Demokrasi ve Birlik Derneği’nin “Türkiye Yüzyılında Kürtler” başlığı altında gerçekleştireceği seri panellerin ilki (lansman paneli) Kasım 2022’de Ankara’da gerçekleşmişti.
Panelde Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve ben de konuşmacılar arasında yer alıyorduk. Tek kadın panelisttim…
İki oturum halinde gerçekleşen Ankara panelinde Kürt siyasetçiler, yazarlar ve fikir insanları onlarca yıldır devam eden sorunları ve bu sorunlara dair çözüm önerilerini aktarıyordu.
O günkü konuşmamda ve sonrasında köşeme taşıdığım yazılarımda sorunlar-çözümler tespitlerimi sunarken “iki önemli sorun” başlığının altını da kalın çizgilerle işaretlemiştim.
O gün o salonda bulunan/bulunmayan, Kürt meselesine dair onlarca yıldır yazan-konuşan-siyaset üreten isimlere yönelik altını çizdiğim “iki önemli sorunu” şöyle aktarmıştım.
“Onlarca yıldır aynı konu etrafında cümleler zikrediliyor olmasına rağmen halen ortada duran bir mesele var. Kırk yıldır konuştuklarınız bir çözüm getirmediyse o cümleleri bir kenara bırakmanız ve güncel nabzı doğru okumanız gerekiyor artık. Sonrasında da güncel veriler doğrultusunda yeni cümlelere ihtiyacı var Kürt siyasetinin… İkinci sorun da tüm panelistlerin kendisine ayrılan sürenin daha fazlasını isteyerek uzun uzun konuşması. Konuşmalarınızı daha kısa tutmanızı ve salondakileri dinlemenizi, anlamanızı, zihinlerindeki soruları cevaplamanızı, toplumun güncel sosyolojisini alıp fikri-zikri beslenmenizi isterdim…”
Konuşmamda bu cümlelere neden mi kullanmıştım?
Yaklaşık kırk yıldır aynı kitaplar, aynı isimler, aynı cümleler, aynı “sözde çözüm” fikirleri, aynı kısır döngüler arasında bir çıkmaza hapsedildi Türkiyeli’nin huzuru!
Ve en önemlisi tıpkı o gün o salonda olduğu gibi işin içindekiler vatandaşın zihnindekilere, yüreğindekilere, dilindekilere kulak vermemiş sadece kendileri konuşmuştu onlarca yıldır…
”Ey cemaati Kürt, ne istersiniz?” diyen olmamıştı!
Geçtiğimiz günlerde Hüda Par Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zekeriya Yapıcıoğlu’nun yaptığı “özerklik” yorumu üzerine Ankara’da birlikte konuşmacı olduğumuz panelde dile getirdiğim “güncellenememe-toplumu doğru okuyamama” sorunlarını anımsadım.
Hüda Par’ın aktif siyasete ve Meclis’e girmesini sıcak karşılamıştım ve seçim öncesinde de bu düşüncemi her mecrada belirtmiştim. Kürtlerin HDP/DEM/Yeşil Sol ve türevi partilerin markajından kurtulması için Kürt siyaset yelpazesinin genişlemesi / farklı bakış açıları kazanması demokrasi adına önemliydi çünkü. Demokrasi adına bizlerin desteğini esirgemediği Hüda Par’ın; Ortadoğu’nun kaynayıp kabardığı, küresel enflasyonun zirve yaptığı, gençlerin iş, işverenin kalifiye eleman aradığı, anayasanın ve cezai yaptırımların ihtiyaçları karşılamadığı böylesi bir süreçte çıkıp da “özerklik” anlayışını gündeme taşıması inanıyorum ki benim gibi pek çok demokrasi savunucusunu hayal kırıklığına uğrattı.
Zira Yeni Dünya Düzeni dediğimiz şey herkesi / her şeyi güncellenmeye-yenilenmeye-gelişmeye mecbur bırakıyor. Hepimiz istiyoruz ki Hüda Par da bu durumdan nasiplensin, yeni söylemler geliştirsin, ”yine mi temcit” dedirtmesin, vatandaşın güncel ihtiyaçlarını görsün, daha geniş kitlelere hitap edip bünyesine katsın, hepimizin “acaba ne projeleri var” diyerek merakla yönelmesini sağlasın…
Evet Kürt siyaseti güncel okumalar ve söylemler geliştirmek zorunda artık, zira siyasetçilerin onlarca yıldır dile getirdiği özerklik cümlelerinin geçmişte olduğu gibi günümüz Kürtlerinde de hiçbir karşılığı yok.
Yeri gelmişken tam aksi yöndeki bir öngörümü hemen belirtmek istiyorum; bu kısır döngülerden bıkan, kalkınan, pek çok başlıkta doğu ile arasındaki çıtayı açan batı bölgeleri, doğuyu ve güneydoğuyu bizden ayırın diyecek benden söylemesi….
Bursa yerel seçimlerde iki büyük partinin, AK Parti ve CHP’nin kapışmasına sahne olacak Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi.
CHP’nin büyükşehir adayı belli olmakla birlikte ilçe belediyelerindeki aday açıklamaları halen gerçekleşmedi. Bir duyuma göre adayların tamamının açıklanması Ocak ayının yarısını bulabilir.
Bunu iki biçimde yorumlamak gerekiyor, ilk olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in titiz bir anket çalışması yürüttüğü biliniyor, bunun dışında adaylar konusunda Özel ve İmamoğlu ekiplerinin uzlaşıya varması gerektiği gerçekliği de tüm çıplaklığı ile duruyor. Süreç her iki koldan da yürütülmeye çalışılınca biraz yavaş ilerlemesi normal.
Bir de CHP’nin bazı ilçelerde aday enflasyonu yaşarken bazı ilçelerde aday bulmakta zorlandığı, özellikle Yıldırım konusunda hem Büyükşehir için oy devşirecek hem de mümkünse Yıldırım’ı kazanacak aday arayışında olduğu biliniyor. Tek bir isim konuşuluyor kulislerde Yıldırım için; Orhan Sarıbal!
AK Parti’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayının ise bu hafta sonu açıklanması bekleniyor. Yine de sürekli ötelenen açıklama tarihleri nedeniyle pek hevesli olmamak lazım bu konuda.
AK Parti’nin MHP’ye bıraktığı ilçelerde ise seçimin enteresan sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum. Yine kesin olmamakla birlikte (çünkü kimse kulislerdeki konuşmaların kesin bilgiler olduğunu söyleyemez) Yenişehir ve Mustafakemalpaşa MHP’ye bırakılan ilçeler. Yenişehir geçtiğimiz dönem de MHP’deydi, Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar’ın da adaylık konusunda çok hevesli olmadığı biliniyordu.
Buradan yola çıkarak İYİ Parti Yenişehir Belediye Başkan Adayı Ercan Özel’in Norm Haber’e yaptığı ziyareti de değerlendirmek gerekiyor elbette.
Öncelikli olarak Yenişehir’in hak ettiği gibi yönetilmediğinden çok emin olan ve İYİ Parti rozetini çıkarıp ay yıldızlı rozeti ile tüm Yenişehir halkını kucaklayacağını söyleyen Ercan Özel, Yenişehir’de seçimi kazanır mı bilinmez, ancak MHP’li belediye başkanı Davut Aydın’ı çok zorlayacağı kesin.
2019 yılındaki yerel seçimlerde de belediye başkan adayı olan ve oldukça iyi bir oy oranı alarak seçimi kıl payı kaybeden Özel’in tıpkı CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey gibi sahadan hiç inmediğini ve ilçe başkanı olarak yaptığı muhalefetle Yenişehir’e pek çok katkıda bulunduğunu söyleyebilirim.
“Yenişehir’in sorunları çok, sorunlarını çözecek bir belediye başkanı yok. Ben bir belediyeci olarak bu göreve talibim. Yenişehir’in sorunlarını biliyorum, çözümlerini de biliyorum, halkımıza Yenişehir’in adayıyım diyorum. Geçtiğimiz seçimlerde 2 bin 600 oy ile seçimi kaybetmiştik. Aslında Yenişehir iyi hizmet alma hakkını kaybetti o seçimde. Bu seçimde seçmen sayısı arttı. Toplamda 43 bin seçmen oy kullanacak ve bu oyların 37 bini geçerli sayılacak. Ülkücü kırgın seçmen, CHP’li kırgın seçmen ve AK Partili küskün seçmenden oy alacağımızı düşünüyorum. Biz üçüncü yol olarak çıktık, bu alternatifi yarattık seçmene” diyor.
İYİ Parti’yi kasıp kavuran istifalar furyasından etkilenmeyeceğini, çünkü yerel seçimlerde vatandaşın kendisine hizmet eden isimleri seçmeye meyilli olduğunu düşünüyor Özel.
Haksız da değil…
Tüm Bursa’yı saran ileriye gitmek yerine geriye doğru ivmelenme modası Yenişehir’e de sıçramış, hatta daha da belirgin hissedilir olmuş.
Bundan 30 yıl önce beş tane sineması olan Yenişehir’in şimdilerde bir tane dahi sineması yokmuş mesela. Sosyal hayat desen ona keza…
Hepsinden geçtim, insanların en acılı günlerinde cenazelerini yıkayacakları bir gasilhaneleri dahi yok. Hastane morgunda yıkanıyor vefat edenler. Morgda sıcak su bulunamayınca, komşu ilçe olan İznik’e gidiliyor…
Ölüm acısı yaşayan vatandaşının yanında olması ve mezarlıkların bakımları ile ilgili hizmetleri konusunda çok övünen AK Partili belediyeler tarafından ihmal edilen bir tablo ile karşı karşıya Yenişehirliler…
Ercan Özel de buna güveniyor zaten. “MHP’ye bırakılan belediyelerin AK Partili belediyeler gibi hizmet almadıklarının en açık göstergesi olarak Bursa’nın karşısında duruyor Yenişehir” diyor.
Yenişehir’in tarımla kalkınacağını ve hazırladıkları projeler ile Yenişehir’de tersine göçü başlatacaklarını belirten Ercan Özel’in en akla yatkın ve başarılı olacağını düşündüğüm projesi ise şimdilerde atıl kalan Oto Test Merkezinin planlandığı alanda tarım ürünlerinin işlenmiş ürün olarak değerlendirileceği bir üretim tesisi hazırlamak.
Avrupa Birliği projelerinden yararlanarak ilçeyi susuz tarımla tanıştırmak fikri de hayli güzel. Eldeki kıt imkanları doğru kullanmak adına…
Daha pek çok projesi var Ercan Özel’in bir de büyük bir hevesi Yenişehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturmak için.
Yerel seçimlerde yarışı en yakından takip edilecek ilçelerden biri olarak Yenişehir’i ilk sıraya yazabiliriz…
Adayların açıklanmasını ise dört gözle bekliyoruz…
Genel seçimlerde başarıya çok az kalınmış olmasının en önemli nedeni, gündemi belirleyen kesimin muhalefet olması ve iktidarın mecburen belirlenen gündemin peşinde koşmaya başlamasıydı. Oysa geçtiğimiz 20 yıllık yönetim boyunca hep tam tersi olmuş, iktidarın belirlediği gündem kırıntılarının peşinden koşan muhalefet hep zayıf görülmüştü vatandaş tarafından.
Bir önceki yazımın başlığını ‘şehadetten siyaset devşirmek’ olarak koymam tam da bu yüzdendi. İktidar bir kez daha gündemi belirleyecek en önemli argümanlardan olan şehitlik mertebesinden siyaset devşirme işini eline aldı ve muhalefetin çılgınca kendini açıklama arzusu vatandaşın gözünde güçsüz lider tanımlamasının altını doldurmaya başladı.
Gençler şöyle diyor; ‘baga girdi’ elbet lugatta bir karşılığı olmayan bu saçma tanım, aslında donup kaldı ve döngüden çıkamadı anlamına geliyor. Tam da yerinde bir kullanım olabilir bu durum için.
CHP üyelerinin son yaşananların ardından en büyük korkusu, genel merkezin ‘baga girmesi’ yeniden iktidarın gerisinden gündem kırıntılarını toplamaya başlamasıydı.
Anlaşılan o ki, bir kez kırılan zincirin ikinci kez de kırılabileceğinin farkında CHP Genel Başkanı Özgür Özel.
Partisinin grup toplantısında anlattığı hikaye ve teröre karşı sözleri ile hem gündem olmayı hem de gündemin yönünü değiştirerek öne geçmeyi başardı.
“Ben neye imza atıp neye imza atmadığımı söylediğimde çıkmış birisi de bana ‘masal anlatma’ diyor, bir masal anlatayım. Ülkenin birinde zalim ve zengin bir kral yaşarmış. Kendisi zenginmiş halkı çok fakirmiş. Zenginlerin çocukları, kralın çocukları para kazanmaya devam eder, fakirlerin çocukları da ölmeye devam edermiş. Bu hikaye bu ülkede sürekli devam eder gidermiş. Günün birinde o ülkenin evlatları çıkmış ve şöyle söylemişler; kral çıplak dememişler, ama ‘halk fakir kral zengin. Artık yeter. Artık yeter. Artık yeter’ demişler”
Tam da asgari ücretin belirlenmesine ve ‘tensipleri ile…’ şeklinde açıklanmasına beş kala yapılan bu konuşma bence Özel’i gündemin belirleyicisi konumuna bir kez daha geçirmiştir.
‘Halk fakir, kral zengin!’ çok da doğru, çok da yerinde bir cümle…
Asgari ücretin 17 bin lira, hadi olmadı üç aşağı beş yukarısı gibi bağlanacağını bundan aylar önce yazmıştım.
Bir ekonomist asla değilim, vatandaş olarak tahmin hakkımı kullanmıştım…
Piyasanın beklentisi de bu düzeyde oluştu zaten. Fakat vatandaşın içini soğutan rakam bu olmayacak elbette. Küçük bir rakamsal veri paylaşayım sizinle; ENAG’a göre Türkiye’nin merkezi yönetim bütçesi son 3 yılda yüzde 578 artmış. Bahsi olunan rakam aynı zamanda Türkiye’nin gerçek enflasyonunu da gösteriyor.
Yatırımlarda bir artış olmadığına, hatta yatırım bütçeleri azaldığına göre bu artışın temel nedeni enflasyonist baskı.
