleri bir araya getirdiğimizde karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Çocukluğunu yaşayamadan büyüyen, dolayısıyla eğitim imkanlarından mahrum kalan dünün çocukları, bugünün büyükleri, ülke içinden ve ülke dışından göçlerle geldikleri Bursa’da hatırı sayılır ölçüde okuma yazma bilirlik oranlarını etkilemeye başladı.

Hiç şaşırmayın, biz siyasetin kulis bilgileri arasında boğulmuşken, vatandaşlarımızın bazıları da belediye otobüslerinin üzerindeki yazıları çözmenin, önlerine koyulan evrakın anlattıklarını anlamanın derdiyle boğuşuyor.

Gemlik İlçesi Kumla Mahallesinde de böyle bir sorun fark edilmiş ve Ali Kütahya İlköğretim okulunda bir okuma yazma kursu düzenlenmesi için kollar sıvanmış. Kursun başlaması için ön ayak olan isim Kumla Mahallesi’nin kadın muhtar adayı Gülay Eskici Özmen. Bir kadın hassasiyeti ile konuya yaklaşan Özmen’in girişimleri ile fark edilen eksikliğin giderilmesi amacıyla açılacak kurs, halk eğitim bünyesinde verilecek. 200 ders saati sonunda yapılacak sınavda başarılı olan kursiyerler de bundan sonra belgeli okur-yazar olacaklar.

Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir eksikliğin tespitini de eksikliğin giderilmesi için yapılan girişimi de son derece kıymetli buluyorum.

Ali Kütahya İlköğretim Okulunun okul aile birliği başkanlığını üç yıl yürüterek bu süreçte hem okula hem de öğrencilere önemli katkılar sağlayan, sonrasında da Kumla Mahallesine kadın eli değdirmek için kolları sıvayan Özmen’in muhtarlık seçimlerinde şansı nedir bilinmez.

Bildiğim bir şey varsa, özellikle yoğun göç alan ilçelerde, hatta belki Bursa genelinde bir okur-yazarlık taramasının yapılması ve okuma-yazma konusundaki eksiklerin açılacak kurslarla hızla giderilerek vatandaşımıza hizmet edilmesi toplum olarak yaşamımızı kolaylaştıracaktır.

Özellikle Suriye’den bolca göç alan Bursa’nın buna çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin, il ve ilçe belediyelerinin ve dolayısıyla muhtarların ivedilikle el atacakları bu konudan bolca hayır duası alacaklarını da ben garanti edebilirim…

NOT: Çocukların ve gençlerin abisi olarak CHP Etimesgut İlçesi Belediye Başkan Adayı olan hem oyunculuğunu hem de sanatçı duruşunu takdir ettiğim Erdal Beşikçioğlu’nu içinde bu kadar ‘çocuk ve genç’ kavramı geçen bir yazıda anmamak olmazdı. Sanatçıların toplumun itici gücü, yönlendiricisi olduğuna inancımla yürekten desteklediğim Beşikçioğlu’na başarılar diliyorum.

Dilerim, sanat camiasının yüksek egolarından uzak durmaya çabalayan bir isim olarak bildiğim Beşikçioğlu’nu siyasetin karmaşık üslubu yıpratmaz…

 

 

 

 

 

 

 

Bu proje vezir de eder, rezil de…

Bu proje vezir de eder, rezil de…

Bursa’nın yerel siyasetten çok daha önemli sorunlarını bu aralar biraz aksattık gibi sanki…

Uzun süredir üzerinde yoğun biçimde çalışılan bir projeden, eğer doğru yönetilirse, eğer vatandaşın gönlü kırılmadan yapılması başarılabilirse, önümüzdeki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturacak ismin yıldız projesi olacak bir adımdan bahsediyorum.

Altıparmak-Çarşamba kentsel dönüşüm projesi

10 Ocak vesilesi ile görüşme şansını bulduğum ve tüm bu çalışmaların içinde, hatta tam ortasında olduğunu bildiğim İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ülkü Küçükkayalar’a da elbette ilk olarak bu konuyu sordum.

Karşıdan bakıp, ‘Bir büyük depremde bu sokaklara girmek bile haftalar alır’ dehşetindeki cümleyi kurduracak dar sokakların etrafında, bitişik nizam sıralanmış evlerin büyük bölümünün depreme dayanıksız binalardan oluştuğunu düşünürsek, Altıparmak ve Çarşamba aksının kentsel dönüşüm için acil kodu ile uyarı verdiğini kabul etmemek safdillik olur.

Hal böyle olunca Bursa Büyükşehir Belediyesi ve akademik odalar arasında imzalanan bir protokolle bölgenin kentsel dönüşümü için düğmeye basılmıştı. Sonrasında ise Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın ‘yıl sonu itibariyle ilk kazmayı vuracağız’ açıklamalarına İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’ten, ‘Biz daha bölge için bir rol biçme, bir hikaye yazma aşamasındayız. Bu iş öyle oldubittiye getirilecekse, kentsel dönüşüm yerine bina yenileme yapılacaksa, akademik odalar böyle bir noktada durmaz’ demiş ve işler biraz daha ince elenip sık dokunarak ilerleme yoluna girmişti.

Şimdilerde her hafta yapılan toplantılarla hikayesi oluşturulan Altıparmak-Çarşamba bölgesinin Bursa’daki rolü, kentsel dönüşümle birlikte turistik ve ticari alan ağırlıklı olacak. Elbette konutlar da mevcut, ancak şimdiki gibi sadece konut ağırlıklı bir yaşam alanından söz edilmiyor artık.

Öyle tek bir caddenin tüm yükü taşıdığı yapılanmayı da aklınızdan çıkarın. Ulaşım konusu özel olarak ele alınıyor ve ana caddenin dışında alternatif yollarla yük azaltılmaya, daha doğrusu dağıtılmaya çalışılıyor.

Amaç şimdiye kadar hep bina yenileme biçimiyle ilerleyen projelerin dışında, gerçek bir kentsel dönüşüm gerçekleştirebilmek. 820 dönümlük bir adadan bahsediyoruz. Bursa’nın merkezinde, Hanlar Bölgesi, Kapalı Çarşı ve Tophane gibi tarihi ve turistik alanlara komşu, aynı zamanda Merinos AKKM ve Kültürpark ile çevrelenmiş kongre ve kültür merkezi yakınlığı da mevcut.

Lokasyonun zenginliği zaten tartışma götürmez. Burada tartışılması gereken tek bir nokta var. Yerinde bir dönüşüm olmayınca, konut sayısının, dolayısıyla bu bölgede yaşayacak insan nüfusunun düşeceği hesaplandığında, bölgeden ayrılması gereken vatandaş nereye gidecek?

Vatandaşın depreme dayanıklı binalarda yaşaması mutlak gerekli, kentin kendi ihtiyacına yönelik alanlarının yaratılması ve estetik ile birlikte ulaşım sorunlarına da çözüm bulacak alternatiflerin oluşturulması fikri harika…

Benim aklıma takılan tek bir nokta var; ‘sade vatandaş nereye gidecek?’

default

Tüm kentsel dönüşüm projelerindeki ana sorun burada da devreye giriyor ve kamucu politikalar ışığında yürümek zorunluluğu bir kez daha gündeme geliyor.

Bu noktada projeyi sürdürmek adına Bursa Büyükşehir Belediyesi koltuğuna oturacak ismin dikkat etmesi gereken husus vatandaşla uzlaşma ve bu uzlaşma sonrasında şehir içinde dağılacak olan mahalle nüfusunun konut fiyatlarında yaratacağı etkinin ortadan kaldırılması.

Yapılacak olan en doğru hamle, belediyeye ya da hazineye ait konut yapılması uygun bölgelerde rezerv alanlar oluşturmak gibi görünüyor. Böylece hem vatandaşın ikna edilmesi daha kolay olur, hem de Altıparmak-Çarşamba aksından göç edenlerin konut satış fiyatları ve kiralardaki artışa yansıması ortadan kalkar.

Elbette bahsettiğim şeyi gerçekleştirmek hayli zor. Sadece belediyenin değil Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da imkanlarının kullanılmasıyla ancak altından kalkılır böyle bir çalışmanın.

Proje büyük, çok büyük…

Hedefler güzel, çok güzel…

Amaç iyi, hatta çok iyi…

Fakat çok iyi planlanması, çok iyi yönetilmesi, çok güzel diyalog kanallarının oluşturulması gereken bir işten bahsediyoruz…

Kısacası, Altıparmak-Çarşamba Kentsel Dönüşüm Projesi önümüzdeki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanını vezir de edebilir rezil de…

Kent Sempozyumunda kozlar paylaşılır mı?

Kent Sempozyumunda kozlar paylaşılır mı?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününde gerçekten de çalıştık. Sabah saatlerinde başlayan mesaimiz Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen akşam yemeğine kadar devam etti.

Biz gazeteciyiz, bizim için düzenlenen davetlerde dahi haber kovalarız. Hele de yerel seçimin böylesine sıcak bir atmosfer içinde başladığı şu günlerde…

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilanıyla yeniden AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğu malumunuz. Belki de bilmediğiniz, aday açıklanma sürecinin özellikle son dönemecinde parti içinde yaşanan rekabetçi ortamdır diye düşünüyorum.

Elbette siyaset rekabeti beraberinde getirir, elbette Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi bir koltuk fazlasıyla mücadeleyi hak eder, elbette pek çok güçlü ismin gözü bu koltukta olabilir, ama bu kez işin rengi biraz daha farklıydı.

Hani şöyle söylense yeridir; Aktaş gitti gitti geldi adaylık masasına ve sonunda işin galibi kendisi oldu.

Benim bildiğim kadarıyla AK Parti’de yarışma, rekabet olur, ama sonrasında herkes tek bir amaç için birlikte çalışmayı başarır, küslükler, kırgınlıklar diğer partilere nazaran çok daha çabuk koyulur bir kenara.

Bu kez de öyle oldu sanırım, zira dün akşam düzenlenen yemekte ilçe başkanları ve teşkilat mensupları Aktaş’ın yanında yer aldıklarını gösterdiler. Alinur Başkanın uzun bir savaştan galip çıkmanın verdiği rahatlığı yaşadığını da söylemek mümkün.

Aktaş’ın özellikle yerel seçime yönelik konuşmasına geçmeden önce şunun altını çizmek istiyorum; AK Parti’nin adayı Alinur Aktaş, ‘20 yıldır belediye başkanlığı yapıyorum’ diyerek kendini tanıtan bir isim olduğundan, bu konuda bagajını karıştırmak hayli kolay olacaktır rakipleri açısından. CHP’nin adayı Mustafa Bozbey için de benzeri şeyler söylenebilir. İYİ Parti adayı Selçuk Türkoğlu’nun henüz belediye başkanlığı yok, dolayısıyla başkanlık makamından gelen bir bagajı da yok.

