İnsanlarımıza aşıdan, koronadan, pandemiden gına geldi. Ben de böyle bir yazı kaleme almayacaktım, ama İngiltere’de Covid-19 aşısına 100 sterlin ödendiğini duyunca dayanamadım, geçtim klavyenin başına. Bu arada, bizi kıskanan İngilizlerin 100 sterlini bin 200 liraya karşılık geliyor. Yani Allah’tan bizim ülkemizde aşı ücretsiz, mazallah bir doza bin 200 lira ödesek, 3 kişilik bir ailenin aşı masrafı 3 bin 600 lira olur ki asgari ücretle geçinmeye çalışan insanlarımız o ay ve gelecek ay aç kalır. Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
İşin latife kısmını geçelim ve gelelim gerçeklere… İngilizler, Monarşi ile yönetilmekteyse de dünyanın en adaletli, en özgürlükçü, en örgütlü halklarından biridir. 1215’te Kral’a karşı gelerek onu masaya oturtmuşlar ve Magna Carta‘yı imzalatmışlardır. Kral’ın yetkilerini kısıtlamış, vatandaşlık haklarının temelini atmışlardır. Biz ise kulluktan ancak 1923’ten sonra vatandaşlığa geçebilmişizdir. Çünkü Osmanlı padişahlarına göre vatandaş yok, kulları vardır.
Bu İngilizler kendi adalarında o kadar adalet ve özgürlüğüne düşkünken, yüzyıllarca mazlum halkları adaletsizce sömürmüş, kendilerine kul yapmışlardır. Kara Kıta’dan Amerika’ya, Hindistan’a kadar yerli halkların kıçından donunu bile almışlardır. İngiliz sömürgeciliği deyince Gandi‘nin o büyük sözü gelir aklıma: “Mustafa Kemal bunları yeninceye kadar ben tanrıyı İngiliz sanırdım!..”
Yani Çanakkale’den başlayarak İstanbul’un alınışına kadar geçen zamanda Mustafa Kemal, İngilizlerin sömürdüğü halkların adeta kaderini de değiştirmiştir.
İngilizlerin başka bir özelliği de örgütlü toplum olmalarıdır. Yaşamın ve iş hayatının en ince ayrıntısında sendikaları, sivil toplum örgütlerini görürsünüz.
Ve bu İngilizler hep bir işin sonunu görüp ona göre plan yaparlar. 1939’da Alman orduları Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladığında, İngiliz hükümeti Hitler ile anlaşma yoluna gitmek istemiştir. Winston Churchill, buna karşı çıkmış, başbakanlığı üzerine alarak o meşhur konuşmayı yapmıştır: “Her yerde savaşacağız!..”
1945’te İngiliz Mareşal Montgomery‘nin orduları Afrika çöllerinden Avrupa’nın içlerine doğru yürüyerek savaşa son veriyordu. Ama bu halk savaşın bitişinden 1.5 ay sonra yapılan seçimlerde, kapitalist ekonomik programları uygulayan savaş kahramanı Churchill’i değil, İşçi Partisi’ni seçerek sol duyusunu göstermiştir. O sol hükümet savaşın yaralarını devletçi programlar uygulayarak sarmış, İngiliz ekonomisini daha çabuk ayağa kaldırmıştır. İngilizleri hızlı reformlarla daha iyi bir hayat standardına kavuşturmayı başarmıştır.
İngiltere’nin nasıl bir örgütlü toplum olduğuna kısa bir örnek vereyim. Benim ergenlik dönemimde TRT’de “Emret Bakanım” isimli politik mizah dizisi gösterilirdi. Bu dizinin müdavimiydim, her bölümünü seyretmişimdir. Dizinin ileriki sezonlarında seçimleri kazanan bakan, başvekil olarak İngilizleri yönetmeye başladı. Başbakan, biraz mütevazi, saf, ahlaklı ve sevecendi. Ama bütün işi İngiliz siyasetini, diplomasisini iyi bilen müsteşarı Sir Humphrey yapıyordu.
Dizinin bir bölümünde otobüs işçileri greve gitmişti. Sabah Başbakan, konutu olan “10 Numara“dan çıkarken, karşılarında gazetecileri buluyordu. Tabii ki ilk soru otobüs işçilerinin grevi oluyordu. Başbakan şöyle diyordu: “İngiltere’yi pek etkilemez. Muazzam bir demir yolu ağımız ve metrolarımız var. Ada ülkesi olduğumuzdan deniz yollarımız bu açığı kapatır. Ayrıca her evde bir otomobil bulunuyor.”
Başbakan açıklamasının ardından aracına biner. Ön koltukta oturan kurnaz müsteşar Humphrey, geri döner ve “Siz ne yaptınız!” diye sorar. Başbakan da “soruyu yanıtladım, gerçeği bu değil mi?” diye cevap verir. Müsteşar “yarın görürsünüz efendim” der ve konuyu kapatır. Ertesi sabah Başbakan kahvaltısını yaparken gazeteyi açtığında kahvesi burnundan çıkar. Çünkü Başbakan’ın açıklamasından sonra İngiltere’deki bütün ulaşım sektörü dayanışma grevine gitmiş, ada adeta felç olmuştur.
Yani demem o ki siz İngilizler’den 100 sterlin aşı parası isterseniz, o halk hemen sokağa dökülür. Protesto gösterileri ve grevler başlar. Londra, Liverpool gibi şehirlerde ekonomi durur.
Kraliçe başbakanın istifasını istemez bile. Bizim Çankırılı Boris, sabahın köründe paşa paşa gider, Kraliçe’yi zahmete sokmadan istifasını sunar.
Nereden mi biliyoruz, çünkü İngiltere’ye acı reçeteler içiren, inim inim inleten Demir Leydi Margaret Thatcher öldüğünde, halk onu sırtını dönerek uğurladı.