Bugün 17 Ağustos…
O kara gecenin üzerinden 22 yıl geçmiş. Ben bu konu hakkında bir şey yazmayı düşünmüyordum ama bir anda aklıma gazeteci ağabeyim Yüksel Baysal geldi.
Geçtiğimiz günlerde orman yangınları ile Türkiye kavrulurken Yüksel Ağabey (Baysal) yazısında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neden kullanılmadığı sorusunu sormuştu. Ben de ona özel olarak yaklaşık 1.5 ay kaldığım deprem bölgesinden anılarımı anlattım. Bunları neden yayınlamadığımı sorunca ‘Belki bir kitapta toplarım’ dedim.
Ama bugün dayanamadım.
Bugün orman yangınlarında nasıl bocalamış ve başarısız olmuşsak o günlerde de öyleydi. Mesela, ‘Büyük devlet nasıl olunur?’ sorusunun cevabını 23 yaşında Akşam gazetesinde muhabirken gözlerimle gördüm.
Büyük deprem sonrası Türkiye’de devlet, iktidar daha ne olup olmadığını bilmiyor, bir refleks veremiyordu.
O dönemin ünlü inşaatçısı Veli Göçer’in yaptığı konutların çoğu Yalova Çınarcık’ta yerle bir olmuştu. Oraya vardığımda 112 ekibi ve gençler çöken bir binanın altında engelli bir gence ulaşmışlardı.
Ama teknik imkanlar olmadığından bu yatalak depremzedeyi bulunduğu yerden çıkaramıyorlardı. Tek tesellileri ise bu gence bisküvi, süt ve su ulaştırabiliyor oluşlarıydı.
112 ekibinin doktoru gazeteci olduğumu görünce yanıma geldi ve ‘Birilerine sesimizi duyuralım, bu genci kurtaralım’ diyerek adeta bana yalvardı. O sırada yeşil plakalı 2 arazi aracı geldi. Yeşil plakalı araçları Türkiye’de görevli yabancı devletlerin personellerinin kullandığını bildiğimden dikkat kesildik.
Gelenler 8 ya da 10 kişilik kurtarma ekibiydi. Çoğu Türkçe biliyordu. Orada bulunan yardıma gelmiş gençler ve 112 Sağlık Ekibi enkaz altında bulunan canlıdan söz ederek yardım istediler.
Kurtarma ekibi hiç oralı olmadı. Bu sırada bu kişilerin İsrail’den gelen ekip olduğunu herkes anlamıştı. Hemen yanda tamamen oturmuş bir enkaza girdiler. Jandarma ile bir şeyler konuştuktan sonra askerler kimseyi o enkazın yanına yaklaştırmamaya gayret gösteriyorlardı.
Bir zaman sonra insanların ilgisi de kayboldu. Ama ben uzaktan bu adamları seyrediyordum ve birinin kucağında 5 yaşlarında bir çocuk gördüm. Çocuğu hemen geldikleri araçlardan birine koydular. Arkasından ardı ardına cesetler çıkartıyorlardı. Onları da hemen ceset torbalarına koyuyorlardı.
Akşam üstü çalışmalarını bitirdiler ve sessiz sedasız oradan ayrıldılar. Birkaç gün sonra konu anlaşıldı.
Jandarma rütbelileri ile yaptığımız sohbette bu kişilerin özel bir izin ve haber alınamayan Musevi vatandaşların adresinin olduğu bir liste ile geldiklerini söylediler.
Bu enkaza bilinçli olarak girdiklerini ve haber alınamayan vatandaşlarının ellerinde fotoğraflarının olduğunu, cesetleri onlara göre teşhis ettiklerini anlatınca ağzım açık kalmıştı. İşte o ekipler büyük devlet olmanın ete kemiğe bürünmüş haliydi ve ben bunu o gün gözlerimle görmüştüm.
22 sene önce yaşadığım bu olay gelince aklıma bugünler geldi.
Yani büyük devlet olmak ‘Ey ABD, ey Merkel, ey İsrail’ demekle, her felakette IBAN istemekle olunmuyor.