Buraya kadar tamamsa Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Aktaş’ın kendisine yöneltilen iddialara verdiği yanıtları içeren konuşmasından satır başları aktarabilirim, çünkü bagaj karıştırma işleri çoktan başladı bile…

İlk olarak, Türkiye’nin en borçlu belediyesi iddiasının yanlış olduğunu söyledi Aktaş. Göreve geldiklerinde borçlar, bütçenin 1,34 katıyken, bugün oran 0.34’müş. Verilen rakam borçların bütçeye oranının düştüğünü gösteriyor, fakat bir zamanlar ‘Bursa Büyükşehir Belediyesinin öyle çok borcu var ki, 2030 senesine kadar belini doğrultamaz’ cümleleri ile anılan belediyemizin ülkenin en borçlu belediyesi olup olmadığını, borçlu belediyeler listesinde kaçıncı sırada bulunduğunu göstermiyor fark ettiyseniz.

İkinci olarak, isim vermeden CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’e yüklendi.

“Benim aile vakfım yok ve o vakıftan bağış almıyorum. Yeşil alanları meyhaneye çevirmedim hiç” diyerek, bagaj karıştırmaya başladığının sinyallerini verdi. Aktaş ve Bozbey yarışının ilk raunduna damga vuran NİLVAK vakasını bir kez daha sahaya sürdü.

Eminim geçtiğimiz günlerde BUSKİ skandalı ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni zorlayan CHP’nin kendi iç dinamikleri bir sulh ortamına kavuştuğunda Bozbey’den de karşı atak gelecektir, gelmelidir de. Seçimin adeti bu…

Benim tam da bu noktada belediye başkan adaylarına, özellikle de büyükşehir ve merkez ilçe belediye başkan adaylarına bir önerim olacak.

Bursa İl Koordinasyon Kurulu bir kent sempozyumu düzenlemek için kolları sıvadı, çalışmalara başladı. Muhtemel tarih 26 Ocak. Dolayısıyla kentin sorunlarını, eksikleri, projeleri tartışmak için harika bir platform olacak.

Tıpkı eski günlerde olduğu gibi başkanlar ve başkan adaylarının bir çatı altında görüşlerini paylaşmaları, eleştirilerini yöneltmeleri, sıcağı sıcağına yanıt almaları, araya danışmanlar, samimiyetten uzak konuşma metinleri, iğnelemeli, göndermeli yazılar girmeden, salt Bursa’nın konuşulması için harika bir fırsattır diye düşünüyorum.

Kentsel dönüşümden depremin ensemizde pişirdiği bozaya, ulaşımdan sanayileşmenin ve çarpık kentleşmenin tarım alanlarımızı talan edişine, hormonlu yapılardan atıl kalmış yatırımlara kadar konuşmamız gereken öyle çok şey var ki…

******

ÖNDER TANIR’IN ŞANSI ARTIYOR

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününde ilk görüştüğümüz isim olan Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ı da unutmamak lazım. İlk olarak beş yıllık başkanlığı süresince neler yapıldığını, Kestel’de nelerin değiştiğini anlatan Tanır’ın bir dönem daha aynı makamda olmak istediğini biliyoruz. Alinur Aktaş’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olarak işaret edilmesinin ardından bu konudaki şansının giderek daha da arttığını belirtmekte de fayda var.

Kestel’de belediyecilik daha çok sosyal projeler üzerinden yürütülürken şehir merkezine güzel bir meydanla beraber park sorununu halledecek otopark kazandırılması da başarılı işler arasında. Ben bu işlerin içine hayvan barınağını da katmak istiyorum ve bu konuda Tanır’ı hassasiyetinden dolayı özellikle tebrik ediyorum.

Seçim üstü Platon’dan öğütler

Seçim üstü Platon’dan öğütler

Önümüzde kazanan ve kaybedenlerin belirleneceği bir seçim için aday adaylığı süreci geçilmek üzere.

Sonrası adaylar için düz koşu.

Bu yerel seçimde, resmi olmasa da tabanın belirleyeceği ittifaklar rekabetine tanık olacağız.

Seçime katılan birçok parti var. Ancak iki farklı rekabet merkezi çerçevesinde gelişiyor süreç.

Süreçte etkin olmaya çalışan farklı politik gruplar; bir tarafta iktidar, öte tarafta muhalefetin merkezinde olduğu iki mahalleden oluşuyor aslında.

Düz koşu başlamadan, yani kesin adayların propaganda rekabet süreci başlamadan önceki havaya göz atınca neler görüyoruz bir bakalım?

– Muhalefet aday adayları içe dönük rekabette harcadıkları enerjiye, iktidar adayları parti politikalarına olan sadakatlerine güveniyor.

– Muhalefet aday adayları özgüven gösterince güçlü görünecekleri düşüncesi ile iktidar adayları etki alanlarının verdiği güçle davranıyor.

– Muhalefetin aday adayları içe dönük bir yarış için iktidarın aday adayları dışa dönük bir yarış için güç topluyor.

– Muhalefetin aday adayları kendilerinin, iktidarın aday adayları partilerinin seçim galibiyetine odaklanmış durumda.

– Muhalefetin aday adayları gelecekten, iktidarın aday adayları geçmişten söz ediyor.

– Muhalefetin aday adayları seçimlerdeki mücadelede partilerinden alacakları destekten şüpheli, iktidarın adaya adayları emin.

– Muhalefetin aday adayları proje ve hedeflerinde kendi girişimlerini referans gösteriyor, iktidarın aday adayları ise partilerini.

– Muhalefetin aday adayları partilerinin politikalarından şüpheli, iktidarın aday adayları parti politikalarından emin…

Siyasetin doğasında olan yönetme gücü kime verilecek?

Önce toplumun sonra devletin ortaya çıkması ile insanlığın üzerinde en çok kafa yorduğu, tartıştığı soru bu.

Mükemmel olmasa da buna şimdiye kadar verilen akla en yatkın cevap ise “Demokrasi” olmuş.

Gelgelelim antik Yunan filozofları, örneğin Platon şuna dikkat çekiyor:

Bir panayırdır demokrasi, beğen, beğendiğini al… Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter. Saygısızlık nezaket olur; kargaşa hürriyet; israf cömertlik; yüzsüzlük de yiğitlik. Eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demogoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar.”

Üzerinden 2 bin 500 yıl geçmiş bu sözlere göre oy vermek ne kadar da romantik kaldı günümüzde…

Bizim mahalle, onların mahalle, demokrasi denen torbada seç beğen al.

 

Kutlanacak başka şey olmayınca…

Kutlanacak başka şey olmayınca…

Geldik günlerden 10 Ocak tarihine…

Basının emek mücadelesinde çok önemli bir günden bahsediyoruz. 4 Ocak 1961’de, 212 sayılı Basın İş Kanunu Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra, dokuz gazete patronu üç gün süreyle gazetelerini kapatmış, gazeteciler ise emeklerine ‘Basın’ adlı bir gazete yayımlayarak sahip çıkmış bugünde. Böylesi mesleki dayanışmaları hasretle anıyoruz şimdilerde.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1997 yılında mezun olduktan sonra başladığım meslek hayatımı aralıklarla da olsa 27 yıldır sürdürmeye çalışıyorum. Kimi zaman Bursa’nın en prestijli basın kuruluşlarında, en şaşalı dönemlerinde çalışarak, kimi zaman mesleğimi evden çalışma ortamına taşıyarak, kimi zaman da meslektaşlarımın yaptıklarını mesleğime duyduğum hasretle izleyerek ve sadece sosyal medyamı kullanarak hiç bırakmadığım bir kalemim oldu ömür boyu.

O günlerde pek hayıflanırdım mesleki haklarını eline alarak çalışmayı başarabilmiş meslektaşlarıma. Bendeniz bunu başaramamış bir gazeteci olarak kenardan baktığım haklara gelecekte tüm gazetecilerin hasret kalacağını nereden bilebilirdim o zamanlarda…

Şimdilerde 212’nin basın emekçisi açısından adeta içi boşaltılmış ve bu boşaltılma sırasında neredeyse hiç kimse direniş göstermemiş olsa da 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününün böyle bir vesile ile kutlanmış olduğunu aktarmış olduk…

Meslek örgütlerimiz elbette bugün için çeşitli açıklamalar yaptılar ve günün anlam ve önemini vurguladılar yine. Şimdilik yapılan tek şey bu, bununla sınırlı kalınıyor…

Ülkenin en zor mesleklerinden birini yapınca ve seni onore edecek başka yol olmayınca bol bol bayram hediye ediyorlar sanırım.

Pek çok gazetenin sadece gazetecilik yaptığı için kapatıldığı, pek çok gazetecinin işsiz kaldığı, binlerce gazetecinin cezaevine girip çıktığı, binlercesinin de cezaevi korkusu ile işini yapmaya çalıştığı ya da yapmaktan vazgeçtiği, cezaevlerinde halen pek çok meslektaşımızın bulunduğu bir dönemdeyiz.

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında bu yıl kaçıncıyız bilmiyorum, sonlarda olduğumuz kesin. Dünya Demokrasi Endeksi’ndeki yerimize bakmaya artık içim dahi elvermiyor. İktidarın kamu kaynaklarını kullanarak basının yüzde 95’i gibi önemli bir bölümünü ele geçirdiğinden de bahsediliyordu geçen yıl, bu oran bu yıl daha da artmıştır diye düşünüyorum…

Sözün özünde hele de Bursa gibi biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz denecek kadar az insanın gündemi takip ettiği yerlerde net konuşmak gerekirse şöyle diyebiliriz, ‘özgür değiliz hiçbirimiz…’

Evimize ekmeğimizi götürdüğümüz bu işte bize verilecek fikir işçiliği bedelinin ucunda hayatlarımız ve özgürlüğümüz olduğu sürece bu çaresizliği sonlandırmak mümkün değil…

Üstelik bu baskıyı hissedenler sadece bir kurumda çalışan gazeteciler değil, kendi kurumunu oluşturarak bir biçimde gazetecilik yapmaya çalışanların boynundaki daha ağır prangalar hareket özgürlüğünü öyle daraltıyor ki, bir bakış açısı geliştirmek dahi mümkün değil.

Hani demem o ki, özgür basının yolu patron gazeteciliği-küçük ölçekli kurum ayrımında gizli değil. Gazeteciyi dimdik ayakta tutacak kanun ve kurallarda yatıyor. Oysa bu kuralları koymak ve işletmek hükümet edenlerin hiç işine gelmiyor.