Bu noktada asgari ücret açıklanmadan önce, ülkenin asgari ücret ve asgari ücrete komşu ücretlerle yaşayan yüzde 65’lik kesimine sormak istiyorum; sizin maaşlar ne alemde? Üç yıl önceki maaşınız ile şimdiki maaşınız arasında yüzde 578 oranında bir fark var mı?
***
BEN OLSAM O İNŞAATA BAŞLARDIM!
Geçtiğimiz günlerde Atatürk Spor Salonunun görücüye çıkan yarışma birincisi projesine yönelik eleştirileri gündeme taşımıştık. Öncelikle şunu belirtmek lazım, daha önce de iki kez ihaleye çıkan projenin ihalesi bu kez bir dosyada değişiklik yapıldığından ileri tarihe atıldı. Yeni ihale tarihi 29 Ocak.
Proje, inşaat maliyetlerinin sürekli artışı nedeniyle ihaleye hevesli müteahhit firma bulunamadığından hayata geçirilemezken, şunu da unutmamak lazım; aslında Millet Bahçesi’ne dahil edilecek olan, yani şimdilerde esamesi dahi okunmayacak olan, Atatürk Spor Salonunun kent kimliği ve ‘Atatürk’ adını korumak adına ciddi uğraşlar sonucunda Akademik Odaların yürüttüğü dialog süreci ile yeniden ve yerinde yapılması fikri rafa kalkmamıştır. Bu hem Bursa hem de Bursa halkı için ciddi bir kazanımdır.
Proje ihalesinin sürekli iptal edilmesi ya da ötelenmesi ise benim açımdan işin sürüncemede kalması ve alanın Millet Bahçesine her an dahil edilebilecek olması endişesini yaratmaktadır.
Kent kimliğinin silinmemesi adına canhıraş mücadeleler vermek zorunda kalmak ayrı bir handikapken projenin tüm ülke mimarlarına açık bir yarışma neticesinde belirlenmesi konuyu da ülke gündeminin bir parçası haline getirmiştir.
İşin bu kısmını cebimize koyduktan sonra özellikle proje üzerinden pek çok soruya maruz kalan İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in açıklamalarını aktarmak isterim.
Kent merkezinde kalan alanda zaten var olan trafik yüküne ek çok daha büyük bir trafik yükü getirmemek adına proje bölgesel bir spor salonu olarak düşünülmüş, daha sonra geliştirilen fikirlerle yine eski kapasitesinde bir salon olarak tasarlanmasına karar verilmiş. Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek;
“Biz oda olarak proje ile ilgili yarışmanın yürütücülüğü, yarışma jürisinin oluşturulması ve katılan projelerin objektif bir göz ile değerlendirilmesi birincinin seçilmesi sürecini yürüttük” diyor.
3 yıldır seçilen projenin bir türlü başlayamamış olması ise tamamen Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğunda.
Ben olsam, hazır yerel seçimler öncesinde her iki kesimden de oy almama vesile olacak böyle bir projenin startını vermek adına canımı dişime takar, belediye ve bakanlık düzeyinde tüm imkanları zorlar, ilk kazmayı bugünden vurur, temeli çoktan kazardım doğrusu…
Yıllardır kerpiç evlerin camlarına, balkonlarına asılan al bayrakla duyurulan şahadet haberlerini izlemekten öylesine yoruldu ki yüreğim, bir anne olarak artık izleyemez oldum o acılı yakarışları…
Eskiden de bizim gariban evlatlarımız yurt içinde ve yurt dışında oynanan pek çok siyasi oyunun küçük oyuncakları gibi hunharca harcanırdı, şimdi de durum hiç farklı değil, hatta bu kez durum çok daha aşikar, çok daha gizlemekten uzak, çok daha açıktan…
Uzun süredir duymuyorduk şehit haberlerini ve hep birlikte çok şükür diyorduk, çünkü yakın süreçte atlattığımız seçim döneminin hemen öncesinde al bayrağa sarılı tabutları görmekten yeterince ezilmişti içimiz.
Bazıları bu durumu eski İçişleri Bakanı’nın “Teröristlerin ayakkabı numarasını bile biliyoruz” cümlesine bağlasa da süreci yakından takip edenler örgütün sessizliğinin nedeni olarak, Suriye’deki oluşumun adımlarını parmak ucunda atıyor olmasını gösteriyordu.
Aslına bakılırsa öyle söylendiği gibi bir avuç terörist kaldığı falan yoktu, hatta başka bir aksiyon almak üzere harekete geçebilmek için korunan bir ateşkes vardı bile denilebilir.
Seçim yaklaşıp bizi birbirimize en çok kenetleyen slogan olan ‘Bayrak inmez, ezan dinmez’ söylemini yeniden canlandırmak gerektiğinde bir kez daha ateşlendi silahlar…
Aşamalara o kadar alıştık ki; ‘seçim takvimi açıklanır, adaylar belirlenir, YSK listeleri açıklar, liderler mitinglere başlar ve terör hortlar…’ şeklinde bir ilerleme artık şaşırtıcı dahi değil…
Bizim kapıdan uğurlarken aklımızın kaldığı evlatlarımızla yaşıt 21, 22 yaşındaki aslanlar…
Belli ki, yoksulluktan gelen, balkonunda iki asker durduğunda yıkılacağını sandığımız kerpiç evlerin bir işim olsun diye üç beş kuruş için “sözleşmeli er” olmak zorunda kalan o evlatları…
Şehadetleri siyasileştirilen, vatan uğruna akıttıkları kanları birleştirici olacağına ayrıştırıcı olsun diye çaba harcanan 12 evlat, içine ateş düşmüş 12 ev, evladının arkasından memül melül bakan 12 ana baba…
Bu evlatların kanlarının aktığı yolda hangi siyasi argümanın yürütüleceği de hemen ertesinde çıktı ortaya. Acımasızca…
Şehit haberlerinin ertesi günü İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı düzenlediği saldırıları kınamak için ülkenin pek çok yerinde mitingler ve yürüyüşler düzenlendi.
Bir Allah’ın kulu da Türk askerine yapılan alçakça saldırıyı kınamayı düşünmedi.
‘Yürüyüşler çok önceden planlanmıştı, şehitler var diye günü değiştiremezdik’ açıklaması geldi. Peki, kabul, Gazze’de de çok büyük acılar yaşanıyor. Anlayamadığım şu; bu yürüyüşlerde “hilafet çağrısı” yapmak da önceden belirlenmiş miydi?
Gazze’ye destek olmaya hepimiz varız, tüm insanlık da var olmalı zaten, fakat sapla samanı karıştırmamak lazım… Gazze’ye destek olacağız diyerek açılan Arapça yazılı pankartlarla Türkiye’de Anayasal düzeni değiştirmek için yürüyüş yapmak da nereden çıktı!
Şehadet gibi yüksek bir mertebenin bazılarının siyasi çıkarları için kullanılacağını da önceden biliyorduk. Süreç seçimlerle paralel ilerliyor malum…
Bu kez CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sağlığında fotoğraf çektirdiği delikanlının şehit olduğunda cenazesine katılamadı. Provokasyonları gördük, adeta vatan hainliğine varan suçlamalara da şahitlik ettik…
Bizim halkımız balık hafızalı deyince de kızıyorlar.
Oysa ne çabuk unuttular Habur’da PKK’lıların ayağına devletin savcısını, hakimini yollayıp törenle karşılatan ve göstermelik bir sorgudan sonra serbest bırakanların kim olduğunu.
Ne çabuk unuttular, ‘açılım süreci’nin varlığını, valilere; “Operasyonlara izin vermeyin!” talimatlarını, askeri kışlaya hapsedenleri, sokakları ve dahi devletin tüm kurumlarını PKK’nın insafına terk edenleri.
Ne çabuk unuttular, Diyarbakır’da büyükçe bir platformun üstünde Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses ile “Megri megri” diye türkü söyleyenleri.
Tüm bunları hatırlamıyorsanız, üstünden bir geçmiş olduk, kendinize de çok yüklenmeyin, toplumun büyük bölümü hatırlamıyor zaten olan bitenleri. İktidarın iktidar oluşunu buna borçlu olduğunu da bir kez daha söyleyelim de unutulmasın. Bir gün öyle ertesi gün böyle olmalar pek yakışıyor iktidar sahiplerine…
Bu kez yine benzer bir tehlike ile karşı karşıya kalmasak belki bu kadar da yazmazdım ve şehit ailelerinin acısını sessizce paylaşmayı tercih ederdim, fakat tam da açılım sürecinden önce yapılan konuşmalar tekrar etmeye başladı.
TBMM Genel Kurulu’nda gerçekleşen bütçe görüşmelerinde konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zekeriya Yapıcıoğlu;
“Olumlu ve olumsuz yönleriyle eyalet, özerklik ve federasyon gibi yönetim modelleri üzerine serbestçe tartışılabilmelidir diyoruz. Eğer siz okuduğunuzu anlamıyorsanız o zaman buralarda oturmayın. Eğer siz okuduğunuzu anlıyor, bile bile çarpıtıyorsanız diyecek sözüm yok, kendinize yakışanı yapıyorsunuz” diyor.
Hatırlatıyorum, çözüm süreci de tam böyle bir cümlenin ardından başlamıştı.
Olacakları önden görmek yeterince üzücü zaten, bir de o genç yaşta sönen hayatlara, 12 şehide üzülmek eklenince insanın eli kolu kalkmıyor, öyle bir acı…
Peş peşe gerçekleşen iki terör saldırısı sonucu 12 evladını şehit verdi Türkiye!
Şehitlerimizin mekanı cennet olsun ve yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum…
Başta aileleri olmak üzere yakınlarına ve ülke olarak hepimize sabırlar diliyorum…
Şöyle bir düşünüyorum da Türkiye kadar terörle uzun süre mücadele eden, maddi manevi bedel ödeyen, evlatlarını şehit ve gazi veren ve hala bir çözüme ulaşamayan başka bir ülke daha var mı? Yok!
En azından benim bildiğim kadarıyla yok.
Yaklaşık 50 yıldır devam eden terörle mücadelemiz onca tanka, tüfeğe, rokete, şehide, gaziye, gözyaşına, lanetlemeye, kınamaya rağmen bitmedi.
50 yıldır bitmeyen bir şey daha var maalesef; 20 yıl öncesi gibi olmasa da ”komple Kürtlerin potansiyel terör örgütü mensubu, destekçisi, sempatizanı olarak görülmesi!..”
Geçmişin baskıcı zihniyetinin bıraktığı miras kısmi de olsa maalesef hala aktif.
Onlarca yıldır terör bitmiyorsa ve toplumsal zeminde “Kürt Ötelemesi” hala devam ediyorsa hepimizin kendisine sorması gereken sayısız soru var demektir.
Misal ben:
Diyarbakırlı olmamakla birlikte Diyarbakır’da yaşayan, Doğu-Güneydoğu-Irak sahasında aktif bir şekilde çalışan, Kürtçe bilen, kültürel ve mezhepsel başlıklara hakim olan, bölgeyle ilgili sorunlarla birlikte çözümleri de analiz eden, yazdığı ve konuştuğu her cümlesi ortada olan, Türkiye duruşunu her zaman her yerde muhafaza eden bir siyasetbilimciyim…
Bunca “aleni duruşuma” rağmen ziyaret ettiğim çoğu şehirde ve makamda Doğu-Güneydoğu-Diyarbakır kelimelerini duyunca bana güvensizce yöneltilen “Acaba mı?” bakışlarına hala maruz kalıyorum…
Ya da Mesrur Barzani’nin Kürt Bölgesel Yönetimi’nde başlattığı kalkınma devrimini ve Kürt gençlerinin-kadınlarının gözünde nasıl önemli bir idole dönüştüğünü anlatırken-yazarken, “neden Kürtleri bu kadar çok yazıyorsun?” tepkilerine de halâ maruz kalıyorum…
Şehit olan 12 askerimizin, 12 evladımızın 6’sı Doğu ve Güneydoğu’dan boy vermişti, tıpkı nice şehidimiz gibi, tıpkı Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta olduğu gibi, tıpkı bu vatanın her zerresi uğruna hiç düşünmeden koşan her evlat gibi…
Ve 12 şehidimizin verdiği mesaj gibi;
”Sen-ben-o demeden hep birlikte şehadete gidiyoruz…”
Tüm şehitlerimizin mesajı bu kadar net iken onların bıraktığı birlik, beraberlik, biz olmak mirasına sahip çıkamıyoruz maalesef.
Geçmişte Kürt-Türk ayrışması yaratarak ülkeyi karanlığa mahkum edenlerin eline şimdi istemedikleri kadar “ayrışma argümanı” veriliyor sosyal mecradan…
Neden mi?
Kürt önyargısını aşamadığımız ve bir tecrübeye sahip olmadığımız için şimdi istemediğimiz kadar ayrışma başlığımız birikti. Muhafazakar, seküler, her olumsuzluğa oh oldu deyici, hiçbir şeyi umursamayıcı, en büyük vatansever benimci…
Acilen tüm ayrışmaları ortadan kaldıracak ve “toprağa dayalı aidiyet milliyetçiliğini” benimseyen/benimseten sivil bir anayasaya ihtiyacımız var. Bununla birlikte tüm suçlulara-çetelere-terör mensuplarına-destekleyicilere uygulanacak sözde değil özde ağır cezalara ihtiyacımız var!
Gerçekten yoruldu yüreklerimiz!
Kimseler sosyal medyada, ekranda, basında, sokakta kafasına göre atıp tutmasın artık! Ya da kadınlar ölmesin! Çocuklar şiddete-istismara maruz kalmasın! Köpekler şehirlerde insanları avlayıp parçalamasın! Doktorlar, eğitimciler ve nicesi görevi başında şiddet görmesin!
Evet her başlıkta “ihtiyacımız olan şey adalet ve caydırıcı en ağır cezalar…”
Ayrıştırma mevzusu sadece karşıt yansımalar üzerinden ortaya çıkmıyor elbette, kimisi de “ennn vatansever benim, diğerleri nerede?” diyerek boy gösteriyor. Maalesef son süreçte böyle bir grup türedi.
Her zaman derim: “Acının dili sükuttur!..”
