10 yaşındaydım…
Bahardı, ilkokulda sınıfça pikniğe gitmiştik. Nasıl olduğunu bilmiyorum, bir patlamadan söz ettiler. Nükleer bir patlamaydı. Galiba radyodan dinlemişlerdi. Akşam eve geldim ve bugün ‘Pelikan’cıların atandığı TRT’de, o gün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin resmi ajansının propaganda haberlerinde Çernobil istasyonunda yangın çıktığını öğrendik.
Ertesi ve ilerleyen günlerde durumun ne kadar ciddi olduğu ortaya çıktı. Uzmanlar denize girilmemesi yağmurlardan kaçılması sebze ve meyvenin yenmemesi konusunda uyarıyordu. TRT ekranlarında radyasyon yüklü bulutların görüntülerini hatırlıyorum. Avrupa hemen Türkiye’de üretilen tarım ürünlerinin ithalatını durdurmuş, özellikle Karadeniz bölgesinde yetişen fındığı ve çayı ülkelerine sokmayacağını açıklamıştı.
Sovyet propaganda mekanizması bugünkü TRT gibi, küçük bir yangın sonrası patlama olduğu, kazanın abartıldığı yönünde açıklamalar yapıyordu.
Meğerse yıllar sonra Demirperde yıkıldığında öğrendik. Dünyanın önemli bir kısmının hayatını, sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen kahraman itfaiyecilere borçlu olduğunu. Bu kahraman itfaiyeciler canları pahasına yangına müdahale etmiş, alevlerin ana reaktöre sıçramasını engellemişti.
Ardından yaz geldi. Karadeniz’e çok yakın olan ve Odesa’nın tam karşısında bulunan ilçemizde tüm uyarılara rağmen denizimize giriyor pikniğimizi yapıyorduk. Bu sırada sahillerimizde zehirli variller belirmeye başladı.
Bu kez devlet önlemini aldı. Her plaja jandarma dikip denize girmeyi yasakladı 10 yaşında olan benim bütün yaz hayallerim kursağımda kalmıştı. Ama bir çocuk olarak radyasyon zehirlenmem daha yeni başlıyormuş…
Avrupa çayı ve fındığı almayınca hemen TRT devreye girdi. Bu ürünlerin iç piyasada tüketilmesi gerekiyordu. Dönemin ANAP’lı bakanı Cahit Aral, gazetecilerle bir Karadeniz gezisi yaptı, ince belli bardaktan çayı yudumlayarak ‘Tüketin, güvenli’ mesajı verdi.
O günlerde okul açılmış, ben de siyah önlüğümü giyip her sabah Andımız’ı okuyordum. O sene öyle bereketliydi ki; sınıfa girerken poşet poşet fındık, kuru üzüm dağıtılıyordu. Çocuk aklımızla Avrupalının çocuklara yedirmediğini, Turgut Özal ve Cahit Aral gibilerin bize sokuşturduğunu bilmiyorduk.
Daha sonra büyüdük, bir anda kuş gribi patladı. Tüm Türkiye, kanatlı hayvanlara vebalı muamelesi yapıyordu.
Hemen başka bir bakan geçmişte Cahit Aral’ın yaptığı gibi kameralar karşısına geçti.
Artık AK Parti hükümeti vardı ve krizler fırsata çevrilmeliydi. Bu bakan omlet yaparak gazetecilerin önünde kahvaltı yapmak yerine, kuş gribinin kasıp kavurduğu Manyas’ta ürettiği güvenli likit yumurtaları piyasaya sürdü.
Hükümet, beyaz et sektörü topu atmasın diye denize düşen yılana sarılır misali Uğur Dündar’a sarıldı da vatandaşımın tavuk çiftlikleri gün yüzü gördü. Hükümet bununla da kalmadı bir uçak dolusu gazeteciyi uzak doğuya götürüp b…k içindeki tavuk besi ve kesim tesislerini gezdirerek ‘Bakın beterin beteri var’ dedi.
Birkaç yıl geçtikten sonra hükümetim bir müjde verdi. Benim çocukluğumu hatırlatan bir kararla İlkokul çocuklarına süt dağıtacağını açıkladı. 2012’de Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Tarım Bakanı Mehdi Eker’di. Okullarda süt dağıtımı başlayınca binlerce çocuk hastanelik oldu. İddialar, sütlerin süttozu ile yapıldığı ve peynir altı suyunun kullanıldığı yönündeydi.
Bakanlar lıkır lıkır sütleri içmediler ama günah keçisini de bulmuşlardı. Milli Eğitim Bakanı, çocuklara aç karnına süt içirilmemesi gerektiğini vurgulayarak, ‘Düzenli süt içmeyen çocuklarda da benzer belirtilerin olabilir’ dedi.
Tarım Bakanı ise baş şüpheliyi bulmuştu bile…
O ise şu açıklamayı yaptı. Eker, projeyi birilerinin provoke etmesine müsaade etmeyeceklerini anlattı. Yani yine suçlu Ce-Ha-PE’ydi.
Şimdi diyeceksiniz ki bir bardak çaydan nasıl buralara geldik?
Sabah saatlerinde Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin resmi Twitter hesabında bir görüntü izledim.
Gözlerime inanamadım.
Bakanlar bir grup gazeteci ile Marmara Denizi’ne açılmışlar.
Müsilajın nasıl temizlendiğini anlatıyorlar. Ardından müsilaj nedeniyle gerçekleşen balık ölümlerini telafi etmek için binlerce balığı denize bırakıyorlar. Etkinlik sonunda gazetecilere Marmara’da tutulmuş sardalyalardan hazırlanan balık ekmekleri ikram ederek kendileri de iştahla götürüyorlar.
Bu görüntüyü görünce Cahit Aral’ın bir parça günahını almışız dedim. Çünkü Çernobil’in yarattığı çevre felaketinden Sovyetler suçluydu.
Ama Marmara’yı katleden bizden başkası değil.
Marmara’nın başka ülkeye kıyısı var mı? Marmara Denizi’ne kıyısı olan belediyelerin çoğu ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 15 yıldır kimin yönetiminde?
Marmara’nın bütün kıyılarını betona ve fabrikalara boğmadınız mı?
Bu fabrikalar ve büyüyen şehirlerin atık suları arıtma tesislerinden geçmeyerek bu denize akmıyor mu?
Marmara’nın nasıl kirlendiğini görmek için Karacabey’den denize dökülen Karadere’yi görmeniz yeterli. Ama siz bu ülkeyi 19 senedir yönetiyorsunuz, ‘Allah affetsin suçlusu biziz’ diyeceğinize hemen eski Tarım ve Milli Eğitim Bakanlarının yaptığı gibi suçlu Ce-Ha-PE ve Ekrem İmamoğlu oluyor.
Sayın bakanlarım bir uyarım var.
Dağıttığınız balıklar beyinin en önemli besin maddelerinden olan Omega taşırlar.
Siz gazetecilere ikram ediyorsunuz ya Mazallah hafızaları güçlenirse. Cahit Aral’ı bile unutmayan bizler sizi çok net hatırlarız.