Hatta var olan kuralları uygulamak dahi mümkün değil. Can Atalay dosyası önümüzde tüm çıplaklığı ile duruyor. İki önemli kurumun birbirine düşmesine vesile olarak da kullanılan dosya basın özgürlüğünün geldiği noktanın tam bir özeti.

Buraya kadar mesleğin geldiği noktayı yerin dibine gömdüğümüze göre, biraz da size doğru çevirelim projeksiyonu.

Hep kendimizi anlatıp ülkenin içinde bulunduğu durumdan etkilenen tek mesleğin gazetecilik olduğunu düşünmenize vesile olduysam, bu algıyı hemen değiştirebilirim…

Hangi iş insanı, hangi işçi, hangi memur kendisini bir aidiyet kılıfı içine sokmadan güvende ve rahat hissediyor? İşlerin yolunda yürümesi, gerekli desteklere kavuşabilmek için üye olmanız gereken siyasi parti, dernek ve vakıflar yok mu? Fotoğraf çektirirken şöyle bir kontrol etmiyor musunuz masanın üzerini?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde nefes alıp veren herkes aynı durumda bizimle…

Üzülmeyin, masum değiliz hiçbirimiz…

 

 

 

 

 

İstanbul sonrası ‘feth-i dil’ beklentisi arttı

İstanbul sonrası ‘feth-i dil’ beklentisi arttı

Fetih; ihya etmektir, kalpleri fethetmektir… Fetih; istila etmek, kırmak, dökmek, kaybetmek değildir” diyordu sahnedeki konuşmacı…

Doğru bildiğimiz pek çok yanlışa ya da dezenformasyona maruz bıraktığımız pek çok güzelliğe ne güzel bir örnekti bu anlatım…

Gönülleri fethetmek” üzerinden gelişen fetih kelimesini zamanla savaşa, kılıca, ölüme, zorakiliğe bağlamıştı insanoğlu; tıpkı “siyasetin halka hizmet için” geliştirilen bir sanat olduğunu unutup çekişme-restleşme-vatandaşı unutma haline büründürülmesi gibi.

31 Mart yerel seçimlerinde partilerini temsil edecek adayların isimleri yavaş yavaş belirmeye başladı.

AK Parti Haliç Kongre Merkezinde düzenlediği lansmanda 11’i büyükşehir, 15’i il olmak üzere toplamda 26 şehrin belediye başkan adayını ilan etti.

İlan edilen adaylardan 15’i mevcut belediye başkanları…

Lansman öncesinde dönen fazlasıyla şehir efsanesi vardı ve neredeyse tamamı açıklanacak isimlerin vatandaşın beklentilerini karşılamayacağı yönündeydi. O gün Haliç Kongre Merkezinde görüldü ki “siyaseten değil hizmeten” adaylar üzerinde çalışılmıştı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “gönülleri fethedecek” adaylardan yana tercihini yapmıştı. Şehrinde başarılı olanlar, hemşerilerinin takdirini kazananlar, hızlı ve yerinde kararlar alarak çözüme ulaşanlarla devam demişti AK Parti.

Olumsuz hikayeler eşliğinde motivasyonu düşürülen şehirler, İstanbul’da açıklanan “feth-i dil” adaylar sonrasında iyice bir silkelendi,k endine geldi, “anlatılanlar asılsızmış amaç şehirlerde karşılığı olan hizmet edecek isimleri seçmekmiş” dendi.

Şimdi gözler 15 Ocak’ta gerçekleşecek Ankara tanıtımında ve ardından gelecek ilçe-belde adaylarının açıklanmasında.

Seçim tarihinin açıklandığı günden bu yana sahadan bizzat elde ettiğim notlar doğrultusunda birkaç başlığın altını ısrarla çizdim.

Ankara öncesinde hepsini anımsatmak istiyorum.

1. 7/24 takım elbise ile arzı endam eden, bol bol çay-kahve-kabul-ziyaret fotoğrafları veren makamlara kondurulacak köşe yastıkları istemiyor şehirler. Koşturan, çalışan, çalıştıran, üretimi destekleyen, tasarrufu vatandaşına sözleriyle değil yaşayarak benimseten, şehrinde/ilçesinde/beldesinde yaşayan, gösterişli değil mütevazi-sağlam-ekonomik şehirler inşa eden başkanlar istiyor şehirler…

2. Dinleyen, anlayan, samimiyetle yüreklere dokunan başkanlar isteniyor…

3. Şehrinde icra edilen sanatsal, sportif, kültürel faaliyetlerin içinde olmalı bir başkan. Gerektiğinde koşmalı, halay çekmeli, suya atlayıp yüzmeli, bir tiyatro sahnesinde rol almalı, kaldırımda oturan gençlerle çekirdek çitlemeli… Bunları yaparken de koruma ordusuyla hareket etmemeli…

4. Vatandaş devasa-gösterişli yapılar, parklar, bahçeler, projeler istemiyor artık. Sade, temiz, gürültüsüz, trafik sorunlarından uzak, doğal afetlere hazırlıklı, köpek saldırılarına maruz kalmayacakları, gençlerine istihdam alanları yaratılmış, sağlıklı, güvenli, huzurlu, ruhunu kaybetmemiş şehirler isteniyor…

5. Asrın felaketleri ile yüzleşen illerimizde sahayı bilen, koşturan ve genç-dinamik isimler tercih edilmeli. Çünkü bu şehirlerimizin bir günü dahi çok kıymetli. Kalbi, zihni ve bedeni yaralı yüzbinlerce depremzedenin travmalarının rehabilite edilmeye ihtiyacı olduğu unutulmamalı. Bu sebepten kalbi ve sabrı okyanus misali bereketli ve güçlü olmalı adaylar…

6. Bazı şehirler vizyonsuz başkanlar ve onları mumla aratan yönetim kadroları sebebiyle prestij kaybetti .İnsanlar şehrine küstürüldü. Ve şimdi ne o şehirler ne de evlatları mutlu! İnsanların memleketleriyle barışma vaktidir diyerek hiçbir vasfı ve karşılığı olmadığı halde sadece “arkası güçlü olan” adaylardan acilen vazgeçilmeli. Ve bu profile sahip mevcut başkanlar ile asla yola devam edilmemeli…

Evet fetih; kalpleri fethetmek ve ihya etmektir, tıpkı AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği “Türkiye Yüzyılı” gibi…

Türkiye Yüzyılı “feth-i dıl” mantığıyla ayrısız-gayrısız yan yana duran bir Türkiye’yi hedefliyor bana göre.

İstanbul’dan sonra Ankara tanıtımında da Türkiye Yüzyılı merceği ile belirlenecek feth-i dıl adayların şehirlerin ortak beklentilerini karşılayacağına dair umutlar çok daha yüksek şimdi…

Tersine toplantı; Aktaş açıkladı, Yeşiltaş sordu

Tersine toplantı; Aktaş açıkladı, Yeşiltaş sordu

Yerel seçim yarışının sert geçeceği aşikar. Bursa Büyükşehir Belediyesi için kolları sıvayan adayların belli olmaya başlamasıyla birlikte ortaya atılan BUSKİ skandalının küçük bir olay olmadığının, aleni bir yolsuzluk dosyası olduğunun altını çizmiştim bu köşeden. Hatta konunun henüz belediye başkan adaylığı açıklanmayan Alinur Aktaş için bir sorun oluşturabileceğine dahi dikkat çemiştim.

Evet, konunun bir yolsuzluk, daha doğrusu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tarafından tam kapsamıyla açıklandığı üzere, ‘sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık’ olduğu ortaya çıktı. Fakat meselenin Alinur Aktaş’ın AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı olması için engel teşkil etmediğini de öğrendik.

Alinur Aktaş bugün düzenlediği basın toplantısında; “Konunun bana intikal etmesiyle birlikte kovuşturma talimatını bizzat verdim. Olayı öğrenmemizle adli makamlara intikal ettirmemizin arasında 48 saat süre var. Belediye olayları örtmüyor, aksine soruşturuyor. Benim imzam yok, BUSKİ Genel Müdürümün imzası yok…” diyerek başladı açıklamasına.

Seçimlerin hemen öncesinde böyle bir olayın açığa çıkmasının biraz manidar olduğuna da vurgu yapan ve ‘haramın büyüğü küçüğü olmaz’ dedikten sonra bahsedilen miktarların çok altında bir rakamın söz konusu olduğunun altını çizen Aktaş;

“Bu konu üzerinden siyaset devşirmeye çalışanların çabaları boşunadır. Benim belediyeden fonladığım ailem yok. Vakıflardan para da almıyorum. O elbiseler bizim üstümüze oturmaz. 150 milyon ile başlayan iftira 500 milyona kadar çıktı. Algı yapmanın peşindeler. Sadece beni ve AK Parti’yi karalamaktan başka bir şey değil bu yapılanlar” sözleri ile de en yakın siyasi rakibi olan CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e yöneltti oklarını…

2018 yılında başlayan, 2022-2023 yılları arasında yoğunlaşan dolandırıcılık olayı ile ilgili olarak üçü belediye personeli olmak üzere dokuz kişinin gözaltına alındığını, belediye personeli olan üç kişiden ikisinin imza yetkisi sahibi olmaları nedeniyle suçlandığını hatırlatmış olalım…

Gelelim basın mensuplarının yoğun ilgi gösterdiği toplantıda Başkan Aktaş’ın ‘tüm samimiyetimle kendim hazırladım’ dediği açıklama metninden ve sonrasında konuşulanlardan neler anladığıma…

Efendim öncelikle BUSKİ’nin Bursa için ne kadar önemli bir kurum olduğundan bahsedildi ki, son derece doğrudur. BUSKİ bu şehrin en kıymetli kuruluşlarından biridir. Özellikle son yıllarda ilçe belediyelerinin alt yapılarının yenilenmesi konusundaki çabalar da son derece önemlidir.

İşin bu tarafını bir kenara koyarak şunu hemen belirtmek isterim; Alinur Aktaş’ın ‘Bu denli yağış sıkıntısı olmasına rağmen ne zaman susuz kaldınız?’ sorusunun yanıtı; ‘Suyla ilgili her toplantıda dile getirilen ve benim hep ‘yakında açılır mı?’ umuduyla beklediğim Çınarcık Barajından yakın zamanda şehir şebekesine su verilmeye başlanmazsa, çalışan derin kuyuların çektikleri su bittiğinde susuzluğun resmini çizebiliriz!’ olabilir.

Malum, bahsettiğim derin kuyular derinliklerde su üretmiyor, yer altı kaynak sularından çektikleri suyu şebekeye vererek susuz kalmamızı engelliyor. Dolayısıyla, yer altı kaynak suları tükendiğinde susuz kalmamamız için Çınarcık Barajının bir an önce şebekeye su göndermesi elzemdir.