Acıyı derinden hissedenlerin ilk aklına gelen “en fazla kim vatansever” sorgusu olmaz, acısını hak ettiği saygı ve sükut ile yaşamak olur. Ve gidenlerin bıraktığı mirasa sahip çıkmakla olur…
Bunca hengâme arasında günümüz Türkiye’si ve Yeni Dünya Düzeninin getirdiklerini karşılayan yasalara-cezai uygulamalara-kararlı duruşa-biz olmaya ihtiyacımız var, yoksa her geçen gün büyüyerek hız kazanan Ortadoğu girdabına karşı geliştirmemiz gereken “kenetlenme reflekslerimizi” sergileyemez hale geleceğiz….
Yaşanan son depremlerin ardından sürekli duyduğumuz bir söz var; ‘şehir kurulurken yanlış yere kurulmuş!’
İşe en başından yanlış başlayan, sonra da kervan yolda düzülür diyerek çıktığı yolda ayağına asla başa çıkamayacağı ‘doğa’ denilen büyük gücün dolandığı insanlar ülkesi burası…
Aynı cümleleri yok olup giden tarım arazileri nedeniyle kaybettiğimiz ‘kendi kendine yeten ülke’ olma özelliğimizden yola çıkarak da söyleyebiliriz…
O halde ‘bir şehir nasıl planlanır?’ sorusuna benim gibi basit bir vatandaşın vereceği yanıt şu olabilir:
‘Bir, şehrin depremselliği araştırılır ve şehir depremden mümkün olan en az etkilenecek biçimde yerleşime açılır. İki, tarım toprakları ve bu tarım topraklarında yetişecek ürünler belirlenir ve şehir tarım topraklarının dışında kalan yeşil alanlar da düşünülerek tarıma elverişli olmayan noktalarda yerleşime açılır…’
Elbette meselenin daha pek çok kriteri vardır, ancak konu ana hatları ile böyle.
Bugün katıldığım Nilüfer’de bulunan arazilerin detaylı toprak etütleri, arazi kullanım planı ve köy bazlı güncel arazi kullanım haritalarının hazırlanması projesinin sonuçlarının açıklanmasını da bu nedenle hevesle bekliyordum.
Şimdiye kadar bu konuda pek bir çalışma yapılmamış ülkemizde. Belediye imkanları kullanılarak yaptırılan tek analiz Nilüfer Belediyesi’ne ait.
Ülke için ne büyük bir eksik!
Yanlışın neresinden dönülse kardır denilerek çıkılan yolda çok büyük ve faydalı bir çalışmaya imza atıldığı kesin.
Proje bir yandan dünyadaki tarım 4.0 uygulamaları ile adeta kara sabanla yarışan Türk çiftçisine neyi nerede nasıl yetiştirebileceği konusunda yardım sunuyor, diğer yandan da bize koca bir şehir planı alternatifi getiriyor…
Üniversitelerin yerel yönetimlerle birlikte proje üretmesine de en kıymetli örneklerden biri bahsettiğim çalışma.
Özellikle Bursa’da tarımın geliştirilmesine yatırım yapılması konusundaki görüşlerini kürsüden paylaşan Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem;
“Tarım topraklarının amaç dışı kullanımının önlenmesini, nitelik ve yeteneklerine göre değerlendirilmesini sağlayacak bu çalışma, Bursa tarımının gelişimine de önemli katkı sağlayacaktır!” diyerek benim için meselenin can alıcı yerine de değinmiş oldu.
Buradan sazı elime alıp, Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ertuğrul Aksoy’un sözlerini biraz irdelemek istiyorum. Çünkü amiyane tabirle ‘turpun büyüğü heybede!’
Analizler yapıldı, arazinin ada pafta numarası ile girip burada ne yetişip yetişmeyeceğini öğrendik. Çiftçilikle meşgul olanlar elbette bundan çok yararlanacaklardır, fakat ‘bu işten sanayi bölgeleri ile işgal altına alınan şehir de bir fayda sağlayabilir mi?’ düşüncesine yönelik Gazeteci Can Topaktaş’ın sorusuna Aksoy’un yanıtı şu oldu;
“Sanayicilerimizin bu çalışmadan sonra şunu deme şansı kalmayacak bir depo ya da fabrika yapacaksa; ‘ben bu arazinin özelliklerini bilmiyordum’ yatırım yapmadan önce satın almadan önce en azından bundan sonra bakacak. Birinci sınıf tarım alanı ise seçili tarım arazisi ise orada o parseli almayacak. Onu amaç dışı kullanımı için zorlamayacak. Zorlarsa da bunun cezasına katlanacak!”
Aslında proje başlamadan önce Bursa ili genelinde yapılmasıyla ilgili Bursa Büyükşehir Belediyesiyle görüşülmüş, ancak ‘bakanlık düzeyinde benzer çalışmalar yürütülüyor’ denilerek pek sıcak bakılmamış öneriye.
Geçmişte hiçbir şey yapılmadığı da düşünülmesin…
Bir haritalama projesi yıllar önce yapılmış ve doğru ilerliyormuşuz bu yolda. Yani aklı fikri yerinde olanlar, ‘biz bu topraklardan ve sudan sorumlu bir kuruluş oluşturalım, onun önderliğinde tarımı ilerletelim’ demişler, TOPRAKSU Kurumunu kurmuşlar. 1984 yılında bu kurum kapatılarak yetkileri Köy Hizmetlerine devredilmiş, bakmışlar Köy Hizmetleri de toprağa sahip çıkan işler yapıyor, 2004 yılında orası da kapatılmış, yetkileri İl Özel İdarelere devredilmiş. En sonunda bu işin kafasını nasıl koparırız soruna yanıt bulunmuş, İl Özel İdareleri de kapatılarak ‘Bütünşehir yasası’ kapsamındaki illerde yetkiler Büyükşehir Belediyelerine devredilmiş, ‘oldu da bitti maşallah’ denilerek.
Toprak ve su sahipsiz kaldı, diyor işi bilenler…
Şimdi bir tür sıfırdan başlama girişimİ de diyebiliriz bu çalışmaya aslında. Uzun süredir tarım ile ilgili yaşadığımız krizlerle birlikte boş kalan tarım arazilerinin başımızın en büyük dertlerinden olduğunu, artan akaryakıt fiyatları ile bir kilo domatesin tarlada 10 lira, pazarda 50 lira fiyatla satıldığını biliyoruz.
İş bu noktadayken ve nerede ne yetişebileceği belliyken, belki birileri çıkar da eline yapılan bu çalışmayı alıp, boş tarlaları tespit edip, o tarlaya uygun ürünün yetiştirilmesi konusunda çiftçiyi teşvik eder…
Çünkü dünyanın en güzel enginarlarının yetiştiği Hasanağa bölgesinde tarlaların ekilmediğini, belki önümüzdeki yıl enginar yiyemeyeceğimizi düşünerek hüzünleniyorum bir Bursalı olarak…
Konuyla ilgili sorum üzerine;
“Toprak ve su tarım için, insanların gıda ihtiyacını karşılamak için kullanılmalıdır öncelikle. Sanayileşmenin sonu yok, ama toprağın ve suyun bir sonu var. Bugün önce Batı OSB adı altında başlayan TEKNOSAB’a dönen bir sanayi bölgesi oluşturuldu. 18 milyon metreküp su kullanma izni aldı. 18 milyon metreküp suyu teknoloji üreteceklerse niye kullanacaklar? Niye bu konuda izin istendi? Aynı zamanda TEKSTİL OSB’ye de 10 milyon metreküp su verilmişti zamanında. Sanayi bundan sonra toprak ve suyu az kullanacağı teknolojileri geliştirmeli!” diyen Ertuğrul Aksoy’un sözlerinin altına imzamı atacağımı da belirtmek isterim.
Son birkaç gerçekliğin daha altını çizmek lazım; genel olarak Bursa, özel olarak ise Bursa’nın içinde bir yerleşim bölgesi olduğundan Nilüfer, sulak tarım yapılacak araziler olarak isimlendirilen bölgelere, yani ovaya kurulmuş yerleşim yerlerini tarif ediyor.
Bu da bizim şehri yerleştirirken kolaya kaçtığımızın ve şimdilerde bunun bedellerini ödediğimizin göstergesi.
Aynı zamanda Atlasköy’de gözü olanlara da küçük bir not bırakalım; çayır mera, ağaçlık alan ve erezyon önleme bölgesi olarak tanımlanmış Atlasköy. Kısacası yerleşime pek uygun değil, bilginiz olsun!
7 Haziran 2015 tarihinde genel seçimlere gidilmişti…
O zaman başkanlık sistemi yürürlükte olmadığından parlamentoda hiçbir parti tek başına yeterli milletvekili sayısına ulaşamamıştı.
Tekrar bir seçim yapmak ya da koalisyon hükümeti kurmak gündeme gelmişti. Koalisyon çalışmalarından ses çıkmayınca 1 Kasım 2015’te erken seçim kararı alınmıştı. Ama o karar sonrası olan olmuştu…
Şanlıurfa Akçakale’de evinde uyuyan iki polis memuru şehit edilmiş, arkasından ülkemiz adeta bir arenaya dönmüştü.
Bombalar, çatışmalar derken anladık ki Çözüm Süreci denilen dönemde bizim iktidarımız ‘megri megri’ halay çekerken, bölücü örgüt şehirleri cephaneliğe çevirmişti.
Bu arada IŞİD de boş durmuyor, solcuların yaptığı barışçıl gösterilere saldırıp yüzlerce insanı katlediyordu.
O sırada Siirt kırsalında PKK’nın yola koyduğu bomba patlıyor, 8 askerimiz şehit oluyordu. Bu askerlerde biri de Bursalı Jandarma Er Bahadır Aydın’dı.
Şehit erin Ulucami’deki cenaze törenine katılan dönemin Sağlık Bakanı ve Bursa Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu, önce sloganlarla protesto edildi. Daha sonra cenazeye katılanlar pet şişeler atarak ve bakanın üzerine yürüyerek bir kargaşaya yol açtılar. Polis ve bakanlık korumaları Mehmet Müezzinoğlu’nu hemen Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi binasına sokarak güvenlik önlemi aldılar. Olaylar büyümeden yatıştırıldı.
Bugün bu olayları yine görüyoruz…
Dün bakana saldıranlara AK Partililerin neler söyledikleri, kimleri PKK’lı ilan ettikleri ortadadır. Ama iş şehit cenazelerinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e Manisa’da, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara Çubuk’ta saldırmaya gelince AK Parti bırakın üç maymunu oynamayı, neredeyse açık açık destek verme durumuna gelmiştir.
IRAK’IN KUZEYİNDE DEVAM EDEN PENÇE-KİLİT HAREKATI BÖLGESİNDE PKK’LI TERÖRİSTLERLE ÇIKAN ÇATIŞMADA ŞEHİT OLAN PİYADE SÖZLEŞMELİ ER ENİS BUDAK (22), MANİSA’DA GÖZYAŞLARI ARASINDA TOPRAĞA VERİLDİ. (AYKUT YENİÇAĞ – ÖNDER AYDIN/MANİSA-İHA) Irak’ın kuzeyinde devam eden Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde PKK’lı teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan Piyade Sözleşmeli Er Enis Budak, Manisa’da gözyaşları arasında toprağa verildi. Cenaze törenine katılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e bir grup vatandaş tepki gösterdi.
Öyle ki AK Partililer Kılıçdaroğlu’na yumruk atan inek hırsızının elini öpmek için sıraya bile girmişlerdi.
Sayın iktidar sahipleri;
Bursa’da şehit cenazesinde Mehmet Müezzinoğlu’na saldıranlar bugün CHP’lilere saldırıyorlar. Siz de bıyık altından gülüyorsunuz ama o ortaklık bozulursa sizin yuhalanıp tartaklanacağınızı, sıranın size gelme ihtimalini de unutmayın.
Norm Haber‘i ziyarete gelen tüm belediye başkanlarına soruyorum son günlerde ülkenin yaşadığı, bizi yine ikiye bölen ve ortaklaşa bir çözüm bulmakta sürekli zorlandığımız konu hakkında neler yaptıklarını…
Meselemiz sahipsiz hayvanlar…
Bu tanımı kullanıyorum, çünkü sıklıkla kullanılan ‘sokak hayvanları, başıboş köpekler’ gibi tanımlar aslında bizim yarattığımız bu sorundan insanoğlunun sıyrılmasına müsaade eden ve konuyu doğrudan karşımızdaki canlıya yönlendiren tanımlar olduğundan pek hoşuma gitmiyor.
Bizim sahipsiz bıraktığımız hayvanlar nedeniyle sorunlar yaşadığımızı öncelikle kabul etmemiz gerekiyor!
Yukarıda Allah, kalpte vicdan var; şimdiye kadar yaşanan sorunu görmezden gelen ya da bu soruna vahşetle yaklaşılmasını savunan bir belediye başkanı konuğum da olmadı. Tüm başkanlar, can dostlarımıza duydukları sevgiyi dile getirirken, yanına çaresizliklerini de ekleyerek, belediye imkanları ile konuyu çözme boyutunu çoktan aştığımızı, meselenin ancak devletin imkanları devreye sokularak insani boyutlarda nihayetlendirilebileceğini söylüyorlar.
Bir de tabii sıklıkla dile getirilip dikkat çekilen husus, aslında yaşanan ve hepimizi kahreden olayların büyük bölümünün kırsal kesimde yaşandığı yönünde…
Şimdi elini kolunu bağlayıp boynunu bükenlerden daha çok, elini taşın altına koymayı seven ve bu konuda fikir, dolayısıyla çözüm üretmeye çalışanlara çevirmek istiyorum bakış açımı.
ÜRETİMDE DÜNYA İKİNCİSİ OLAN TÜRKİYE’NİN ARICILIK ÜRETİMİNİ DESTEKLEYEREK 1 MİLYAR DOLAR REZERVİNE ULAŞABİLİRİZ. (GÖKTUĞ ERDEM/BURSA-İHA) Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal, Türkiye’nin dünyada bal üretiminde ikinci sırada olduğunu ifade ederek, doğru desteklerle 1 milyar dolar ihracata ulaşabileceğini anlattı.
Bu isimlerin en başında elbette Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal geliyor. Geçtiğimiz günlerde Bursa İl Hayvan Koruma Kurulu toplantısına katılan ve toplantıdan elde ettiği sonuçları ‘Z Raporu’ olarak paylaşan Baysal, şunlara dikkat çekiyor;
–Üç dağ ilçesinde hiç Veteriner Hekim yok. Bu ilçelere destek verdiğini söyleyen 3,5 milyon nüfuslu Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde sadece 9 veteriner hekim var. POST OP (Ameliyat sonrasındaki iyileşme süreci) bölümü yok, ama hekimlere nöbet var????
-İlçe belediyelerinin bazıları Hekim sayısında daha iyi. Veteriner Hekimlerin tamamı kısırlaştırma yapmıyor, başka görevleri var. Dolayısıyla kısırlaştırma yapan Veteriner HEKİM sayısı çok az. 2023 yılı kısırlaştırma sayısı 18.336, 2022 yılında sayı 12 bin civarında idi.
-Yardımcı personel eksik. Tek Veteriner Hekim ile kısırlaştırma yaptığını söyleyen belediye var. Bu toplantıya belediye başkan ya da yardımcıları katılmıyor. Her eleştiriyi, kurumda görevli meslektaşlarım göğüslemek zorunda kalıyor. Sorumlulukları çok büyük, ancak yetkileri hiç yok.
Belediyelere ödenen birim maliyet 200 TL, evet yanlış okumadınız, bu kadar. Tedavi dahil. 2022 yılında 100 TL idi. Ödenek veriliyor ama denetlenmiyor.
-Büyükşehir dahil 18 Belediyenin sadece 6 tanesinde Veteriner İşleri Müdürlüğü var. Gürsu Zabıta Müdürlüğü, Yenişehir Temizlik İşleri Müdürlüğü, İznik Zabıta Müdürlüğü, Karacabey Park Bahçeler Müdürlüğü gibi konuyla ilgisi olmayan birimlerle süreç yürütülüyor. (!)
-Belediyelerin Bursa’daki durumu ortada. Sanmayın ki diğer iller farklı. Türkiye’de toplam belediye sayısı 1393, Bakımevi ise iyili kötülü 297 civarı. Üstelik 5199’un Geçici 4.maddesine göre 2022 Aralık ayına kadar bakımevi yapmayanlara bugüne kadar ceza verilmedi henüz.
-Bu vicdansızlık! Belediye Başkanlarının görev ihmallerinin cezasını önce hayvanlar, sonra üstlendikleri büyük sorumluluk nedeniyle Veteriner Hekimler çekiyor. Veteriner Hekim, yerinden alamadığı hayvanın yarattığı sorunun sorumlusu bile olabiliyor. Asla kabul edilemez.
-Bakın. O çok savunulan ve insancılmış gibi gösterilen doğal yaşam alanları daha az maliyetli ve insancıl değil. Agresif olanlar yine toplanamayacak, boşlukları kırsaldan gelecek köpekler dolduracak. Zoonozlar artacak, köpekler birbirine zarar verecek, yaban hayatı zarar görecek!”
Hem veteriner hekimlerin ne kadar çaresiz kaldıklarına yönelik hem de belediyelerdeki durumu özetlemesi açısından bu raporu çok önemsiyorum.
Gelelim sahipsiz hayvanlar, özellikle de agresif sahipsiz hayvanlar konusundaki meselenin asıl kaynağına…
Burada da hayvan severlere kulak vermeyi tercih ediyorum…
Çoğunun dile getirdiği gerçeklik bu işin kökeninin köylerde olduğu yönünde.
Gerçekliğini test edemediğim iddiaları şu şekilde açıklayabilirim…
Evinin, tarlasının, sürüsünün bir ya da birkaç köpek tarafından korunup kollanmasını isteyen köylüler (hemen hemen her köyün tamamını bu biçimde tanımlayabiliriz sanırım. Bahçesinde köpeği olmayan çok az köy evi biliyorum) köpeklerini kısırlaştırmıyor, doğurmalarına da izin veriyor, ancak yavru köpeklere tahmin edeceğiniz gibi kendileri bakmıyor. Annenin yavruyu beslemesi sona erdiğinde içlerinden en güçlü ve sağlıklı görünen yavru ayrılarak alınıyor, bazen bu da yapılmadan yavrular köyün dışında bir yere, kaderine terk ediliyor ve bu süreç annenin tüm doğurganlık döneminde devam ediyor. Anne yaşlandığında onun da kaderi genellikle terk edilme oluyor.
Merdiven altı hayvan üretim merkezleri olarak adlandırabileceğimiz, çeşitli cins kedi ve köpeklerin bilinçsizce doğurtularak satılması işi de daha çok mekanın uygunluğundan kaynaklı köylerde yapılıyor. Satın alınmayan ya da hasta olan yavruların kaderi ve doğurma yaşı geçen yetişkin kedi ve köpeklerin kaderi de terk edilme oluyor. Elbette yine kırsala…
Hayvan severlerin ve belediyelerin kısırlaştırma taleplerine de olumsuz yaklaşılıyor bu noktalarda. Çünkü amaç zaten doğumdan bir tür fayda sağlamak…
Burada sadece köylüleri suçlamak gibi bir gayem yok elbette. Ama kırsalda genel durumun bu olduğunu bütün hayvan severler anlatıyor.
Sonuçta doğrudan öldürmeye içi el vermediği için aç, susuz, hasta bir biçimde yavaş yavaş ölsün diye bırakılan kedi ve köpeklerin vahşi hallerine dönmeleri neticesinde hem hayvanların hem de insanların büyük, geri dönülmez zararlar gördüğü bir yaşam döngüsü başlıyor…
Hasılı kelam, tüm bu bilgilerden yola çıkarak birkaç öneride de ben bulunmak isterim:
Anlaşılan o ki, belediyeler kendi bütçelerinden bu işler için yeterli miktarı ayırmak konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Bu durum Bursa’nın ilçe belediyeleri için böyleyse ülkenin daha küçük illerindeki ilçe belediyeleri için daha sıkıntılıdır. Dolayısıyla vatandaşının can güvenliğini korumakla yükümlü olan, bu iş için evimize aldığımız ekmeğin vergisini ekmeği soframıza koymadan bizden toplayan devletin pamuk ellerini cebine atması, itibardan biraz tasarruf edip gerekirse sadece bu konuda uzmanlaşacak birimler oluşturması, mevcut birimlerin akademik odalarla ortaklaşa çalışmasını sağlayarak hızlı bir kısırlaştırma ve rehabilitasyon seferberliği başlatması gerekmektedir.
İkinci önemli husus; gerek köylerde gerekse başka bölgelerde çeşitli emellerle hayvanların kontrolsüzce üremesine neden olan her türlü yapılanmanın ciddi bir denetimden geçirilmesidir. Kısırlaştırmanın şart oluşu burada da kendini göstermeli, özel durumlarda üretim izni alabilecek kurumların da ürettikleri her canlıdan sorumlu olmasının mutlak şart koşulması ve denetimin ciddi biçimde uygulanması gerekmektedir…
Tüm bunların yapılabilmesi için gerekli veteriner hekim kadroları oluşturulmalı, veteriner hekimlerin görevlerini huzur ve refah içinde yapmalarını sağlayacak maddi imkanlarının gerçekleşmesi de sağlanmalıdır…
Evinde sadece bir kedisi olan ve konuyla ilgili biraz araştırıp soruşturan bir birey olarak ben bunları düşünebiliyorsam konunun muhatapları da mutlak düşünüyorlardır böylesi çözümleri…
Anlaşılan o ki, iş uygulamaya gelince kimsenin eli cebine gitmiyor. Fakat şu da bilinmeli, kontrolsüz yapılan her iş, doğanın dengesini bir kez daha bozuyor… Sokaklar sahipsiz hayvanlardan temizlendiğinde başımıza hangi felaketin geleceğini bilemiyoruz! İşte bu nedenle, bilime biraz itibar gösterip bilimsel yöntemlere para harcayarak ilerlemezsek kendi sonunu getiren bir toplum olarak tarihe geçeceğiz…
“Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi ortak değil rakip olarak görmesi ve bazı NATO müttefiklerimizin güvenlik hassasiyetlerimizi dikkate almaması, ülkemizi daha fazla kabiliyet ve alternatif stratejileri geliştirmeye yöneltmektedir… Bu bizim için bir tercih değil, devletimizin ve milletimizin bekası için zorunluluk haline gelmiştir…” diyordu, TBMM’de gerçekleştirdiği bütçe konuşmasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan.
“Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti Hariciyesi de 500. yaşını kutluyor.”
Koskoca 500 yıl eşliğinde nereden nereye dedirten film şeridi misali yıllar ve son süreçte tüm dünyaya hitap eden bir Türkiye vizyonu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, TBMM’de gerçekleştirdiği bütçe konuşmasında sadece bütçeye dair bir sunum yapmadı, dünyanın içinden geçmekte olduğu savaşlar ve krizler sürecinde Türkiye’nin nasıl güçlendiğini ve üstlendiği uzlaşı-çözüm-denge-güven misyonunu saha ve masa notları eşliğinde aktardı.
Bakan Fidan’ın konuşmasından çıkardığım özette, “Türkiye’nin kendi ekseninde geliştirdiği bağımsız dış politikası sayesinde, uluslararası mecrada gündemi belirleyen ve kritik coğrafyalarda tesir yaratan bir dinamiğe nasıl dönüştüğü” vardı.
Ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın tüm küresel sınamaları dikkate alarak, stratejik anlamda geliştirdiği dört ana başlık vardı:
1. Bölgesel barışı ve güvenliği güçlendirmek.
2. Yeni ittifaklar ve ortaklık mekanizmalarıyla dış ilişkilerin kurumsal zeminini genişletmek.
3. Bölgemizdeki ekonomik kalkınmayı ve refahı geliştirmek.
4. Küresel sistemin dönüşümüne tesir etmek.
Yeni Dünya Düzeni, her başlıkta olduğu gibi diplomasi başlığını da güncellenmesi için ısrarla dürtüyor ve geniş perspektifte hareket etmesini öğretiyor…
Geçmişin kitabi, nizami, ciddi, ketum, kalın duvarlar ardını mesken edinen diplomasi anlayışı karşılık bulmuyor artık. Önümüzdeki yüzyıl daha fazla “sivil temasa” ihtiyaç duyacak çünkü; “his ve duygu kodları güçlü niyet okuyucular” yeni dünyanın nadidesi olacak…
Yani kitaplarda yazanlardan ziyade ortamın havasını koklayıp doğru analiz edebilen, konuşanın sözleriyle birlikte gözlerini de başarıyla okuyabilen, önüne konulan tabloyu değil, ardındaki senaryoyu merak edip keşfeden bir diplomasiyi dayatacak yeni dünya düzeni…
Misal, bir ülkenin veya ortamın havasını iyice koklayıp haliyeti ruhiyesini doğru okuduktan sonra elde ettiğiniz veriler doğrultusunda geleceğe yönelik tespitler yapmayı, belirebilecek sorun ihtimallerini görmeyi ve onlara yönelik çözümler üretmeyi kitaplar size öğretemez! Kitaplar, bu yönde yetenekleriniz varsa onları geliştirmenizi sağlar sadece. Velhasılı kelâm yeni dünya düzeni; zeki, güçlü, kararlı ve bilgili olmakla birlikte doğuştan diplomasi genlerine ve görme-anlama-iletişim kurma-kolay adapte olma yeteneklerine sahip bireyleri diplomasinin hem sahasında hem de masasında istiyor… Bilhassa da Doğu, Uzakdoğu, Ortadoğu ve Afrika’da… Bu coğrafyalarda kim olduğunuzla birlikte nasıl biri olduğunuzu da önemser insanlar. On tane toplantıda elde edemediğiniz veriyi konuğu olduğunuz yer sofrasında bir şekilde aktarırlar size, şayet onların gönlüne samimiyetinizle girebildiyseniz. Ve o samimiyetle belki de hiç çözülemez denilen sayısız sorunu uzlaşıya kavuşturursunuz…
Bu sebepten Dışişleri Bakanı Hakan Fidan‘ın TBMM’de yaptığı bütçe konuşmasında da ABD, AB, NATO, Suriye, Gazze Temas Grubu, Ermenistan başlıkları öncelikli olmak üzere aktarılan tüm faaliyetlerde “insan odaklı Türkiye” vardı.
Yeni dünya düzeninin diplomasiden beklediklerinden söz etmişken “silbaştan” konusunu da anımsatmak istiyorum.
Her şey değişim ve dönüşüm sürecinden etkilenirken, ülkelere yönelik belirlenen stratejiler de güncellenmeli.
Ve hatta çoğu sahada silbaştana gidilmeli. Misal Irak… Kürtler, Araplar, Türkmenler, Azınlıklar, Sünniler, Şiiler ve daha nicesi “Ortadoğu’da açılan yeni kartlar” eşliğinde yeni denklemlere ve yeni yol haritalarına yelken açmışken, diplomasinin de yeni okumalar eşliğinde yeni stratejiler-denklemler geliştirmesi gerekir…
Aslında biliniyordu Mudanya Belediye binasının depremde hasar aldığı ve yeni bir depreme dayanıksız gireceği. Karar yeni belediye binası yapıp taşınalım biçiminde verilince ve araya plan iptallerinden pandemi sürecine kadar pek çok şey girince bir türlü yeni binanın hayata geçirilmesi işi gerçekleşmemiş, dolayısıyla da taşınma meselesi hep başka bahara kalmıştı.
Fakat korkulan yüzünü gösterince, yani 5.1 büyüklüğündeki deprem Mudanya’da epey korku yaratınca, belediye binasını taşımak da farz oldu.
“Göynüklü Çağrışan planlarının iptali, pandemi süreci, tasarruf genelgeleri ve ekonomik kriz yeni belediye binası yapmamıza engel oldu. Ancak yaşadığımız son deprem sonrasında projenin öne çekilmesi kararını verdik” diyerek açıkladı mevcut durumu Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz.
Özgün tasarım, sürdürülebilirlik, tarihi doku, doğal malzeme kullanımı ve erişilebilirlik kriterlerine dikkat edilerek yapılacak olan yeni belediye binası, ana bina ve teknik birimlerin olduğu hizmet binası olarak iki ayrı yapı şeklinde tasarlanmış. Her iki binada da yaşayan belediyecilik anlayışının hakim olduğunu gözlemleyeceğiz sanırım. Gerek bahçe dizaynları gerek sosyal tesisleri ile vatandaşın hizmet alımı esnasında ihtiyaç duyacağı tüm detayları bulabileceği bir tasarım vardı karşımızda.
Mudanya gibi; barışın, kardeşliğin ve bereketin kenti olma şiarı ile yola çıkmış bir ilçeye de böyle bir belediye binası yakışırdı zaten.