İkinci önemli husus da anlaşılan o ki, hem Sayıştay Denetimlerinden hem de belediyenin kendi iç denetimlerinden defalarca geçmiş olmasına rağmen fark edilmeyen bu dolandırıcılık yöntemi, yaptığı işler ve bütçesi nedeniyle dev bir mekanizma olarak çalışan BUSKİ’de ve BUSKİ gibi başka başka kurumlarda uygulanmaya çok müsait bir yöntem. Dolayısıyla bu yöntemini de içine alacak yepyeni bir denetim mekanizmasının oluşturulması şarttır.

İşin bu kısmında açık olduğu ortadadır. Anlaşılan o ki, denetimi usullerimiz biraz eskimiş…

Bir diğer taraftan bugün bir basın açıklaması yaparak BUSKİ önünde sorulması gereken soruları muhalefet olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a yönelteceğini belirten CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da dikkat çekici noktalara parmak bastı.

Başkan Aktaş’ın düzenlediği toplantıdan çıktıktan sonra yetişmemin mümkün olmadığı basın açıklamasında sorulan sorular şöyle;

1- Sözü edilen miktar gerçekten 150 milyon lira mıdır?

2- Vurgunu yaptığı iddia edilen kişinin akrabasını bizzat Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş işe alıp ihale komisyonunda görev vermiş midir? Bak, kocası demiyorum akrabası diyorum. Kocası zaten müteahhit. Akrabasından bahsediyorum ben.

3- Sayıştay tarafından denetime tabi tutulan BUSKİ’de bu usulsüz işlem uzun yıllardır mı yapılmaktadır? Konu AKP’li bir belediye olduğunda Sayıştay denetimleri nasıl yapılmaktadır?

4- BUSKİ’de milyonlarca liralık yolsuzluğa tek bir personel mi sebep olmuştur? Yoksa başkaları da var mıdır? Özellikle siyasi isimler…

5- Meblağların 100’er bin lira olarak farklı isimlere gönderildiği doğru mudur? Doğru ise bu isimler kamuoyuna derhal açıklanmalıdır.

6- Bursa Büyükşehir’in denetim mekanizmalarındaki yetersizliğin nedeni nedir? Denetimi doğru yapmayan görevliler ve kurumun üst amirleri hakkında işlem başlatılmış mıdır?

7- Geçtiğimiz senelerde Mezarlıklar Şube Müdürlüğü’nde ortaya çıkan vurgunun daha fazlasının BUSKİ’de yapıldığı iddia edilmektedir. Yapılan denetimlerin yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır. Belediyenin diğer birimlerinde veya şirketlerinde böyle durumların yaşanmadığının garantisi var mıdır?

8- Hazine’ye 414 milyon 726 bin lira borcu olan BUSKİ’de, yarım milyar liraya varan bu vurgunun arkasındaki güçler kimlerdir?

Bu soruların büyük bölümüne Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Aktaş’ın verdiği yanıtların neler olduğunu yazımın ilk bölümünde bulabilirsiniz aslında. Biraz tersten bir durum oluştu sanki. Önce yanıtlar geldi, sonra sorular soruldu…

CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ın da bu konuya bir eleştirisi vardı zaten. Konunun yapılan açıklamalarla sürekli gündemde tutulması neticesinde bir basın toplantısı düzenlenmesine karar verildiğini, toplantı gün ve saatinin de özellikle ayarlandığı söyledi Yeşiltaş.

BUSKİ skandalı ile ilgili çok şey söylemişken CHP’yi de es geçmeyelim…

BUSKİ binasının önünde CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’i gözlerimin aradığını, Aktaş’ın kendisine yönelik eleştirilerine bir yanıt verip vermeyeceğini merak ettiğimi de belirtmek isterim.

Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’ndan da bir açıklama geleceğini düşünüyorum.

Yerel seçim yarışı hızlı ve sert başladı, ama sanılmasın ki, adaylar arasındaki centilmenlik bir kenara bırakıldı. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın adaylığı ilan edildikten sonra rakibi Mustafa Bozbey kendisini aramış ve tebrik ederek adil bir yarış temennisinden bulunmuş. Aktaş’da rakibine ‘iyi olan kazansın’ demiş.

Hasılı kelam; seçim süreçleri bazen safraların temizlenmesine bahane olur. İşin bu tarafı hem kurumlar hem de vatandaş için güzeldir aslında. Sonuçta konu yargıya intikal etmiştir. Elde centilmenlik de varsa, keyifli bir yarış izleyeceğiz demektir…

Ülkü Küçükkayalar yeniden aday

Ülkü Küçükkayalar yeniden aday

En büyük akademik odalardan biri olan İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nde bu dönem seçim heyecanı daha bir yüksek olacağa benziyor.

Çünkü Çağdaş Grup iki yıllık yönetimin ardından bir dönem daha odayı yönetmek için kolları sıvamışken, geçmişte uzun süre İMO yönetimini elinde bulunduran Çalışma Grubu eski günlere geri dönme arzusu ile bu kez daha güçlü çalışacağa benziyor.

Hatırlarsınız geçtiğimiz günlerde Çalışma Grubu bir toplantı düzenleyerek oda üyeleri ile grubun bu dönemki başkan adayını ve yönetim kurulu üyelerini tanıştırmıştı.

Bu kez şu anda oda yönetimini elinde bulunduran Çağdaş Grup düzenlediği toplantı ile Ülkü Küçükkayalar’ı bir dönem daha başkanlığa aday gösterdiklerini açıkladı. Hemen belirtelim, Çağdaş Grubun yönetim kurulu üyeleri de en geç bir hafta içinde yeniden bir toplantı tertip edilerek açıklanacak.

Küçükkayalar’ın yaptığı uzun adaylık konuşmasını kısaca özetleyecek olursak; “Kamu ve meslektaş çıkarlarını gözeten çalışmalar yaptık, birlikte ürettik, birlikte yönettik, ama gerçekten birlikte yönettik, bunu yapmaya devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine katkı koymak adına adayım” dedi diyebiliriz.

Hatırlatmakta fayda var, geçtiğimiz günlerde adaylığını açıklayan İMO Çalışma Grubu Başkan Adayı Serdar Atilla Erdem, mevcut yönetimi odanın itibarını düşürmek ve başka odaların gölgesinde kalmakla eleştirmişti.

Küçükkayalar’ın konuşmasındaki;

“Tüzüğümüzde de yazdığı gibi Odamız, ‘halkın ve ülkenin yararı, mesleğin gelişmesi, meslek mensuplarının onur, hak, yetki ve mesleki çıkarlarını korumak ve geliştirmek’ amacı ile kurulmuş bir meslek örgütüdür. Bu amaç doğrultusunda yasalarla bağlı bulunduğumuz TMMOB bütünlüğünde toplum yararına ve mesleğimiz adına, meslektaşlarımız ile el ele verip odamızın dik duruşunu göstermeye, güçlü bir ses olmaya devam etmek için buradayız” sözlerini bir yanıt olarak okumak mümkün.

İnşaat sektörü, sorunları giderek artarken, ülke ekonomisini ayakta tutan sektör olma rolünü sürdürmekte artık zorlanan bir hale geldi. Bunu kabul etmek lazım. Sorunlar büyük, hem de çok büyük ve çözümleri de belli aslında. Ancak işin ilginç tarafı, çözümden yana olmaktan ziyade ‘gittiği yere kadar gitsin’ mantığı işletiliyor şimdilik hükümet kanadında. Bu da hangi gruba üye olursa olsun, hangi adayı desteklerse desteklesin tüm inşaat mühendislerinin ortak sorunlar yumağı olarak duruyor karşımızda.

Her köşe başında açılan fakülteler sorunu var mesela, yapı denetim mekanizmasının halen tam ve doğru çalıştırılmadığı sorunu var, inşaatların yerin üstünde kalan kısımlarındaki denetimin zemin ve temel için yapılmadığı gerçekliği var…

Yeni fakültelerin açılmaması, var olan fakültelerin de yeter sayıya düşürülmesi ve bunun karşılığında inşaat mühendisliği eğitiminin düşen kalitesinin ayağa kaldırılması çözümlerden biri. Bunu her iki grubun üyeleri de biliyor. Her iki grubun üyeleri de istiyor. Ancak konuyu çözüme kim bağlar, bağlayabilir mi, bağlayamaz mı bilinmiyor. Çünkü iş sadece oda yönetimlerinin çabalarıyla değil, hükümetin kötü politikalarının da değişmesiyle çözülecek noktada.

Yapı denetimlerinin sorunlarının çözülmesi konusu da benzeri bir süreç gerektiriyor.

‘Biz siyasi polemiklere girmek istemiyoruz, önümüze bakıyoruz, işimize bakıyoruz’ diyen İMO Bursa Şube Başkanı ve Çağdaş Grup Başkan Adayı Ülkü Küçükkayalar her ne kadar sükunetini korumayı tercih etse de çözümlere sükunetle mi, kavga vererek mi, iş bilerek mi gidildiğini tam anlayamadığım bir noktadayım.

İMO’daki yarışı yakından takip etmeyi sürdüreceğim.

Her iki adaya da başarılar diliyorum…

NOT: Dikkatimi çeken ve kamuya duyurulan küçük bir detayla konuyu bağlamak isterim…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak Murat Kurum ismini açıkladıktan sonra bir televizyon kanalının canlı yayınına konuk olan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki şöyle dedi;

“Murat Kurum daha önceden bakanlık da yaptığı için, Ankara ile nasıl diyalog kuracağını bilen bir isim. Dolayısıyla Ankara’yla arasını iyi tutarak daha çok kaynak alabilecek biri…”

Şimdi şunu anladım; mesele sorunları bilmek, çözümleri üretmek ve çözümleri sunmakla bitmiyor artık. Mesele sorunları ve çözüm önerilerini Ankara’ya Ankara’nın anlayacağı dilde anlatmak ve istediğiniz çözüm yöntemini kabul ettirmekte bitiyor. Bürokrasi böylesine değişmiş, işler böylesine ağam paşam ilişkisine dönmüş.

Tamam…

O halde bir şehre yatırım gelmesi için Ankara’nın anlayacağı dilden anlayarak bu yatırım için ödenek istemek de benzeri bir durum oluşturuyor. Şehrin o yatırıma ihtiyacının olması yeterli değil, anlatım biçimi büyük önem taşıyor…

Geçtiğimiz beş yılda hak ettiği yatırımları alamamış bir şehirde yaşadığımdan olsa gerek, işin bu kısmını bir türlü anlayamıyorum işte…

Tıpkı garibanın hakkını salkım salkım altınlar şeklinde nasıl yediğini her gün inanların gözüne sokan Dilan Polat’ı desteklemek için geçtiğimiz gün bir bayi açılışında toplaşan ve ‘Dilan Polat’a destek için buradayız, o olmayınca günlerimiz çok renksiz geçiyor’ diyen kalabalığı anlamadığım gibi.

Garipsin ey halkım unutma bizi…

 

 

 

İMO’da seçim heyecanı

İMO’da seçim heyecanı

Seçim heyecanı sadece yerel yönetimler için yaşanıyor sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Şehir yönetiminde önemli söz sahibi olduğunu ve olması gerektiğini düşündüğüm akademik odaların da seçim takvimleri aynı zamana rast geldi bu kez.

En büyük akademik odalardan biri olan İnşaat Mühendisleri Odası yine iki grupla giriyor seçim sath-ı mailine…

Çalışma Grubu ve Çağdaş Grup sandıkta mücadele edecek.

Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu kez de büyükçe bir salonda aday tanıtım toplantısı düzenleyen Çalışma Grubu İMO Oda Başkan Adayı olarak Serdar Atilla Erdem’in ismini öne çıkardı.

Geçtiğimiz dönem yaşanan seçimin ardından geleneklerinde bir değişiklik yaparak aday tanıtım toplantısında Yönetim Kurulu Üyelerini de açıklayan Çalışma Grubunun elindeki en büyük argüman geçtiğimiz iki yılda Çağdaş Grubun elinde bulunan yönetime dair eleştirileri.

Türkiye ekonomisinin kalkındırıcı lokomotifi görevini 20 yılı aşkın süredir sürdüren, ancak içinde bulunduğumuz koşullarda gittikçe daha da zora düşen inşaat sektörünün sorunları da çözümleri de yapılması gerekenleri de belli aslında.

Oda yönetimine talip her iki grubun yapması gerekenler de ortada dolayısıyla. Mesleğini seven, aklı selim herkesin bu yapılması gerekenlerde ortak fikirde olacağına eminim.

Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Başkan Adayı olarak konuşmasını yapan Serdar Atilla Erdem’in;

“Gelinen noktada mesleğimizdeki itibar kaybı öyle bir hal almıştır ki; bırakın sektörün omurgası, ülke medeniyetinin teminatı olmayı, birçoğumuz geçim sıkıntısı nedeniyle evlerinin direği olamaz hale gelmiştir. Bu hale gelinmesinde sayıları kontrolsüzce artmasına rağmen eğitim kalitesi giderek azalan üniversitelerin etkisinin yanında, sermaye sahiplerinin piyasa üzerindeki kuralsızlaştırma gücü ve meslek alanımızın halen 1938 ve 1954 yıllarından kalma kanunla düzenleniyor olması vardır” sözleri dahi inşaat mühendislerinin içinde bulunduğu durumu özetlemeye yetiyor.

Az değil, neredeyse her 500 kişiye bir inşaat mühendisi düşüyormuş şanlı şerefli ülkemde. İyi güzel de bu mühendislerin büyük bölümü işleri ile ilgili yeterli donanıma sahip olmadan mezun oldukları okullardan çıkınca asgari ücrete talim iş aradığında işin hiçbir esprisi kalmıyor.

Çalışma Grubu prensip olarak temsil yetkisini aşmamayı ön plana koymuş bir gurup. Dolayısıyla rakipleri olan Çağdaş Grubu;

“Temsil yetkisi olan alanlar dışında çokça konuşmak zorunda kaldıklarından, mesleğimize dair söylenen her söz laf kalabalıkları arasında kaybolmaktadır” cümlesi ile eleştiriyor.

Elbette meslek odalarının görevlerinin başında kendi meslektaşlarını koruyup kollamak, bu noktada da oda aidiyetini artırmak geliyor. Odaların kuruluş amaçları mesleği ve meslektaşları korumak neticede.

Fakat özellikle Bursa gibi yönetilmesi sırasında hep bir takım aksaklıklar çıkan şehirlerde yapılan işlerin nasıl yapılıp neden yapılmaması gerektiğine dair fikirlerin yine odalardan, yani kar amacı gütmeyen sadece şehirden ve vatandaştan yana tavır alan yerlerden çıkması gerektiğini düşünürüm. Hatta Çalışma urubu üyesi inşaat mühendisi Cengiz Duman’ı bildirdiği görüşler açısından, özellikle bir şehir dertlenicisi kimliği ile son derce değerli bulurum.

Malumunuz İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi geçtiğimiz dönem Çağdaş Grup tarafından kazanılan seçimle birlikte Ülkü Küçükkayalar başkanlığında yönetilmişti iki yıl boyunca. Odanın yönetim biçimine yönelik eleştiriler içerisinde;

“İMO Bursa Şubesi, itibarını kaybetmiş, pasif, hatta diğer meslek odalarının alt komisyonu gibi çalışmıştır” sözleri de yer aldı. Odanın tekrar eskiden olduğu gibi sözü dinlenir, itibar edilir hale gelmesi, öncelikle inşaat mühendisliği mesleğinin hak ettiği noktaya taşınması için yetki istendi.

Pazartesi günü de Çağdaş Grubun aday tanıtım toplantısı var. Şimdiden söyleyeyim Çağdaş Grup seçime bir kez daha Ülkü Küçükkayalar ile giriyor.

Geçtiğimiz dönem olduğu gibi bu dönem de İMO’da çekişmeli bir yarış bekliyorum. Her şeyden önce meslek kazansın ki, insan kazansın, ardından da şehir kazansın derdindeyim…

 

 

 

 

Dün Behzat Ç. bugün Kızıl Goncalar

Dün Behzat Ç. bugün Kızıl Goncalar

Ergenekon-Balyoz soruşturmaları havalarda uçuşuyordu.

Askerler, gazeteciler, emniyetçiler, bilim adamları…

Önce FETÖ’nün yayın organlarında hedef gösteriliyor, ardından sabaha karşı gözaltına alınıp Silivri zindanlarında çürümeye bırakılıyordu.

O sıralarda Türkiye’de bir dizi fırtına gibi esiyordu. “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” reytingleri alt üst ediyordu. Dizide bir grup polisin cinayetleri çözerken, özel hayatlarında da nasıl vur patlasın çal oynasın yaşadıkları gösteriliyordu.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) sopayı çıkarmakta gecikmedi. Diziye türlü türlü baskı gelmeye başlayınca yayın saatini adeta gece yarısına çektiler. Ama dizi ve yapımcısı Serdar Akar, uslu durmuyordu. Çünkü Başkomiser Behzat Ç. alemlere akmaktan sıkılmış, emniyetin içerisindeki FETÖ yapılanmasının peşine düşmüştü.

FETÖ’nün yayın organları dizinin Türk aile yapısını nasıl bozduğundan, polislerin dizide alkol aldığından, bir başkomiser ile savcının nikahsız yaşamasının toplum yapısını nasıl bozduğundan falan dert yanarken, en tepeden, kendisini daha sonra “ahmak” olarak tanımlayan Bülent Arınç’ın sesi duyuldu. Şöyle diyordu Arınç:

Behzat Ç.’yi yayınlayan kanala alkol ve sigarayı özendirmek, ahlaki gelişime zarar verecek türde yayınları gençlerin izleyebileceği zaman diliminde yayınlamaktan iki kez ceza verdik. Yayınları dikkatle takip ediyoruz.”

Amaç gece yarısı yayınlanan dizideki alkol ve sigara sahneleri değildi tabii ki… Sıkıntı, o dönem adı “Hizmet Hareketi-Cemaat” olan FETÖ’nün emniyet içerisine nasıl sızdığının ucundan kenarından televizyon ekranında anlatılmasıydı.

Bazıları bu yapıya henüz o günlerde terör örgütü derken, bazıları Meclis kürsüsünden Ergenekon davasının savcılığına soyunuyordu. RTÜK’ten sorumlu Arınç da “hizmet hareketi” olarak adlandırdığı FETÖ’yü yere göğe sığdıramıyordu.

Behzat Ç. ve Serdar Akar’ın ne haddineydi FETÖ’nün gerçek niyetini anlatmaya kalkmak! Nitekim eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in dediği gibi, FETÖ’nün devlet içerisine sızma iddiasına kargaların bile güldüğü günlerden geçiyorduk.

İktidar ile FETÖ arasındaki kabak kırılınca 17-25 Aralık soruşturması, arkasından da 15 Temmuz hain darbe girişimi geldi. 251 insanımız şehit düştü. Tüm bunları yaşamış iktidarımızın bunlardan ders çıkarmasını bekledik.

Dün Behzat Ç.’ye saldıranların yeni hedefi bugünlerde Kızıl Goncalar adlı dizi.

Neymiş efendim oradaki sahneler bizim örf ve adetlerimize aykırıymış. Hemen RTÜK devreye girdi ve diziye ceza yağmaya başladı. RTÜK’ün Kızıl Goncalar isimli diziye kestiği cezalar ve bazı kurumlarda verilen çekim izinlerinin apar topar iptal edildiğini görüyoruz.

Ama arkasındaki niyet, Türkiye’de devleti sarıp sarmalamaya çalışan, FETÖ’nün boşalttığı devlet içerisindeki kadroları doldurmaya girişmiş, ticari olarak da holdingleşmiş tarikat ve cemaatlerin rahatsız olmaları aslında. Kızıl Goncalara yapılanlar bize anlatıyor ki iktidar FETÖ ve 15 Temmuz’dan bir gram ders almamış!

RTÜK’e buradan bir sorum var: Kızıl Goncalar’ın yapımcısı cezalardan bıkıp diziyi televizyon kanalında yayınlanmaktan vazgeçerek dijital kanallara yönelirse….

Dizi daha fazla tarikat ve cemaat eleştirisi ile dolarsa nasıl müdahale edeceksiniz çok merak ediyorum?

Küre, Kudüs, Papa ve Irak’ta ‘Aynılar Savaşı’

Küre, Kudüs, Papa ve Irak’ta ‘Aynılar Savaşı’

Devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynı olanların birbirini içten içe tükettiği bir devir…

Devir tanımlamam üzerinden giderek, Irak Başbakanı Muhammed Sudani’nin Mart 2023’te gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretine yer verdiğim yazıma dair şu özeti anımsadım:

Ortadoğu’da ve özellikle Irak’ta uzun zaman önce dağıtılan yeni kartların açılma vakti geldi…”

Coğrafya sayısız sınanma eşliğinde sabahı akşam ederken sanmayın ki batı keyif sürüyor. Avrupa ülkeleri sabrının son günlerini yaşarken, milliyetçi partiler yükselişte… Avrupa’da milliyetçilik bu saatten sonra nasıl yapılacak o da ayrı bir mesele, zira “Avrupalı” diye bir şey kalmadı. Afrika ve Ortadoğu markajındaki AB ülkelerinin milliyetçiliği büyük ihtimalle bundan sonra “Afrika ve Ortadoğu Halklarının” çekişmesine sahne olacak. Araplar, Türkler, Kürtler, Afganlar ve Siyahilerin “burası benim” diyerek Ortadoğu ve Afrika’daki çekişmelerini Avrupa’ya taşıdıklarını düşünsenize… Bence gülmeyin, çünkü bu tabloya az bir vakit kaldığı için ABD “Ortadoğu menşeli kendi kıtasını” dizayn etmeye hız verdi.