Tüm bu güzellikler bir yana, depremi Mudanya Belediye binasında yaşayan bir belediye çalışanı olsaydım ve neredeyse 10 yıldır depreme dayanıksız olan bir binada, bu gerçeklik bilinerek çalışmaya devam ediyor olsaydım, projenin öne çekilmesine yüreğimi ağzıma getiren bir deprem sebep olsaydı ve bu depremden ‘verilmiş sadakamız varmış’ denecek kadar etkilenseydim şunu sorardım; biraz geç olmadı mı?
ATATÜRK SPOR SALONU’NA ELEŞTİRİ BOMBARDIMANI
Bir süredir Bursa’nın şehir kimliği ile yakından ilgilenenlerin merakla beklediği, hatta neden hayata geçmiyor diye hayıflandığı Bursa Atatürk Spor Salonu için nihayet ihaleye çıkılıyor…
Olay gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yılmaz’ın; “Ankara’da… Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’la Bursa zirvesi çok verimli geçti, Görüşmede öğrenci yurtları yanında yeni spor tesisleri projeleri de ele alındı. Örneğin; Bursa’nın anılarının olduğu Atatürk Spor Salonu’nun yeniden yapılması için Büyükşehir Belediyesi ihaleye çıkıyor” diyerek duyurduğu bilgi bir yandan da eleştirilerin konusu oldu.
Şehrin sorunları ile yakından ilgilenen ve Atatürk Spor Salonunun 3 yıldır yapılmamasına zaman zaman da eleştiriler getiren İnşaat Mühendisi Cengiz Duman’ın haklı eleştirilerinin yer aldığı sosyal medya paylaşımı şöyle;
“Geçtiğimiz yıl yarışma sonucu çıkmış projeye ve bin kişilik kapasiteye itiraz edilince ihale iptal edilmiş, devamında proje revizyonu yapılmaya başlanmıştı. İki gün önce tekrar ihaleye çıkan projede maalesef Bursa’nın yine doğru etüd edilmediğini görüyoruz.
Atatürk Kapalı Spor Salonu, 1972 yılında yaklaşık 3 bin 500 kişi kapasitesi ve kendine özgü mimarisiyle kullanıma açılmış olup, uzun yıllar Bursa’ya hizmet vermiştir. Özellikle TOFAŞ Basketbol Kulübünün İstanbul kulüplerine karşı verdiği mücadele ve şampiyonlukların yanı sıra Avrupa arenasındaki birçok maça ev sahipliği yapmıştır…
Aradan geçen bunca zaman sonra yıkımı yapılan, lakin yerine yapılmak üzere Bursa’ya reva görülen salonun maalesef yine gelecek adına üzüntü verici bir hal alacağını görebiliyoruz. 2 bin 609 kişisi tribünde ve toplamda 3 bin 92 kişilik bir salon, 2024 yılında gelecek adına yakışmayan, sıfır estetik ile karşımıza tekrar geldi.
Her yıl açık hava tiyatrosu elden geçiyor, üzeri açık ve her mevsim yaşatamıyorsunuz. Bugün 3 bin kişilik salonun bir yanına platform koysanız yüzde 30 seyirci kaybedersiniz, sahaya koyacağınız yüzde 10 ile maksimum 2 bin 500 kişi olacaktır! İhaleye çıkan salonda bir tane bile loca yok örneğin. Yani şunu merak ediyorum bu salon kime hizmet edecek? Şehre mi, yoksa bir zümreye mi? Şehreyse şimdiden yakıştıramadığımı söylemek istiyorum!”
Eleştirileri buraya aktardım zira sosyal medyamda buna benzer pek çok eleştiri mevcut. Söylenmek istenen şudur ki, gelişimini böyle sürdürdüğü sürece önümüzdeki yıllarda İzmir’in tahtını alarak ülkenin 3. büyük metropol kenti olmaya aday Bursa için planlanan spor salonunun kapasitesi daha geniş ve konser alanları olarak kullanılmaya daha uygun olmalıydı.
İhalesine çıkılmak üzere olunan proje aslında bir yarışma sonucu ortaya çıkmış, mevcut spor salonunun alanı kullanılarak yerine bir benzerinin yapılması hedeflenmiş, ancak hizmete susamış bir şehir olarak Bursa’nın ve Bursalıların beklentisi sunulan projenin çok üzerinde gibi duruyor.
Her gün ileri adım atması, metropol şehir namına yakışır alanlara kavuşması gerekirken, dışarıya göç veren iller gibi daha da köhne bir yapıya dönüşen Bursa’nın, taşra olmaktan çıkıp kasabaya evrilmesinin önüne geçilmeye başlanması yerel seçimlerde projeler sunacak başkanların da elini güçlendirecektir.
Bursa’da yerel seçimler sanki iki belediye başkanlığı yarışı ile sınırlı kalacakmış, diğer ilçelerin belediye başkan adaylarının kimler olacağı şimdiden belliymiş gibi bir hava hakim…
Malum yarışın ilk startı elbette Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı için veriliyor. AK Parti henüz bir aday belirlemedi, aday açıklamasının bu hafta sonu yapılması bekleniyor. Öte yandan CHP’nin adayı net olarak açıklandı. Mustafa Bozbey bir haftadır resmi olarak CHPBursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak yürütüyor çalışmalarını.
Fakat benim bildiğim Mustafa Bozbey’in ilk haftadan itibaren fırtınalar estirmesi gerekirdi. Oysa gördüğüm çalışmalar Bozbey kanadının resmi olarak aday ilan edilmeden önce de yürüttüğü çalışmaların çok benzerleri.
Anlaşılan o ki, Mustafa Bozbey seçim çalışmalarına hız kazandırmak için ilçe belediye başkanlarının açıklanmasını bekliyor.
Bu beklenti haksız da değil, çünkü konuyu buradan hemen seçim yarışının hayli kapışmalı sürdüğü ikinci nokta olan Nilüfer Belediye Başkanlığına bağlayabilirim…
AK Parti’nin İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kaybetmesinin ardından düştüğü darboğazı hatırlayalım hemen. Bu darboğazın nedeni, gelirleri ve gelir oluşturma potansiyelleri en yüksek illerin elden çıkmasıydı elbette. Siyasi hülyalara kapılmasın kimse…
Manzara hiç de seçmene anlatıldığı gibi ‘vatan millet sakarya’ türünden duygular içermiyor. Her şey duygusal da malum reklamdaki gibi duygusal.
Nilüfer de bu duygusallığın tam ortasında bir ilçe aslında. Türkiye’nin sayılı 10 ilçesinden biri. Rantın en yüksek olduğu noktalardan. Dolayısıyla gelirleri ve gelir kaynakları oluşturma potansiyeli açısından böylesine yüksek bir noktayı yönetme ve kendi isteği doğrultusunda yönetme mücadelesinin de en yoğun oldu yerlerden…
Bursa Büyükşehir Belediyesi açısından AK Parti nasıl ‘ceketimi koysam seçtiririm’ düşüncesini taşıyorsa CHP de Nilüfer açısından aynı garantör düşünceye hakim. Hal böyle olunca çekişme daha ziyade CHP’nin ve CHP’ye yakın kesimlerin kendi içinde gerçekleşiyor.
Ne demiştik, büyük kaynakların ve büyük kaynak oluşturma potansiyellerinin doğru yönetilmesi. Sanıyorum mevcut durumu en nazik biçimiyle böyle özetleyebilirim…
Bu yönetime elbette her şeyden önce hali hazırda Nilüfer’e başkanlık eden Turgay Erdem ve ekibi talip. Başkan bir dönem daha yönetimde olmak istediğini, yapmak istediği projeleri olduğunu dile getiriyor.
Aslına bakarsanız, genel merkezin, yaptırdığı anketlerden yüzde 50 üzerinde oy alan başkanlara dokunmamak ve maceraya atılmamak gibi bir tercihi olacağı yönündeki bilgileri alıyoruz hepimiz Ankara’dan. Erdem de anketlerden güçlü çıktığı yönünde bir söylemde bulundu yakın zamanda. Genel merkezin yaptırdığı anketlerin de benzeri sonuçları vereceğini tahmin ediyor başkan. Haliyle adaylığının açıklanacağı konusunda sessiz ve emin adımlarla ilerliyor…
Fakat Turgay Erdem dışında 12 aday adayı var. Bu adayların bir bölümünün CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey tarafından desteklenen isimler olduğunu biliyoruz. İbrahim Alagöz, Mehmet Yıldız, Bukle Erman, Deniz Baykal ve Şadi Özdemir bu isimler arasında sayılıyor kulislerde.
Bir bakışa göre Büyükşehir Belediye Başkan Adayı uyumlu çalışacağını düşündüğü isimleri destekliyor, bir bakışa göre Bozbey Nilüfer’e gölge başkan olmak istiyor. İşin bu kısmı çok su kaldırır, çok tartışma götürür…
Gelelim yarışın son bölümüne…
Artık Nilüfer gibi önemli bir ilçenin daha doğru yönetilmesi anlamında söz söylemekten ve sözünü dinletmek için çaba harcamaktan sıkılan akademik odaların ve sivil toplum kuruluşlarının da desteklediği aday adayları var…
Bursa’nın gelişimine bakıldığında yakın zamanda imara açılması muhtemel pek çok arazinin bilimsel açıdan doğru, sivil toplum kuruluşlarının hassasiyetlerinin de dikkate alınacağı biçimde planlanması ve şehrin büyümesinin buna göre yönetilmesi arzusunda olan bahsettiğim yapıların adaylarının şansı ne olur bilinmez, ancak iddialarının büyük olduğu ortada.
Bir yandan da dış kulvardan İYİ Parti’nin mevcut iki belediye için yarışa girdiğini hatırlayalım…
Sanıyorum Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı için açıklanacak isim İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu olacak. Bu elbette sürpriz değil, beklenen ve bilinen gerçeklik olarak dursun hanemizde. Burada sürpriz Türkoğlu’nun başkanlık için ne kadar efor sarf edeceğinde ve ne kadar oy alacağında olacak.
Önünde iki alternatif var, TBMM’de Bursa’nın sorunlarını en dikkat çekici biçimde kürsüye taşıyan milletvekili olarak nitelendirebileceğim Türkoğlu’nun. İlk alternatif büyük bir performans sergilemeye ihtiyaç duymadan, zaten düşmüş olan parti oylarına benzer oranda oy alarak, her daim gönlünde yatan aslan olan vekillik görevine geri dönmek. İkincisi ciddi çaba sarf edip partisinin Türkiye ortalamasındaki oy oranından daha yüksek oy almayı başararak, ama seçimi kazanamayarak TBMM’ye geri dönmek ve bu çabası ile muhalefet oylarının bölünmesine büyük katkı sağlamak…
Türkoğlu hangi aksiyonu alır, İYİ Parti’nin ablası Meral Akşener muhalefet partisine ne kadar kaybettirmek istiyordur bunu şimdiden kestirmek güç.
Fakat aynı senaryonun yine İYİ Parti açısından Nilüfer için de geçerli olacağını belirtmekte yarar var. Nilüfer’de İYİ Parti, İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’i aday çıkarmayı başarırsa işler bir kez daha CHP açısından zora girebilir…
CHP’nin şimdilik Yıldırım için sessizliğini koruduğunu, ancak Bursa’nın en yüksek oy potansiyeli olan ilçesinde yarışa dahil olmak için CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın aday çıkarılma ihtimalinin halen masada olduğunu söyleyip kapatalım yazıyı…
Çünkü siyaset, ‘24 saat siyasette çok şeyi değiştirir’ söylemiyle her gün yeniden yazılıyor…
Bilinen sözdür; Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer!
Turist de misafirdir, ancak umduğuyla bile yetinmek istemez. Çünkü uzaklardan gelmiştir ve para harcamaktadır.
Turizmde başarı denklemi; Gelen misafirin bulduğunu değil, umduğunun da ötesini yaşaması ile tamamlanır.
Bu gerçekleştiğinde;
* Konaklama gün sayısı artar.
* Kişi başı harcama oranı yükselir.
* Destinasyon olma süreci kısalır.
* Turizm açısından sürdürülebilirlik gerçekleşir.
* Yerel kalkınma hızlanır.
* Turizmdeki iyileşme birçok sektörü de tetikler.
İşte tam da ifade etmeye çalıştığım “umduğunun da ötesi” bir tesis Nefes Dağyenice.
Şehrin yakınında olmasına rağmen izole konumuyla, göl ve orman manzarası ile özel bir yerde. Bu yatırım, Büyükşehir belediyesinin de sunduğu bazı olanaklar ile beş ortağın bir araya gelerek gerçekleştirdiği bir özel sektör girişimi ve birçok kentimize örnek olmaya aday bir model ile gerçekleştirilmiş.
Öncelikle turizmcilerin katkıları ile hem yurt dışına hem yurt içi turizmimize katkı sağlayabilecek bir alan. İşte bu noktada turizmcilere kulak verilip, hedeflenen turist gruplarının taleplerine uygun gastronomi ve eğlence olanakları geliştirilmeli.
Bungalov Double, Kabuk Ev, Glamping Twin gibi konaklama var tesiste. Doğanın sakinliğini ve huzurunu deneyimlemek için yürüyüş yolları ve deniz bisikleti ya da Türkiye’nin en büyük macera parkındaki aktiviteler yılın 12ayı hizmet sunuyor. Göl alanının da özellikle su sporları bakımından bir etkinlik alanı olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda gölde dâhil toplam 640 bin m2 bir alandan söz ediyoruz.
Günü birlik ziyaretçiler için de 80 kamelyadan oluşan son derece nitelikli bir piknik alanı ve restoranlar var. Bu kent insanı için konuklarını ağırlayabileceği, adeta Bursa doğasının bir özeti Nefes Dağyenice.
Bu yatırıma önderlik eden Bursa’nın girişimciliği ile tanınan iş kadını Nurcan Özdemir buranın adını çok doğru seçmiş.