Mevcut Ortadoğu tablosuna bakınca pek çok şey gözümün önünden film şeridi gibi akıyor. Bu tabloda 3 olay var ki unutamıyorum…

RIYADH, SAUDI ARABIA – MAY 21: (—-EDITORIAL USE ONLY – MANDATORY CREDIT – “BANDAR ALGALOUD / SAUDI ROYAL COUNCIL / HANDOUT” – NO MARKETING NO ADVERTISING CAMPAIGNS – DISTRIBUTED AS A SERVICE TO CLIENTS—-)US President Donald Trump, US First lady Melania Trump (2nd R), Saudi Arabia’s King Salman bin Abdulaziz al-Saud (2nd L) and Egyptian President Abdel Fattah el-Sisi (L) put their hands on an illuminated globe during the inauguration ceremony of the Global Center for Combating Extremist Ideology in Riyadh, Saudi Arabia on May 21, 2017. ( Saudi Royal Council – Anadolu Agency )

Birincisi Trump’ın göreve gelir gelmez ziyaret ettiği Suudi Arabistan ve orada ilan ettiği “Küre İttifakı” (2017).

İkincisi ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı (2018).

Üçüncüsü Papa II. Francis’in gerçekleştirdiği Irak ziyareti ve o ziyarete özel bastırılan “Hatıra Pulu” (2021).

Küre İttifakına ve taşınmaya şahit olamasam da Papa’nın Irak ziyaretini bizzat takip etmiştim. Sistani’yi ziyaretiyle verdiği “Necef’i Kum’a tercih ediyoruz” mesajı, Irak’taki nüfusu her geçen gün azalan Hristiyanlara gösterdiği “topraklarınıza sahip çıkın ve Irak’tan ayrılmayın” desteği ve yoğun görüşme/ziyaret takvimiyle iki gününü Bağdat yönetimine ayıran Papa, ziyaretinin 3. günü sabah erken saatte Erbil’e geçmişti…

Erbil’de de yoğun bir görüşme trafiği yaşayan Papa II. Francis’e Erbil Franso Hariri Stadyumunu dolduran on binlerin coşkusu da enteresandı…

Staddaki herkes Hristiyan mıydı? Değildi. O kalabalığın belki de onda biri Hristiyan idi. Geri kalanın yoğunluğu müslüman Kürtlerdi… Dünya basını da oradaydı. Halaylar ve zılgıtlar eşliğinde Franso Hariri Stadyumuna giren Papa, o gün orada yaptığı konuşmada “biz hiç gitmedik hep buradaydık aslında. Geçmiş tarihimize ait herkes ve her şey hiç gitmemiş gibi şu an aramızda bizimle. Bugün yeni ve güçlü bir başlangıç” özetini aktarıyordu…

Papa’nın Erbil ziyaretinde öne çıkan “Pul Krizi” tıpkı “Trump’ın Küresi” gibi bir anda dünya gündemine oturmuştu ve herkesi şok etmişti. Tesadüf müydü? Yorumu size bırakıyorum…

Ukrayna-Rusya Savaşı ve İsrail’in Filistinlilere yönelik başlattığı saldırılar da tesadüf değildi, tıpkı Kasım Süleymani’yi anma töreninde yapılan bombalı saldırılar gibi ya da Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak’ta zincirleme bir şekilde ortaya çıkan ABD üslerine yönelik “zaiyatsız saldırılar” gibi…

Yazımın başında belirttiğim gibi “devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynı olanların birbirini içten içe tükettiği bir devir…”

Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürüldüğü an nasıl ki “bu saldırı Şii-Şii çekişmesinin bir sonucudur” dediysem şimdi de “İran, hala faal ve güçlü olan Süleymani güçlerine/taraftarlarına yönelik bir göz dağı vermek istedi” diyorum…

Devir “aynı olanların birbirine kılıç çektiği” bir devir. Ortadoğu’da iyice beliren aynıların savaşı Araplar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Şiiler arasında artan bir şiddetle devam ediyor… Bu çekişme bölgede yeni güçlerin ve ittifakların belirteceğini de işaret ediyor…

Evet, Irak Başbakanı Muhammed Sudani’nin Türkiye ziyaretini yorumladığım yazımda “yeni kartlar açıldı” demiştim. Ki sonrasında bu tanımlamam tüm dünyaya mal oldu ve herkes Ortadoğu-Irak yorumlarında “yeni kartlar” tanımlamamı fazlasıyla kullanmaya başladı.

Peki ya Türkiye? Türkiye’nin eldeki veriler doğrultusunda yeni kartları doğru tahmin etmesi, yükselen dengelere yönelik yeni stratejiler belirlemesi ve kendi menfaatlerini gözeten denklem ihtimallerini belirlemesi-geliştirmesi-test etmeye başlaması gerekiyor…

Bir daha ki yazımda Irak’ta devam eden “aynıların savaşıyla” birlikte yükselen güçlerin nedenlerine-nasıllarına-sonralarına ve bize yönelik kısımlarına dair ipuçlarına değineceğim…

Selçuk Türkoğlu çıtayı yükseltmiş…

Selçuk Türkoğlu çıtayı yükseltmiş…

Meral Akşener’in ikisi merkez ilçe olmak üzere 5 ilçe belediye başkan adayı dışında yerel seçim yarışına katılacak tüm adaylarının ellerini tek tek havaya kaldırdığı aday tanıtım toplantısından bildiriyorum…

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin küçük salonlarından birinde gerçekleştirilen toplantının partideki erimeyi gizlemek için bir illüzyondan yararlanmak üzere böyle bir mekan tercihi ile düzenlendiğini sanmayalım diye yapıldı ilk açıklama; ‘Genel Başkanın takvimine uygun olan 5 Ocak günü boş olan tek salon olduğu için buradayız’

Genel başkanların programları yoğun, yerel seçim heyecanı yüksek, durumu aldık, kabul ettik, salon da doldu taştı zaten, fakat benim gibi İYİ Parti’nin geçtiğimiz Ramazan ayında verdiği iftar programını takip edenlerin gördükleri coşkunun bu kez yaşanmadığını söylemekte de yarar var.

Genel seçim sürecinde yaşananlar neticesinde partiden uzaklaşan ve akademik hayata geri dönen Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu’nu aradı gözlerim, ancak nafile… Benzer süreçlerden geçen Ahmet Kamil Erozan ise protokoldeki yerini almıştı. Adayların isimlerinin tek tek okunmasından önce protokolün kürsüye daveti sırasında adı söylenmediği için yerinde kalan Erozan’ı durumu fark edince Akşener’in özellikle kürsüye çağırdığını da belirtelim de herkes ilişkilerin hangi noktada olduğunu anlasın…

Tüm gecenin yıldızı en parlayan isminin İYİ Parti Bursa Milletvekili ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu olduğunu tahmin edersiniz zaten. Neredeyse tüm salonu tek tek selamladı, bazılarıyla kısa sohbetler etti. Bu durumda Türkoğlu’nun tüm gücüyle sahada olması halinin rakiplerini zorlayacağının ilk işaretlerini de almış olduk.

Küçük bir not olarak düşmekte yarar var; İYİ Parti’nin Bursa’da bunca yoğun çalışmaya karşılık elbette bir oy potansiyeli mevcut, hem de tüm erimeye rağmen. Önemli olan soru şu; bu oy potansiyeli hangi siyasi partiye gidecekken İYİ Parti’yi tercih eden kitleye ait?

Dönelim; “Ben en zorlu zamanlarda bu şehre gelip moral bulup gitmişimdir” diyerek konuşmasına başlayan, salona girişinde çiçeklerle karşılanan, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in kürsüden neler anlattığına, daha doğrusu anlattıklarının nasıl bir mantık üzerine kurgulandığına…

Konuşmanın bütününden çok mantığını anlamak burada önem taşıyor, zira mantığı yok sayarsak konuşmanın bütünü metaforlardan ve hikayelerden ibaretmiş gibi duruyor…

Efendim Akşener özetle şöyle diyor; ‘Toplumu ikiye bölen, ayrıştırıcı politik ortamda politika yapmak bir üretkenlik de gerektirmediğinden hayli kolay bir yoldur. Bu yolla toplum ve vatandaş bir adım ileriye gidemez, hatta olduğu yerde itişip kakışırken bir de sürekli eşelendikleri toprak üzerinde dibe battıkça batarlar. Olan vatandaşa olur, küpünü dolduran da doldurur, bu hikaye böyle sürer gider… Yıllarca iki kutuplu siyaset bu biçimde gitmiş ve aslında sürekli birbirinden şikayetçi gibi görünen iki grup da hallerinden çok memnunlarmış. Üçüncü bir yol olarak biz ortaya çıktık ve siyasetin bu biçimde yapılmayacağını, toplum yararının ön plana koyulması gerektiğini, toplumun tüm kesimlerinin kucaklanması bir yana, projeler üzerinden bir yarışın sürdürülmesinin elzem olduğunu söyledik. Herkesin rahatını bozduk…’

Konuşmanın ana fikri benim bakış açımla tam olarak böyledir. Elbette Akşener’in konuşması çok daha salonun gönlünü çelen, hikayelerle süslü bir anlatıma sahipti. Ben kısadan kestim, öyle düşünelim…

Sonuç olarak Akşener, neden ‘özü başına’ diye tutturduklarını açıklamış oldu ve adaylara seslenerek durumu aynen bu biçimde vatandaşa da açıklamalarını istedi. Elbette adaylar bunu yapmak için çalışacaklardır. Fakat yaşadıkları hayatının bir parçası haline gelen vatandaş ne kadar anlayacaktır, Akşener’in dediği gibi, ‘sağ kulağı da sol kulağı da çekecek midir?’ onu tam kestiremiyorum.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in; “Üçüncü yol biziz. Bursa’da AK Parti’ye ve CHP’ye gıcık olan da Selçuk Türkoğlu’nu destekleyecek. Bursa’daki yolsuzlukları konuşabildik mi? Konuşacağız!” sözleri daha önceki yazılarımda bahsettiğim bir konuya gönderme yapıyordu aslında.

Hemen hatırlatalım, İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in İYİ Parti Nilüfer Belediye Başkan Adaylığı için adı konuşuluyordu, halen de konuşuluyor, konu rafa kalkmış değil, sadece bazı parametrelerin olgunlaşması bekleniyor. Eğer durum beklendiği gibi gelişirse, İYİ Parti’nin Nilüfer Belediye Başkan Adayı Şimşek olacak büyük ihtimalle.

Yine hatırlatalım, İYİ Parti’nin açıklamadığı belediye başkan adayları arasında Yıldırım ve Nilüfer gibi iki büyük merkez ilçe de var…

Gelelim, benim kanaatimce yerel seçimleri önümüzdeki süreçte en renkli hale getirecek sima olan İYİ Parti Bursa Milletvekili ve İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’nun konuşmasına.

Kürsüye çıkar çıkmaz Genel Başkandan müsaade isteyen ve ceketini çıkaran Türkoğlu, biz gazetecilerde, ‘bu ceket çıkarma işi de moda oldu’ izlenimi uyandırsa da çıtayı bir üst basamağa taşıdığını fark ettirdi hemen.

Elinde bir süpürge, bir faraş, üzerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi Temizlik İşleri görevlilerinin giydiği bir üniforma ile konuşmasını yapan Türkoğlu;

Bursa’yı bu çerden, çöpten, pislikten temizleyeceğim, Bursa son 20 yılda kirlendi. Havamız, suyumuz, ovamız, yer, gök, Uludağ kirlendi. Efsane Bursa ovasını bitirdiler, sıra Uludağ’ı ranta açmaya geldi. Yeşil Bursa’ydı, beton Bursa oldu” diye başladı.

Sonra da çok yerinde, ben dahil aklı selimde buluşan herkesin sıklıkla vurguladığı bir noktaya parmak bastı;

Şehrimizin bütün sorunu plansızlıktır. Bursa’nın plansız olduğu, çıplak gözle bile görülmektedir. 1/100 binlik plan şehrin anayasasıdır. Tıpkı anayasayı tanımadıkları gibi, şehrin de anayasasını yapmıyorlar. Plan olmadığı için hiçbir şey yapamazsınız. 2050 Çevre düzeni planını hayata geçireceğiz!”

Sadece bu vaat bile Türkoğlu’nun belediyeciliğe ısınmaya başladığının göstergesi.

Üstelik İYİ Parti’nin şehir yönetimi denildiğinde şöyle bir avantajı var, yeni jargonla söyleyelim; bagajı boş.

Önümüzdeki süreç ne gösterir elbette bilinmez. Siyaset bu…

Bilinen tek bir gerçeklik söyleyebilirim bu geceden kalan, bu seçimler çok renkli geçecek…

24 saat olmadı, ne umduk ne bulduk!

24 saat olmadı, ne umduk ne bulduk!

Siyasette 24 saat bile çok şeye gebedir sözünün doğruluğunu kanıtlayan günlerden birini yaşıyoruz. Maşallah günün beti bereketi de öyle çok ki, ne iktidarı ayırıyor ne muhalefeti…

BUSKİ’den yapılan açıklama ile birlikte gündeme bomba gibi düşen ve düştüğü yerden kalkamayacak kadar ağır olduğuna kanaat getirdiğim yolsuzluk dosyasının kapağının aralanması bile AK Parti genel merkezinde fırtına estirmeye yetince, belediye başkan adaylığına neredeyse kesin gözüyle bakılan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın koltuktaki ikinci dönemi bir anda tehlikeye girdi.

Fakat kulisler işin bu kadarla bitmediğinin de bilgisini veriyordu yaklaşık bir haftadır.

Efendim, öğrendiğimiz kadarıyla daha önce İYİ Parti ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olma konusunda flörtleşen ve İl Başkanı Mehmet Hasanoğlu’nun net tavrı neticesinde diyalogları kesilen geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bu kez Yeniden Refah Partisi ile pek bir yakınlaşmış.

Metal yorgunluğu bahane edilerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine istifa eden Altepe’nin Bursa’da belirli bir yüzdelik kesime hitap ettiği ve seçim sath-ı mailinde her bir oyun dahi kıymetli olduğu düşünüldüğünde, kendisinin başkan adaylığından vazgeçmesi halinde önemli bir görevde değerlendirileceğine yönelik bilgiler gelmişti kulağıma.

Kısacası ‘AK Parti’den başka kapı arama, oyları bölme, seni önemli bir mevkide görevlendireceğiz’ şeklinde özetlenebilir iletilen kulisler…

Bugün bahsi olunan önemli görevlendirmenin yapıldığını duyurdu haber siteleri.

Recep Altepe, AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcılığı’na getirildi.

Konuyu iki koldan okumak lazım, ilk olarak bir süredir geri planda tutulan Recep Altepe itibarına kavuştu diyebiliriz. Üzerindeki yorgunluğu da atmış olsa gerek ki, son derece aktif ve sorumluluk gerektiren bir noktada görüyoruz kendisini.

İkinci olarak, Altepe’nin aday olarak seçimlerde boy gösterip Cumhur İttifakının oylarını bölmesinin önüne geçilirken, diğer yandan özellikle Bursa’da Altepe’nin aday olarak görmek istemediği isimlerin de adaylık umutlarının sonuna gelindi denilebilir.

Çok değil, en fazla 10 gün içinde öğreneceğiz bizi yakından ilgilendiren AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’nın kim olduğunu, adayın elinin düzenlenecek aday tanıtım toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kaldırılmasıyla da dananın kuyruğu kopacak hayırlısıyla.

Bu kadar iktidar kulisi yeter…

Gelelim muhalefette, özellikle de ana muhalefet partisi CHP’de neler olduğuna…

Bugün itibariyle Osmangazi Belediye Başkan Adayı olarak Erkan Aydın’ın ilanını dört gözle bekleyen CHP örgütü bir hafta daha bekleyecek sanırım. Aldığım bilgilere göre isimde bir değişiklik yok. Şimdilik Nilüfer Belediye Başkan Adayı olarak Turgay Erdem, Osmangazi Belediye Başkan Adayı olarak Erkan Aydın isimlerini gösteriyor ibre.

Ertelemenin nedeni CHP Genel Merkezinde Can Atalay Dosyası ve Anayasa Mahkemesinin verdiği kararların tanınmaması konusunda ciddi bir çalışma yürütülecek olması. Birkaç gün için adeta teyakkuza geçecek olan genel merkezde tüm kurmayların bu çalışmaya konsantre olması ve atılacak doğru adımların belirlenerek harekete geçilmesi planlanıyor.

Adaylık açıklaması da bu nedenle bir sonraki haftaya kalmış durumda.

Muhalefet demişken İYİ Parti’yi de unutmayalım ve yarın Bursa’yı ziyaret edecek olan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in partisinin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nu açıklayacağını hatırlatalım, sonra da kulislerin açık yakasını şimdilik kapatalım…

‘Ceketimi koysam’ seçimi

‘Ceketimi koysam’ seçimi

Parti ayrımı yapmadan, iktidarını muhalefetini ayrı tutmadan söylüyorum ki, Bursa’nın makus talihi ‘ceketimi koysam seçtiririm’ mantığı ile ilerlenen seçim bölgeleri zihniyetinden çıkılamaması nedeniyle bir türlü dönmüyor.

Bu mantıkla girilen seçimlerde hangi belediyeleri hangi partinin alacağı belli. Hani öyle ki, bazı ilçelere bazı partilerin aday bulması dahi zora giriyor. Dolayısıyla partiler arasında bir hizmet yarışından daha ziyade parti içinde, özellikle de genel merkez düzeyinde bir aday olma yarışı hüküm sürüyor ortalıkta.

Sonrası malum…

Ceketi koyuyorlar…

İyi güzel de, ceket icraat yapmıyor, ceket proje üretmiyor, ceket şehrin lobisinin güçlü bir biçimde Ankara’da yatırım bulmasını sağlamıyor, ceket şehri bir adım ileri taşımak için gelecek 10-20-30-40 hatta 50 yılı planlamıyor…

Adı üstünde, ceket işte!

Adayların açıklanma süreci yaklaştıkça aday adayları arasındaki yarış da daha bir hızlanıyor…

Mesela, BUSKİ skandalı diyebileceğimiz, kamuoyuna gönderilen mini mini bir açıklama ile geçiştirilmeye çalışılan, aslında bal gibi bir yolsuzluk dosyasının kapağının aralandığına ilişkin bilgilendirmenin ortaya çıkışı ve şimdilik ustaca bir salvo ile ötelenmesi boşuna değil…

Mesela, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ın adaylığının açıklandığını düşünmemize yol açan, ‘Mudanya’da kaldığımız yerden yola devam’ yazılı afişinin, bu afişle oluşturulmak istenen algının, bu algı ile oynanmaya çalışılmasının ve kamuoyunu bu afişe tepki göstermeye yönlendirmenin ucunun dokunduğu işler boşuna değil…

Mesela, Nilüfer’de ‘hangi partinin adayı’ cümlesi yerine ‘kimin adayı’ cümlesinin kuruluyor olması, bu cümlenin etrafına para, liyakat, dosyalar, anket sonuçları gibi kavramların serpiştirilmesi boşuna değil…

İlk ‘mesela’dan başlayalım öyleyse. Bir süredir konuşulan ve dün itibariyle yapılan açıklamada; ‘size bu kadar bilgi yeter’ denilerek işin bilgilendirme kısmı seçimden sonraya ertelenen dosya AK Parti’nin içini bir miktar karıştırmışa benziyor.

Bir önceki yazımda yazmıştım, bazı bilgiler ışığında yeniden değerlendirecekler adayları diye. Tam da bu durumdan bahsetmeye çalışıyordum. Bilgiler aşikar olduğundan Hakan Çavuşoğlu isminin yeniden gündeme geldiğini, Alinur Aktaş ismine yeniden rakip olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Gelelim ikinci ‘mesela’ya…

Hepimiz biliyoruz ki, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, partisi tarafından Mudanya’da bir dönem daha aday gösterileceğinden son derece emin. Gerek genel merkezdeki bağlantıları, yani Veli Ağbaba ile olan yakın ilişkileri, gerekse şimdiye kadar ortaya koyduğu dürüst yönetim neticesinde başkanlık koltuğunun kendi hakkı olduğu kanaatinde Türkyılmaz.

Ancak yönetim anlayışında hiçbir esneklik göstermemesi gerekçesi ile kendi partilileri dahil pek çok isim bunun tam tersini düşünüyor. İddialara göre memnuniyet anketinin sonuçları da Türkyılmaz’ı işaret etmiyor. (Gerçi bu nasıl memnuniyet anketidir, herkese başka bir ismi işaret ediyor, işin o tarafı da biraz kafa karıştırıcı, ama şimdilik kulislerde konuşulanlar bunlar) Hal böyle olunca, Türkyılmaz’ın özellikle parti logosunu da taşımayan bir afiş ile ‘kaldığımız yerden devam’ demesi bir kez daha adayım algısını güçlendiriyor. Afişte CHP logosunun bulunmaması ise kulislerde çarpıcı bir iddiaya neden oluyor. ‘Hayri Türkyılmaz, İYİ Parti’den aday olurum demek istiyor’ diye konuşuyor fısıltı gazeteleri…

Olur mu?