Dilerseniz turizm sektörünün Bursa’nın iddiasına katkı sunması açısından, dilerseniz betonu trafiği şehir keşmekeşini arkanızda bırakmak için, nefes alabileceğiniz bir yer; Nefes Dağyenice…
AK Parti’nin son beş yılında elinde olan en büyük il Bursa, buna rağmen bahsi geçen 5 yıl içinde yatırım olarak hak ettiğinin üstünü bırakın hak ettiğinin yakınını dahi alamayan il yine Bursa…
Sadece depremden korkmuyoruz, sadece trafikle boğuşmuyoruz, sağlık alanında da ciddi sorunlarımız var, tüm Türkiye’de olduğu gibi…
Geçtiğimiz günlerde müjdelenen, ‘Bursa’da 2024 yılında, biri bin yataklı toplamda 2 bin 500 yataklı 5 yeni hastanenin yapılması için önemli adımlar atıldı. AK Parti Bursa Milletvekilleri, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti İl Başkanı; Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile görüştü. Daha sonra Vali Mahmut Demirtaş başkanlığında, Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan ve Sağlık Müdürü Dr. Orkun Yıldırım’ın da bulunduğu heyet biri bin yataklı 5 yeni hastanenin yer seçimi için incelemelerde bulundular’ spotlu haber hakkında bir miktar görüş beyan etmek isterim…
Vakti zamanında, vatandaşa ‘dev proje, büyük hizmet’ başlıkları ile duyurulan, ancak Avrupa’da denenmiş, verimli olmadığı için kısa sürede vazgeçilmiş yatırımlardan olduğunu defalarca söyledik.
Şehir hastanelerinin ve projeye dair tüm süreçlerin kamusal değil ticari odaklı olduğunu yıllar boyu yazdık. Elbette yaklaşımımızın en önemli argümanı hastanelerin Hazineye getirdiği ağır yük ve vatandaşı müşteri olarak gören özel hastane yaklaşımı oldu.
Ne muhalefeti, ne bilim insanlarını, ne de basını bu konuda dinleyen olmadı, artık kimlere ne sözler verildiğini gayet iyi tahmin ettiğimiz Şehir Hastanelerinin yapımı uğruna şehir içinde vatandaşın rahat ulaştığı kamu hastaneleri, gizli sözleşmelerde verilen taahhütler tutsun diye bir bir kapatıldı. Hatta bu da yetmedi, bahsettiğimiz hastanelerin mis gibi şehir içi yerleri de bu hastaneler apar topar yıkılarak başka biçimlerde değerlendirilmek üzere bir kenara ayrıldı.
Tüm bunlar olurken herkes alkış tutuyordu, aklı başında, ‘bu proje uygulanmaya müsait değil’ diyenler de ‘tü kaka’ ediliyordu. Zaman bizi haklı çıkardı. Şehir hastaneleri projeleri rafa kaldırıldı, anısı da bize kaldı yadigar.
Bir kez daha tekrarlayalım, Bursa’da şehir hastanesine ulaşmak için hastanenin maliyetinin üç katı ödenerek yol yapılmaya çalışılıyor o da yıllardır daha tam bitmedi. Yatırımlardan payını alamayan Bursa, hastanesine yol dahi yaptıramadı 5 yılda.
Yerel seçimlere çeyrek kala, bin bir güçlükle, üç beş otobüs değiştirerek şehir hastanesine ulaşmaya çalışan hastasına yaşlısına müjde biçiminde yapılan bu açıklamayı gerçekçi bulmuyorum, çünkü verilen müjdenin altında sadece ‘hastane yapmayı düşünüyoruz’ ve ‘hastane yapmak için yer bakıyoruz’ cümleleri dışında aslında gerçekleşmiş bir gelişme yok!
Allah razı olsun Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ilk olarak Acemler’deki 1315 yataklı Ali Osman Sönmez Hastanesi’nin inşaatı ile Muradiye Devlet Hastanesi’nin 200 yataklı yeni bölümünün inşaatlarının hızlandırılması için gerekli talimatları vermiş. Bu talimatlar verilmese ne yapardık Bursa olarak…
Müjdeler bununla da sınırlı kalmamış, Osmangazi ile Yıldırım’a hizmet verecek bin yataklı yeni büyük bir hastane için yer incelemesi yapılmasını talep etmiş…
Tekrar vurgulamak istiyorum, bütün bu söylenenler, sadece yerel seçim öncesi söylenen, ardı arkası gelmeyecek olan hani tabiri caiz ise ‘milletin gazını almak için yapılan’ manevralar…
Ama turpun büyüğü heybede…
Çünkü sorunun büyüğü hastane ve yatak sayısının azlığında değil, doktor ve sağlık personelinin yetersizliğinde…
Vatandaşın en büyük isyanı özellikle uzmanlık gerektiren bölümlere randevu alamıyor olmakta…
Hele hele çocuklarla ilgili özel uzmanlık alanlarında doktoru ara ki, bulasın…
Fakat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın doktorların akın akın başka ülkelere gitmediğine, gidenlerin zaten kısa sürede ülkeye geri döndüğüne, çok yakın zamanda Türkiye’de uzman doktor bolluğu olacağına yönelik açıklamaları dikkatimi çekince şöyle kısa bir araştırma yapayım dedim.
Zira başka bir ülkede çalışmak için aldıkları iyi hal belgesine yönelik Türk Tabipler Birliğinin yaptığı açıklamalar başka bir profil çiziyor, yine biliyoruz ki, doktorlar akın akın başka ülkelere gidiyor…
Efendim, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Taner Demirer bundan yaklaşık bir hafta önce 2021’de Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nce Halep’in Al Rai ilçesinde kurulan Çobanbey Tıp Fakültesi’nden mezun olan Suriyelilerin Türkiye’de çalıştırılmalarının önünde bir engel olmadığını söyledi.
Konuyu biraz daha açalım ve İYİ Parti Balıkesir Milletvekili Dr. Turhan Çömez’e de bu konuda kulak verelim;
“Suriyeliler sınavsız doktor ve eczacı oluyor. Diplomaları gerçek mi, sahte mi araştırılmıyor, sözlü beyan yetiyor. 200 Suriyeli’nin Türk vatandaşı yapılıp İstanbul’da eczane açtığı biliniyor.”
Şimdi, Çobanbey Tıp Fakültesi, AK Parti eski Milletvekili ve Sağlık Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Erdöl’ün Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü döneminde açılmış, Erdöl der ki,
“Çobanbey Tıp Fakültesine Suriye’de yaşayan ve Suriye vatandaşı olan gençler alınıyor. Öğrenci alımında diploma notlarına bakıyoruz, ÖSYM’ninkine benzer bir sınav yapıyoruz. Türkiye’nin mevzuatında, yabancı ülkedeki tıp fakültesinden mezun olanın, Türkiye’de çalıştırılmasında bir engel yok. Çalıştırma Sağlık Bakanlığı’nın yetkisinde.”
Veleddalin Amin…
Bizim uzman bolluğunun nereden geleceği belli oldu da bu uzmanların ne kadar uzman olacağı belli değil şimdilik…
Hani bilin diyorum; bir yandan burnunuzun dibindeki hastaneleri ortadan kaldırıp sizi şehrin bir ucuna hastaneye gönderenler işleri düştüğünde yine yakına hastane yapacağız vaadiyle geliyorlar da bu sadece bir vaat gerçekleşmiş, gerçekleşecek bir durum yok!
Bir de tabi insanları duvarlar muayene etmediğinden içine doktor koymak gerekiyor ya, işte o doktorlar da Suriye sınırında artık hangi koşullarda yetiştiriliyorsa yetiştiriliyor…
Haftalardır küçüklü büyüklü depremlerle beşik gibi sallanıyoruz. Bu hafta sonu da sarsıntılarla yüreğimiz ağzımıza gelince, detaylı bir Ortak Akıl programı yapmak, deprem meselesini bir kez daha masaya yatırmak, neleri yapıp neleri yapmadığımızı, neyi nasıl yapmamız gerektiğini konuşmak gerekiyor diye düşündüm…
Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Bölge Temsilcisi Engin Er, konuyla ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu her zamanki gibi…
Her şeyden önce şuna bir açıklık getirmek lazım; bu depremler daha güçlü bir deprem oluşturmak üzere enerji biriktiren fayların hareketleri olarak mı algılanmalı, yoksa fayların enerji boşaltması olarak düşünülüp olabilecek depremlerin büyüklüğünün azaldığı mı düşünülmeli…
Engin Er’in bu konuya çok net bir açıklaması var:
“Bu büyüklükteki depremleri enerjiyi boşaltan depremler olarak adlandıramayız. Ancak 6 Şubat depremindeki gibi büyük depremler fay kırıklarındaki enerjiyi boşaltan depremler olarak adlandırılır. Bu depremler, daha büyük bir deprem için enerji toplanması olarak nitelendirilebilir! Özellikle Bursa’da sismik boşluk diye adlandırdığımız bölgede bir yer kırılması olması halinde 7.9’a kadar deprem oluşabilir. Buna çok dikkat etmemiz lazım, gerilim azalmış değil. Bu depremden Marmara tamamen etkilenir!”
Tabii ki, bu açıklamalar gözümüzü korkutuyor, doğrusunu söylemek gerekirse ben de insanları gereksiz yere endişeye sevk eden bilgileri köşeme ve ekranlara taşımaktan imtina ediyorum, ama bahsettiğimiz ne gereksiz bir korku salma girişimi ne de insanların gözünü korkutma çabası. Bunlar gerçekler!
Her gün depreme yazı tura atıyoruz!
Bu gerçekler ışığında pek de aksiyon aldığımız söylenemez sanırım. 1999 yılından itibaren makro ve mikro ölçekli tüm planlar uygulamaya sokulsaydı ve bu uygulamaların denetimleri de aynı ciddiyette yapılsaydı bugün 6 Şubat depremini konuşan bir ülke olmazdık.
6 Şubat depremini konuşan bir ülke olduğumuza göre, en azından bu kez doğru hamlelerin peşinde koşmak gerekiyor ki, kapımızı çalan Marmara depreminde yaşanacak yıkımı en aza indirebilelim…
Bundan önce defalarca depremi konuşmak için stüdyoda konuk ettiğim Engin Er’in bu kez sunduğu çözüm önerileri çok kıymetli bence.
Her şeyden önce mikro bölgeleme çalışmalarının yapılmasını ve fay hatları ile imar planlarının örtüştürülmesini talep ediyor Er. Zaten şöyle bir düşünün, fay hatlarının nereden geçtiğini bilmeden yapacağınız bir kentsel dönüşüm çalışması sonucunda güvenli olmadığını düşündüğünüz binaları bulundukları yerden kaldırıp fay hatlarının bulunduğu yerlere taşımak da mümkün…
Ne büyük felaket…
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, yakın zamanda yaptığı açıklamada fay hatlarının ve sıvılaşma bölgelerinin üzerine yapı yapılmayacağına ilişkin bilgiler aktardı. Bu doğrultuda hareket edebilmek için öncelikle fay hatlarının ve sıvılaşma bölgelerinin nerelere denk düştüğünü imar planlarında görmek lazım…
Atlamamamız gereken bir nokta; Bursa Büyükşehir Belediyesinde bu konuyla ilgili çalışmalar mevcut, ancak henüz elimizde bir sonuç yok.
Bir an önce bu verilere ulaşabilmeyi dileyelim…
Çok önemli bir başka çözüm önerisi de ‘ZDK’ların kurulması…
Nedir ZDK?
Zemin Denetleme Kuruluşu’nun kısa adı. “Tıpkı Yapı Denetim Kuruluşları gibi zeminin denetlendiği ayrı kuruluşların olması ve bu kuruluşların devlet eliyle Yapı Denetim Kuruluşları gibi denetlenmesi önemli” diyor Engin Er.
Malum, Yapı Denetim Kuruluşları yapının zeminini denetlemekle değil, yapının kendisini denetlemekle görevli. Oysa yapının zemine uygun inşa edilip edilmediği de en az yapının kendisinin sağlamlığı kadar önemli bir mesele. Dolayısıyla Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’e katılıyor ve Zemin Denetleme Kuruluşlarının bir an önce hayata geçirilmesini talep ediyorum bir vatandaş olarak.
Zaten bu iki fikrin işletilmesi ve kötü, gerçekten kötü olan yapı stokumuzun bir an önce iyi yapı stoku ile yer değiştirmesi artık depremden konuşmayan, depremi yaşayıp, yoluna devam eden ülke olmamız için yeterli.
NOT: Yerel seçimlerde iktidar partisi ile ana muhalefet partisi kendi içlerinde sessiz bir mutabakatla ilçeleri bölüşmüş gibi görünse ve sadece Bursa Büyükşehir Belediyesi için kıran kırana bir yarış götürecekleri izlenimini verse de, tüm bu plan bir kadın aday tarafından bozulabilir.
Aldığı oy oranları nedeniyle şimdilerde pek dikkate alınmayan İYİ Parti, Bursa’da kimliği ile oy toplayacak aday peşine düşmüşken, adaylar da kendi kimliklerini ortaya koyarak iktidar ya da muhalefet partisine ‘adayını belirlerken dikkatli ol!’ hatırlatması yapmanın peşinde.
İYİ Parti’den kendisine yapılan teklife henüz ‘evet’ demeyen, ancak teklifi kabul etmesini de ana muhalefet partisinin Nilüfer’de çıkaracağı adaya bağlayan İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in aday olması halinde yerel seçimlerde bambaşka bir heyecan fırtınası eseceği ortada…
Şimşek’in adaylık üzerinde düşündüğünü ilk olarak meslek büyüğümüz Yüksel Baysal duyurmuşken, işin bu kısmı da benden küçük bir ekleme olsun…
Bütçe görüşmeleri son hızıyla devam ederken ve muhalefetin iddialı politik savunmaları da tam bu süreçte yapılmaya çalışılırken, benim açımdan son derece önemli olan Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin görüşmeleri sırasında konuşulanlar, özellikle İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nun konuyla ilgili yerinde tespitleri ve Milli Eğitim Bakanının açıklamaları çok önemli konulardı.
Neden özellikle Selçuk Türkoğlu’nun konuşması sorusuna, kendisinin eğitim camiası içinden çıkmış ve uzun süre sendikacılık yapmış geçmişi ile bir açıklama getirmek mümkün. Aynı zamanda Bakan Yusuf Tekin’in müsteşarlığı döneminde gölge bakanlık yaptığını ve bu süreçteki icraatlarını da en iyi tahlil eden isimlerden.
Ne demiş Türkoğlu kısaca bir bakalım…
“Üniversite deyince ülkemizde ne görüyoruz? İflas etmiş bir eğitim sistemi görüyoruz! Niteliksel değil, maalesef niceliksel büyüyen, içi boş bir yapı görüyoruz! Ülkemizde toplam 208 üniversite bulunuyor. Allah bereket versin! Keşke bu duruma alkış tutabilseydik. Dünya’da ilk 500’e giren sadece 3 üniversitemiz var! Sayenizde “apartman üniversiteleri” diye bir kavram oluştu. Hem iki yıllık hem de 4 yıllık bölümlere çok sayıda öğrenci eksi net ile girmeye başladı. Yahu eksi dokuz netle 4 yıllık üniversiteleri kazananlar var bu ülkede, görmüyor musunuz?…”
Konuşmadan daha o kadar çok alıntı yapmak istediğim yer var ki…
Üniversitelerin, içerik açısından tamamen boşaltılan liselerin devamı biçimli, yine içi boşaltılmış eğitim kurumları haline getirildiğini artık hepimiz biliyoruz.
Daha doğrusu eğitim diyoruz da bu işin içinde eğitim ne kadar mevcut bunu tam bilemiyoruz…
Benim de iki çocuğu eğitim sürecinin içinde çırpınıp duran bir veli olarak temel derdim burada başlıyor, ama gelin görün ki, burada bitmiyor.
Çünkü bilmediklerimizin yanında, bildiğimiz önemli bir kavram mevcut; o da ilkokul düzeyinden başlayarak üniversiteler de dahil olmak üzere tüm eğitim kurumlarının tarikat ve cemaatler arasında bölüştürülüp onların kullanımına sunulması olarak açıklanabilir sanırım.
Türkoğlu konuşmasında Ahi Evran Üniversitesi ve Bezmialem Üniversitesi’nin yönetici kadrolarına Cihannüma Derneği’nden atamalar yapıldığına dikkat çekiyor.
“Göreve gelir gelmez kadrolaşma için kolları sıvadınız. Tabii tam da bu noktada, konuşmamın başlarında da örnekleriyle söz ettiğim, Kurucusu olduğunuz, “Cihannuma”yı devreye soktunuz!” diyor…
Okullar her kademesiyle cemaat ve tarikatların insafına terk edilirken, yatırımlara ayrılan pay her yıl düşüyor. Rakamların artması sizi yanıltmasın, 2002 yılında bütçede yüzde 17,18 olan eğitim payı 2023 yılına gelindiğinde yüzde 9,18’e iniyor.
Bursa’da yeni okul yapılmıyor olduğunun farkında olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok okul tam günlü eğitimden ikili eğitime yeniden dönmüş durumda. Hatta bu oranı Yıldırım için yüzde 52 ve Osmangazi ilçesi için ise yüzde 50 olarak açıklasam yersiz olmaz sanırım…
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ise bugün yaptığı açıklamada STK’lar ile yaptığı protokolleri savunurken her türlü STK ile protokol imzaladıklarını belirtiyor. Biz nedense bu her türlü STK’lar arasında tarikat ve cemaatlerle bütünleştiğinden emin olduklarımız dışında adreslere rastlamıyoruz. Zaten kendisinin de böyle bir açıklaması yok. Hatta şöyle bir cümlesi mevcut;
“Sizin tarikat ve cemaat dediğiniz kurumlarla protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor!”
Sayın Bakan ÇEDES projesindeki sakatlıklara alkış tutarak, bir de güzel anlam yüklemiş meseleye.
Ben şunu anlamıyorum, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çocuklarını doğru yönlendirmek adına kendi devlet terbiyesini almış kadrolarını oluşturması gerekirken bunu başaramamış olması ve tarikat ve cemaat yakınlığı bariz STK’lardan bu konuda yardım dilenmesi normal mi?
Sonra küçücük çocuklar çıkıp ‘okullarımızda çeşitli vakıf ve derneklerle milli eğitimin düzenlediği protokolleri istemiyoruz!’ diyerek Milli Eğitim Bakanlığı’nı uyarıyorlar.
Türkiye Liseliler Birliği, “FETÖ örneğinden de gördüğümüz ülkemizi karanlığa sürükleyecek yapılanmalara okullarımızı teslim etmeyin!” diyerek son derece aklı başında cümleler ile yapıyor uyarılarını. Taleplerini pek çok platformda dile getiren gençlerin arkadaşlarını bir imza kampanyası ile bahsi olunan projelerin karşında durmaya çağırdığını ve toplanan imzalarla birlikte 23 Aralık tarihinde Ankara’ya giderek isteklerini Milli Eğitim Bakanlığı önünde de yineleyeceklerini hatırlatmak isterim.
Bundan sonrasında arkasına herhangi bir siyasi yapılanma almayan sadece eğitimin içinde olduğu ve bu aksaklıkları gördüğü için bir araya gelmeyi başaran yapılanmalara ihtiyaç var, bundan sonra çocukları için söz söyleme cesareti gösteren velilere, kendileri için söz söyleme cesareti gösteren öğrencilere, öğrencileri için söz söyleme cesareti gösteren öğretmenlere ihtiyacımız var.
Yoksa eğitimde bambaşka bir noktaya sürüklenmemiz an meselesi…
Yine koydular önümüze üç beş gündem, geveleyip duruyoruz…
Kahve dükkanlarına silahlı saldırı düzenleyip eylemler yapınca Gazze’deki katliam bitecekmiş gibi bir algı yaratalım, hem ülke konuşsun, hem milletin gazı alınsın misali şeyler var mesela konuştuğumuz…
Kahve içen insanların üzerine ateş açan adamın evinden her çıkışında yanına pompalı tüfek alarak yollara düşmesinin normal olduğunu da kabul etmemiz bekleniyor, kahve içmek ile can pazarı arasında gidip gelmek gibi bir handikabı sürekli yaşamayı da mantık çerçevesine oturtmamız gerekiyor…
Yetmiyor, cicişler, biçişler, topçular, popçular, internetten yolunu bulanlar, meğer paraları nereden kazanıyormuş diye aval aval bakarken, meselenin arkasını, baş aktörünü asla göremediğimiz karmaşanın ön yüzündeki sürekli bir varlık ve para hissiyatını konuşup duruyoruz haftalardır…
Zenginin malı züğürdün çenesini mi yoruyor, yoksa züğürdün parası nasıl çalınıyor onu mu izliyoruz işin bu kısmı biraz karışık tabii. Tek belli olan ekranlardan yüzümüze yüzümüze sallanan külçe altınları bol bol izlediğimiz, para dolu çantalara ağzımızın suyu akarak baktığımız.
Siyasetin zaten Allah’ı şaşmış, kim kimin partisine geçiyor, kiminle ittifak yapıyor, kiminle el ele tutuşup kiminle kavga ediyor kavramaya çalışırken beyin devrelerimizi yakıyoruz…
Tüm bunlar olurken, birileri yine gemilerini yürütmeye, kara ya da beyaz paralarını kurtarmaya, el altından oldurmaya çalıştıkları işleri oldurmaya devam ediyor…
Son olarak gündemin en önemli maddesi olarak Ahmet Hakan’ın sorularını yanıtlayan Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın kira fiyatlarından yakınmasına şahitlik yapıyoruz koskoca ülke olarak…
Bize parasal sıkışmanın sonuna gelindiğini ve vatandaşın kemerini sıkacağı kadar sıktığını söylerken bir yandan da ekonominin düze çıkacağı tarih olarak 2026 yılını işaret ediyor. Hemen sonrasında da vatandaşla aynı seviyeye inmek için olsa gerek, “İstanbul, Manhattan’dan pahalı olur mu? Biz İstanbul’da ev bulamadık. Müthiş pahalı. Annemlere yerleştik, onların yanında kalıyoruz” deyiveriyor…
Gaye hanım, belki sizin oturduğunuz yüksek tepelerden bakılınca anlaşılmıyor, ama tüm dünyanın ‘bu ülke nasıl oldu da batmadı, bu ülkede nasıl oldu da bunca yoksulluğa rağmen isyan çıkmadı?’ sorularının yanıtı olarak ‘Biz annemlerin yanına taşındık’ cevabı veriliyor araştırmalarda.
Bizim memlekette insanlar, uzun süredir annesinin yanına taşınarak yaşıyor yani…
Nasıl taşınmasın ki; gayrimenkul değerleme platformu Endeksa’nın verilerine göre, 2022 Kasım ayında Türkiye’de 6 bin 493 lira olan ortalama kira, son bir yılda yüzde 120 artarak 14 bin 288 liraya çıkmış durumda. 14 Mayıs seçimlerinin ardından yaşanan artış yüzde 18! Ortalama kira İstanbul’da yıllık yüzde 75.56 artış ile 17 bin 84, Ankara’da yüzde 164 artışla 13 bin 854, İzmir’de yüzde 130 artışla 15 bin 594 lira oldu.
Ama ben şunu anlamadım, net maaşınız 161 bin lira, ek ödeneklerle birlikte muhtemelen 300 bin lirayı aşan bir geliriniz var, eşiniz ise ABD’de büyük firmalardan birinin yöneticisi, yani evinize en düşüğünden hesaplarsak aylık 500 bin lira giriyor. Bu koşullar altında nasıl oluyor da kiralık ev bulamıyorsunuz?
Merak içindeyim, nasıl bir ev arıyorsunuz?
Siz ev bulamıyorsanız bu vatandaş ne yapıyor hiç düşünüyor musunuz?
Kriterlerinize uygun ev bulamadığınıza göre aileniz nasıl bir evde yaşıyor da siz de onlarla birlikte kriterlerinize uygun rahat bir yaşam sürebiliyorsunuz?
Bu soruları soruyorum, çünkü aptal yerine konmak pek hoşuma gitmiyor…
Kendinizi bizim gibi sıradan insanlarla aynı ayara getirip vatandaşın halinden anlayan ekonomist sıfatı ile sevimli bir imaj çizmeye çalışırken de elinize yüzünüze bulaştırıyorsunuz, danışmanlarınız söylemediyse ben söyleyeyim de haberiniz olsun istiyorum.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile kira fiyatlarının artışı konusunda ayrı telden çalmanız ise cabası. Neyse ki, siz bu konuyu kol kırılır yen içinde kalır mantığı çerçevesinde parti içinde halledersiniz.
Çok şükür ki, biz tıpkı gıda fiyatlarının düşmediğini size ısrarla söyleyen apartman görevliniz Sadık Abi gibi gerçekleri biliyoruz sade vatandaşlar olarak.
Kırmızı et, süt ve süt ürünlerinin fiyatlarında da iddia ettiğiniz gibi bir düşüş yok, aksine artış devam ediyor. Kısacası Sadık Abi doğru söylüyor…
Hani demişsiniz ya, “Ev ve gıda çok önemli. Sağlık konusunu devletimiz çok oldu çözeli” diye. Ev de gıda da sağlık da gelir düzeyi asgari ücrete komşu olan pek çok hane için ciddi sorun. Sorunların çözüldüğüne ilişkin açıklamalarınız ise ancak temenni düzeyinde kalır…
Buraya kadar eleştire eleştire geldiğim açıklamaların neden yapıldığını gayet iyi anlayabiliyorum, çünkü hükümet edenler ile hükümet edilenler, yani vatandaş arasındaki gönül köprüsü çoktan yıkıldı, aramıza deste deste paralar, üçer beşer yerden alınan kallavi maaşlar girdi. Bu köprü yeniden inşa edilebilir mi, bir sıcak gülümseme, ben de sizdenim imajı çizer mi kaygısında devletin başındakiler…
Fakat şu sözü anlamak mümkün değil, “Bir insanın 10 evi olmamalı, 10 insanın bir evi olmalı!”
10 insanın bir evi olunca nasıl yaşayacağız o evlerin içinde? Her hane bir ay mı oturacak bahsettiğiniz evde?
Kalan sürede çadır mı kuralım 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşları olarak?
Siyasette son dönemlerde yapılan birliktelik görüşmeleri ittifaksız ilerlenemeyeceğinin açık göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Merkez medyada en çok üzerinde durulan görüşme CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in DEM eş başkanları ile yaptığı görüşme oldu, ancak bence bu istişareden daha mühimi AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın yaptığı görüşmeydi.
Erbakan’ın partisi ile aynı tabandan oy alması beklenen Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin beklenenden az oy aldığını, beklenenden fazla bir kazançla bu seçimlerden çıktığını artık herkes biliyor sanırım. Buna karşılık Erbakan’ın Genel Başkanı olduğu YRP, aldığı oy oranında vekil kazanımına ulaşmayarak bir miktar hüzünle ayrıldı seçimlerden.
Hemen hatırlayalım rakamları; Yeniden Refah Partisi Cumhur İttifakı’ndan 5 milletvekilliğini zor koparırken, Millet İttifakı ile yapılan görüşmeler sonucunda DEVA Partisi 15, Gelecek ve Saadet Partisi de 10’ar vekillik almıştı.
Pazarlıklar oldu, bitti, gerçekten bazı pazarlıklar oldu bittiye getirildi ve özellikle CHP tabanını bu oldu bitti meselesi son derece rahatsız etti, falan filan…
Şimdi sırada muhalefetin ‘bu seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanmamız halinde genel seçimlerin erkene alınması ihtimalini güçlendiririz’ düşüncesiyle girdiği, iktidarın ise özellikle büyükşehirleri yeniden almak için kuvvetle bastırdığı bir yerel seçim mevcut.
Her iki cephe için de durumun pek anlattıkları kadar kolay olmadığını, yine başa baş bir mücadele izleyeceğimizi şimdiden görüyoruz siyaseti takip eden gazeteciler olarak.
Özellikle İstanbul ve Ankara’da iktidar cephesi İmamoğlu ve Yavaş’ın karşısına çıkaracak aday bulmakta zorlanıyor.
Burada da iş diğer siyasi partilerin devreye girmesi ile değişecek küçük yüzde farklarına kalıyor.
İki taktik gözetiyor her iki cephe de; bir yandan kendi istedikleri, oyları bölebileceğini düşündükleri isimlerin kendi adayları ile sahneye çıkmasını sağlamaya çalışarak diğer cephenin birleşmesini önlemek. Burada DEM’in Başak Demirtaş gibi bir isimle sahneye çıkması durumunda alabileceği oy oranını göz önünde bulundurarak böylesi bir plan yapıldığını söyleyebiliriz. İYİ Parti’nin kendi adayı ile seçimlere gireceğini ifade etmesi ve Cumhur İttifakı açısından da MHP’nin kendi adayı ile seçime katılması ihtimalleri hep aynı senaryonun farklı versiyonları gibi.