Hiç sanmıyorum, ama konunun böyle konuşulması dahi içinde bulunduğumuz süreçte önemli. Bu da bir algı yönetme biçimi…

Gelelim son ‘mesela’ya…

Nasıl ki, Bursa Büyükşehir Belediyesi için AK Parti cephesi ‘garanti bizim’ diyorsa, Nilüfer için de CHP ‘garanti bizim’ cümlesini kuruyor. Dolayısıyla parti içinde aday adayları arasındaki en yoğun çekişme de Nilüfer için yaşanıyor.

Genel merkezin ‘memnuniyet anketi sonuçları yüzde 50’nin üzerinde olan belediye başkanlarına dokunulmayacak, doğrudan aday gösterilecekler’ kararı burada çok etkili. Memnuniyet anketi sonuçları Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in lehine. Dolayısıyla başkanlığına kesin gözüyle bakılıyor. Yine de adaylık açıklaması kesin olarak yapılana kadar, yani son 24 saat dahi siyasette çok şeye gebe, hatta son 24 dakika bile pek çok şeyi değiştirebilir. Bu nedenle Erdem’in karşısındaki rakiplerini de hafife almamak lazım.

Tam da bu noktada, tecrübe, liyakat, vizyon ve şehri yönetme kabiliyetini bir arada barındıran bir belediye başkanı talep etmek Nilüfer’de yaşayan biri olarak en doğal hakkım diye düşünüyorum.

Bu arada bir süredir kulislerde merakla beklenen soru yanıt bulmuş görünüyor. CHP Osmangazi İlçesinde bir kez daha Erkan Aydın ile girecek seçime. Hatırlatalım, Aydın aday adaylığı başvurusunda özellikle bir ilçe belirtmemiş, hatta genel merkeze ‘beni seçilebileceğim bir yerde değerlendirin’ ricasında bulundu söylentileri yayılmıştı. Genel merkez, Aydın’ın seçilebileceği yerin Osmangazi olduğu yönünde karar verdi anlaşılan.

Kulisleri aktardığımıza ve tüm bu ‘mesela’lardan ari olarak; kişilerin, kişilerin mali durumlarının, kişilerin birbirleri üzerinde baskı oluşturma yeteneklerinin, kişilerin partilerinin genel merkezindeki yüksek mertebeli tanıdıklarının ve kişilerin diğer belediyecilikle ilgili olmayan becerilerinin değil de projelerinin ve yönetici olma kabiliyetlerinin yarıştığı bir yerel seçim temenni ettiğimi belirtmek isterim.

En doğal hakkım, iyi yönetilen bir ilçe ve iyi yönetilen bir şehirde yaşamak…

Bir süredir şehir olarak iyi yönetilmeye hasretiz sonuçta…

NOT: Zam oranları bu kez maaşlar için açıklanıyor. TBMM’nin emekli olan ve halen vekillik yapan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile çift dikiş vekilleri, 147 bin liradan 230 bin liraya yükselen maaşlarından memnunlardır herhalde.

Emekli de gözünü dikmiş refah payı bekliyor…

Bekleyelim bakalım hep birlikte, ömrümüz geçiyor beklemekle…

Belediyeciliğin iki sırrı

Belediyeciliğin iki sırrı

Seçimlere kadar daldaki keklik, seçimlerden sonra eldeki keklik muamelesi görmeyi kaderi sayan Bursa’da belediye başkan adaylarının açıklanacağı sürece kadar yoğun bir çekişme hali gözlüyoruz, iktidar ve muhalefet partilerinde.

Bir yandan parti içinde aday adaylarının çekişmelerine sahne oluyor manzara, bir yandan rakiplerle mücadeleye girişiliyor. Tabii aday bulunamayan, aday olmakta nazlanan derken uzayıp giden listeyi saymakla bitiremeyeceğimi de söylemem lazım…

Bu ayın sonuna kadar tüm adaylarını açıklayacağı bilgisini kulislere yayan AK Parti, son kertede duyuruyu 15 gün kadar öteledi, üstte söylenen adayların açıklanmasının bir gövde gösterisine dönüştürmek istenmesi olsa da, altta, yani kulislerde öyle çok şey konuşuluyor ki…

İşin özü; kritik olarak görülen, içine Bursa’nın da dahil olduğu illerde bir kez daha eldeki tüm parametrelerin gözden geçirilmesi istenmiş, yeni bilgiler ışığında yeni bir değerlendirme kararı alınmış desem çok da yanlış yapmam sanırım…

Bursa’dan Külliye’ye doğru yoğun bilgi akışı olduğunun altını çizmeye gerek yok bence…

Konunun karmaşık taraflarını şöylece ayırırsak, AK Parti cenahında sessiz ve derinden, aynı zamanda kendinden emin ilerleyişi ile biraz da rakiplerini ürküten bir isim var, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz.

Bir yandan Yıldırım Belediyesi’nin çalışmalarına hiç ara vermeden devam eden, diğer yandan kendi bölgesindeki iddiasını sürdürerek ‘Ben doğal adayım. Elbette siyasi büyüklerimizin takdiridir. Ancak biz şu anda 2024-2029 arasında Yıldırım’da neler yapacağımızı planlıyoruz’ diyebilecek kadar kendine güvenli Yılmaz.

Yıldırım’da iki önemli iş yaptı geçtiğimiz beş yılda başkan. Bunlardan biri elbette kentsel dönüşüm projeleriydi. Vatandaşla uzlaşı içinde sürdürmeye çalıştığı projelerde büyük oranda başarı sağlayan Yılmaz, belki bu dönem ‘hep ana arterlerin üzerinde dönüşüm yaptı, iç bölgelere girmedi’ eleştirisi ile karşı karşıya kaldı, ancak ben önümüzdeki dönem domino etkisi ile iç bölgelerde de benzeri dönüşümlerin yapılacağına olan inancımı korumak istiyorum.

Çünkü görüyorum ki, Oktay Yılmaz’ın hedefi, öncelikle dönüşümler sayesinde Yıldırım’da güvenliği ve cazibeyi artırmak, ardından ilçenin diğer ihtiyaçlarının karşılanması için gereken adımları atmak.

Gelelim ikinci önemli işe; AK Parti’nin şimdiye kadar gayet iyi başardığı sosyal belediyecilik anlayışını bir ileri basamağa taşımayı başardı Başkan Yılmaz.

Şimdiye kadar sosyal belediyecilik denilerek sadece ihtiyaç sahiplerine yardımlar yapılıyordu ve bu yardımlar sayesinde partiye bir de gönül borcu oluşturuluyordu. Ben bundan bahsetmiyorum. Yardımlar artık tüm belediyelerin olmazsa olmazı haline geldi zaten. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durum, pek çok ailenin yardımsız ayakta kalamamasını getiriyor önümüze.

Benim bahsettiğim, ihtiyaç sahibi ailelerin ekonomik gücü yerinde olan vatandaşlarla benzer imkanlarda sosyal yaşam alanlarına kavuşmalarını sağlamaya, sporundan eğitimine kadar her alanda paralel ilerleyen imkanlar sunmaya yönelik projeler.

Uyumayan kütüphanelerden tutun da kadın ve çocukların ağırlıklı olarak yararlanabildiği spor salonlarına ve belediye sosyal tesislerine kadar pek çok hizmet bir kez daha bizi aynı düzleme getiriyor; Yıldırım’ın daha güvenli ve daha cazip bir yer haline gelmesi adımının atılması ile pek çok gelişmenin kapısı aralanacak.

default

Bu projelerden biri olan Dr. Sadık Ahmet Gençlik ve Spor Merkezi’nin proje tanıtım toplantısında bir araya geldik Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz ile.

25 yıldır halısaha ve yüzme havuzu olarak kullanılan mekanı gençlerin, kadınların, çocukların ve elbette erkeklerin de hizmetine sunmak için içinde birkaç ayrı alan barındıran bir projeden bahsediyoruz.

Kadın spor merkezi, kapalı yarı olimpik havuzu, çocukların bireysel antrenman yapabilecekleri alanı, 42 araçlık otoparkı, duşları, kafeteryası ve gençlik merkezi ile Yıldırım’ı kucaklayan bir proje olacağını düşünüyorum.

Burada çok önemli başka bir detay da var, genellikle bu tip projeler kamu yararı olarak başlar, başkalarının yararı olarak sonlandırılır. Kamu işin içinde kendine yer bulmaya çalışırken, ticaret erbapları geniş geniş alanları kullanır, bir bakmışsınız sosyal tesis olmuş sana ticaret merkezi

Oktay Yılmaz bu konudaki hassasiyetini şöyle dile getiriyor;

“Burayı kat karşılığı yapmak yönünde, ticari alanlar oluşturmak yönünde teklifler geldi. Fakat biz Yıldırım kazansın diye bu teklifleri kabul etmeyerek ciddi bir yatırımla bu tesisi kazandırmayı hedefledik. Dönüşüme kendi kamu binalarımızdan başlamış olduk. Burası yazılım, bilişim ve girişimcilik eğitimlerinin de alınacağı özel bir tesis olacak. Kentsel dönüşüm çalışmalarımızda da benzeri bir amaç güdüyoruz. Eğitim Caddesi’ndeki kat yüksekliğini 12’den 8’e düşürdük. Yoğunluğu artırmak ilerleyen zamanlarda sizi farklı problemlerle karşı karşıya bırakacaktır. Biz kente 20-30 yıl sonra sorun bırakmak istemiyoruz, bunun yerine insanın ruhunu okşayan, göze hitap eden mekanlar oluşturmaya çabalıyoruz”

Dedim ya, hem ülkemizde hem de şehrimizde pek çok noktada olduğu gibi Yıldırım için de spor sadece spor değil, eğitim merkezleri de sadece eğitim merkezi değil aslında. Sözlerinin arasında; ‘Her türlü bağımlılığın önüne geçtiğimiz alanlar buralar’ diyen Başkan çok doğru bir noktaya temas ediyor.

Geliştirilen projelerle önümüzdeki dönemlere yük olmayacak adımlar atmak ve çocuklarımızı, gençlerimizi öncelemek tüm yöneticilerin ajandasında ilk sırada olmalı. Sadece bu iki düşünceyi geliştirmek bile belediyecilik açısından çok şey yapmak demek…