MHP ve AK Parti birlikte aday çıkaracakları 30 büyükşehri açıkladıktan sonra son versiyon en azından Bursa için rafa kalktı, ancak muhalefet için sunulabilecek pek çok alternatif senaryo var…
Tam da bu sıkışmanın arasında DEM ile CHP görüşmesinin önemi elbette çok büyükken benzeri hesapları gayet güzel yapabilen ve genel seçimlerde yaptığı ittifaktan aldığını pek de beğenmeyen Fatih Erbakan da giriyor devreye. Zira Yeniden Refah Partisi’nin İstanbul’daki oyu azımsanmayacak bir yüzdede.
Tamam öyle yüzde 10’lar düzeyinde değil, ama yüzde 3.5-4 düzeyinde bir orandan bahsetmek mümkün.
Şimdi hesaplar bozuldu mu?
Bir ölçüde evet…
Burada pazarlık gücü de YRP’ye geçiyor haliyle. Erbakan elindeki gücü bu kez iyi kullanmak ve pazarlıkla en azından birkaç ili ve İstanbul’da bazı ilçeleri almak arzusunda…
Halen İmamoğlu’nun karşısında aday çıkaramayan iktidarın pazarlık gücü bu noktada zayıflıyor haliyle.
Erbakan’ın isteyeceği iller arasında Bursa’nın da olma ihtimali var mı?
Ben pek sanmıyorum.
Çünkü son günlerde pek çok kişinin iştahını hayli kabartan. Kendi içinde barındırdığı değerleme ile artık ‘taşı toprağı altın’ diye tabir edilecek yerlerden biri haline gelen, ancak nedense içinde yaşayanların bu kıymeti bir türlü hissetmedikleri ve iktidar partisinin elinde kalan en büyük Büyükşehir Belediyesi olmasına rağmen geçtiğimiz 5 yılda 5 kuruşluk yatırımların dahi fazla görüldüğü Bursa paylaşılamıyor. Bir önceki yazımda MHP VE AK Parti’nin ortak aday çıkarma konusunda üzerinde uzlaştıkları iller arasında Bursa’nın da olduğunu, bu durumun AK Parti içinde Bursa Büyükşehir Belediyesi için kulis yapan isimler açısından tüm hesapları alt üst ettiğini yazmıştım. Denklemin içine bir de YRP girerse tadından yenmez bu karışıklık…
Bu kez Millet İttifakı’nın altılı masasındaki karmaşaya Cumhur İttifakı düşer ki, muhalefetin çekiştire çekiştire kullanacağı harika bir malzeme olur elinde…
Şimdilik AK Parti kulislerinde özellikle İstanbul için isimler konuşuluyor. Adil Karaismailoğlu ve Ergün Turan isimlerinin yanı sıra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın da adı geçiyor.
Ancak en az İstanbul ve Ankara kadar önemli olması gereken illerin başında Bursa’nın da gelmesi gerektiğini düşünüyorum ben.
Bursalı seçmen gözünü açar ve iktidar partisine bu şehrin çantada keklik görülmekten bıktığını, artık gerçek hizmetler istediğini ve eldeki kuş olmak fikrinden her an cayabileceğini gösterirse, yıllardır beklediği yatırımları ve şehrinin talan edilmesi işinden sıyrılıp abat edilmesine varan süreci yaşayabilir.
Bizim seçmen tüm bu paradigmaları bir arada değerlendirebilir mi?
Muhalefette kulisler hareketli de iktidar ortakları boş mu duruyor?
Elbette hayır…
Özellikle bugün haber merkezlerine düşen, AK Parti ve MHP’nin 30 ilde ortak adayla seçmen karşısına çıkacağı açıklaması tüm hesapları bir anda alt üst etti.
Çünkü mevut belediyeler arasında Bursa Büyükşehir Belediyesi de var!
Gerçi İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi gibi önemsenmek, önemsenme gibi kıymetli bir hissiyata arada bir vakıf olan Bursa için pek kutlu, pek mutlu bir his olsa gerek, ancak aday belirleme sürecinin nasıl ilerleyeceği soru işaretleri şimdiden kafalarda oluştu…
AK Parti ile aralarında gerginlik olduğu iddialarına; “Hemen hemen mutabakat sağladık. Karşılıklı anlayış, dayanışma ve saygıya dayalı temaslar Türkiye’nin önünü açacak. Uzlaşamayacağımız bir şey de yok” diyerek yanıt veren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu sözlerini kendi adıma bazı il ve ilçelerin MHP’ye bırakılacağı biçiminde yorumlamıştım.
Aslında iktidar için son derece mantıklı olan ortak adayla seçmen karşısına çıkma projesinin Bursa için de uygulanacağını hiç düşünmemiştim.
Buradan iki sonuç çıkarabiliriz…
İlk sonuç, amiyane tabirle ‘Tarzan zorda’ şeklinde özetlenebilir. Muhalefet açısından sevindirici bir durum olsa da, CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in anket sonuçlarındaki oy oranına göre kazanıyor görünmesi durumunda, MHP’nin de kendisini işin içinde göreceği isimlere ağırlık vererek Bozbey’in kazanma şansını düşürmeye çalışmak yolu izlenerek sandık zorlanıyor olabilir…
İkinci sonuç ise aslında zaten AK Parti’nin kalesi olan Bursa’nın yine AK Parti tarafından kazanılıyor olmasına rağmen, işi şansa bırakmamak için seçmeni her iki koldan kucaklama çalışması içine girmek olarak yorumlanabilir…
Her iki durumda da kulislerde hali hazırda konuşulan mevcut isimlerin yeniden gözden geçirileceği ve belki de yapılan anket çalışmalarının yeni isimler üzerinden tekrarlanacağı düşüncesi hakim bende.
Artık hepimiz öğrendik değil mi, AK Parti’nin anket yapmadan adım dahi atmadığını…
Aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından çıkarılan sonuç da büyük bir değişim beklentisini doğruluyordu. Dediğim gibi ben bu işin içine başka bir siyasi partinin dahil olacağını düşünmemiştim sadece…
Hali hazırda AK Parti’nin şu anda en güçlü aday isimlerinden biri olan, hem mevcut belediye başkanı olmasının avantajlarını sonuna kadar kullanan hem de Genel Merkez ile ilişkilerini her daim sıcak tutmaya çalışmasının ekmeğini yemek isteyen Alinur Aktaş’ın ismi değişir mi mesela?
Bursa Büyükşehir Belediyesi için ciddi bir talip olan AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan’ın MHP’liler tarafından kabulü mümkün olur mu? Duyumlarımız Efkan Ala’nın Gürkan’ı desteklediği yönünde, peki MHP kanadında bu desteğin karşılığı ne olur?
İş sadece Büyükşehir ile de bitmiyor elbette. Mevcut belediye başkanının 3 dönem kuralı nedeniyle görev süresinin dolduğu hesap edildiğinden, 14 ismin başvuruda bulunduğu Osmangazi’de de hatlar karışabilir.
Gerçi bu başvuruların bir bölümünün aslında başka görevlere talip olmak ve dolaylı yoldan ‘beni görün’ çağrısında bulunmak olduğunu artık herkes öğrendi. Siyasette bir müdüriyete, bulunduğunuz makamdan daha üst makama başvurmanın yeni raconu bu…
Fakat yine de dağ yöresinden yoğun göç alan, dolayısıyla bir ayağı şehrimizin dağ köylerinde olan, köken itibariyle de milliyetçi ülkücü görüşü benimseyen seçmene nasıl bir alternatif sunulacağı benim açımdan büyük merak konusu oldu.
Yıldırım için MHP ile ortak bir aday belirlenecek dahi olsa mevcut Belediye Başkanı Oktay Yılmaz’ın bir dönem daha seçilmek üzere aday gösterileceğini tahmin ediyorum. Çünkü Yıldırım’da milliyetçi tabandan gelen bir nüfus yoğunluğundan daha ziyade doğu bölgesinden gelen mütedeyyin kesimin yoğunluğu mevcut.
Dağ yöresindeki isimlerin nasıl değişeceği ya da daha doğrusu değişip değişmeyeceği bu kararın ardından ayrı bir karışıklık yaratabilir gibi…
MHP’ye bırakılması muhtemel ilçeler arasında Mustafakemalpaşa’yı sayabiliriz. Mevcut başkan Mehmet Kanar’ın adaylık için zaten pek de gönüllü olmadığı konuşuluyor kulislerde.
MHP’nin gönlünün Gemlik’te de olduğunu biliyoruz.
Hali hazırdaki belediye başkanlarının değişeceği yolunda sinyaller veren İnegöl, Karacabey, İznik, Orhangazi, hatta çok bastırılırsa Kestel ve Gürsu dahi farklı isimlerle gidebilir seçime…
Bu isimlerin bazılarının MHP’ye bırakılacağını bundan sonra tahmin etmeye çalışmak zor değil sanırım.
MHP ve AK Parti’nin nasıl bir harman yapacağı, özellikle Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak seçeceği ismin kim olacağı ileriki günlerde kulak kabartacağımız kulislerde daha yoğun konuşulmaya başlanır…
Bakalım kimlerin isimlerini duyacağız, en önemlisi de konuşulan isimlerde MHP kendi karşılığını bulabilecek mi?
CHP yerel seçimlerde Bursa’ya imzasını atmak istiyor malum. Partinin iddialı olduğu ilçelerde özellikle bir aday enflasyonu yaşandığı da bilinen gerçeklik. Burada mühim olan, yapılacak tercihin halkın nazarında da geçer akçe olması ve hem kesin gözüyle bakılan ilçelerin elden kaçırılmadan CHP yönetiminde devam etmesinin sağlanması hem de bu ilçelerde oyların artırılması sonucu Büyükşehir için daha fazla oy alınması…
Daha önceki yazılarımda CHP’nin aday belirleme yolunun nasıl işleyeceğini aktarmıştım. Yolun ilk basamağı olan aday adayları ile genel merkezden gelen iki temsilcinin görüşmesi kısmı tamamlanmış durumda. Hem parti içine hem de mevcut ilçedeki vatandaşlara yönelik iki anketin yapılması işi de sonuca bağlanmak üzere.
Bundan sonrasında elde edilecek sonuçlara göre bir değerlendirme olacak. Mevcut başkan anketlerde önde görünüyorsa kendisiyle devam kararı alınacak, önde görünmüyorsa değişim kaçınılmaz olacak. İşte burada da hem anketler, hem değerlendirmeler hem de genel merkezin dört kişiden oluşan karar verici ekibinin görüşleri önemli olacak.
Bahsettiğim ekibin başında Murat Karayalçın’ın olması, Karayalçın ile dirsek temasında bulunan isimlerin bir bir belediye başkan aday adaylığı ya da meclis üyeliği görevlerine aday olmalarına neden oldu bilindiği üzere. Fakat biz şunu bilmiyoruz ve tam da bu nedenle aslında kafalar hep karışık; Özgür Özel ve ekibi şimdiye kadar bir aday belirleme süreci geçirmedi. Dolayısıyla ‘liyakat mi sadakat mi?’ sorusuna nasıl bir yanıt verilecek belirsiz…
Tüm bu karışıklıkların içinden sıyrılma umuduyla Mudanya Belediye Başkan Aday Adaylığına başvuruda bulunan geçmiş dönem Mudanya Belediye Başkan Yardımcılarından Akın Poroy’un basın toplantısına dahil olduğumda aklımda hep bu düşünceler vardı.
Deneyimli bir siyasetçi olan Poroy’un ılımlı siyaset, ılımlı yöneticilik, küsmeyen, barışçıl çözümler arayan makam sahipliği yapma yönündeki vaatleri bence seçmeni can evinden vurabilir…
“Ben inanıyorum ki, Büyükşehir Belediyesi de bizim partimizin adayı tarafından yönetilecek ve dolayısıyla ilçemize Büyükşehir’den gelecek hizmetler daha kolay bize ulaşacak. Ancak bu böyle olmasa dahi, ben Büyükşehir Belediyesi’ne giderim, 5 tane şey istesem, bir tanesini alsam benim ilçem için kardır. Onu da alamazsam yatağı yorganı Büyükşehir’in kapısına sererim, o zaman herkes kim barışçıl kim kavgacı görür…” yaklaşımı tam da ilçenin ihtiyaç duyduğu çözüm odaklı belediyecilik anlayışına örnek…
Bir de şu tespit son derece yerinde elbette;
“Mudanya tatil dönemlerinde ve hafta sonlarında kendi nüfusunun iki hatta üç katına hizmet veren bir ilçe. Tüm bu hizmetleri Mudanya’nın kendi bütçesi ile doğru bir biçimde yapması mümkün değil. Mudanya ilçemize 10 yıldır Büyükşehir’den ve genel idareden kopuk bir yönetim anlayışından dolayı, kendi iç bütçesi ile yapabileceği hizmetler haricinde başka hiçbir hizmet getirilememiştir!”
Mudanya’da bir yandan aday adayları projeleri ile birlikte kendilerini seçmene anlatma derdine girerken ve bu isimler arasında Akın Poroy gibi, Baran Güneş gibi, Erdal Aktuğ gibi liyakatli isimler yer alırken, diğer yandan Godo’yu bekler gibi bir bekleyişle Erkan Aydın’ın adaylığı ihtimali gözleniyor…
Hatırlatmakta yarar var, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Osmangazi Belediye Başkan Adayı olarak lanse edilen Erkan Aydın belediye başkan aday adaylığı başvurusunu yapmış, ancak başvurusuna bir ilçe adı koymamıştı. Sonrasında kulislerde yayılan söylentiler ise Aydın’ın iki kez Osmangazi’den aday gösterilip seçimi kazanamadığından dem vurduğu ve artık seçim kazanabileceği bir yerden aday olmak istediğini belirttiği yönünde.
CHP için garanti olan iki ilçenin Nilüfer ve Mudanya olduğunu biliyoruz…
Tüm bu parametreleri bir araya getirince CHP Mudanya Belediye Başkan Aday Adaylarının Erkan Aydın bekleyişi haksız değil aslında.
Zaman gösterecek elbette ‘Liyakat mi sadakat mi?’ sorusunun CHP Genel Merkezi’ndeki karşılığını…