Ben ajan filmlerine bayılırım. Çocukken TRT’de yayınlanan bir dizi vardı: “Bana Şans Dile…”
2. Dünya Savaşı’nda işgal altındaki Fransa’da Alman hatlarının gerisinde bulunan İngiliz ve Amerikan casuslarının hikayesini anlatırdı. Her bölüm soluk soluğa seyrederdim.
Ama en beğendiğim ajan filmi “Casus Oyunu (SPY GAME)…”
Robert Redford ve Brad Piit’in başrolde oynadığı film, Vietnam Savaşı’nın son günlerinde bir CIA ajanı ve bir keskin nişancının yollarının kesişmesi ile başlar. Bu kurt CIA ajanı önce genç askeri CIA’e aldırır ve eğitir. Ancak genç ajan dünyanın her yerinde ABD’nin pis işlerini görünce yeter artık diyerek ustasını terk eder ve kayıplara karışır. Aradan yıllar sonra Çin’deki bir kurtarma harekatında genç ajan yakalanır. Ama karıştığı bu operasyondan ne CIA ne de emekli olmasına birkaç gün kalan ustasının haberi vardır.
Ve olaylar geliştikçe bağımsız ve başarısız bu operasyonun ardından bir aşk hikayesi çıkar. Eski CIA ajanının öğrencisini kurtarmak için 24 saati vardır. Tek başına operasyona start verir ve askeri harekat ile öğrencisi ve onun terörist sevgilisini kurtarır.
Yani bu karmaşık olayların filmin sonunda nasıl birbirine bağlandığını görüp şaşar kalırsınız.
Gelelim bizim casus oyunumuza…
Son yıllarda her taşın altında casus aramamız Ergenekon ve Balyoz, İzmir casusluk davası kumpasları ile başladı.
Ülkenin vatansever subayları, akademisyenleri yandaş medyada ve FETÖ’nün sahibi olduğu medyalarda öyle karalandılar ki hatırlamak bile istemiyorum.
İnsanların şerefi ve namusu ayaklar altına alınıyordu. Bugün günah çıkaran Bülent Arınç, dün bu soruşturmalar için “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” bile demişti.
Bizim casus oyunumuzun o tarihlerde tam bir sirk gösterisine döndüğünü bir örnek ile anlatayım: Bir subay, kızının ev ödevi için telefon ile emir erini arıyor ve “Nikolay Tesla’dan bir çıktı al” diyor.
1943 yılında ölen Fizik dâhisinin ismini dinleme tapelerinde gören ve o tarihte heykeli dikilmesi için kampanya bile düzenlenmesine az kalan Zekeriya Öz, iddianamenin 114. sayfasına şöyle bir cümle yazıyor: “Macar ajan Nicolas Tesla ile görüşeceklerdi!..”
Bırakın adamın ajanlığını, Tesla Macar bile değildi.
Casus oyunumuzu sürdürelim. 2016 yılında İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi Andrew Brunson, eşi ile birlikte casus olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Cumhuriyet Savcısı, Brunson için yazdığı iddianamede bu adamın gerçek yüzünü ortaya seriyordu. Rahip hem FETÖ’cü hem PKK’lı hem de ABD ajanıydı.
Ama ABD o filmdeki gibi bir casus oyunu başlatmadı. Dostumuz Trump, açık açık Türkiye’yi tehdit etti. Yaptırım uyguladı. “O ajan ise ben de ajanım” dedi. Dolar bir gecede rekor kırdı. Sonra rahip krizi “al papazı, ver papazı” noktasından, özel uçakla Brunson’u ABD’ye yollamamız ile son buldu.
Bu olaylar yaşanırken topraklarımızda faaliyet gösteren başka bir casus daha yakaladık. Bunun kimliği ise herkesi hayrete düşürdü. Bu ajan hem Türk hem Alman vatandaşı olan Deniz Yücel isimli gazeteciydi.
O da Brunson gibi hem FETÖ’ye hem PKK’ya hem de Almanya’ya çalışıyordu. Hakkında 18 yıl hapis istemi ile dava açıldı.
Almanya’da Deniz Yücel için operasyon falan tasarlanmadı. Merkel’in bir telefonu ile tahliye edildi.
Almanya Şansölyesi bizim ABD’den neyimiz eksik diyerek Deniz Yücel’i özel uçakla Almanya’ya götürdü.
Yandaş basın nasıl Brunson’un tahliyesini bir zafer olarak yayınladıysa Deniz Yücel olayı da onlar için diplomatik bir zaferdi.
Son casuslar ise geçtiğimiz gün İstanbul Çamlıca Tepesi’ndeydi. İki İsrail vatandaşı karı koca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın evinin fotoğraflarını çekerken kıskıvrak yakalandı. Mahkemeye çıkarılan ajanlar apar topar tutuklandı.
Yani koca Ortadoğu coğrafyasında at koşturan MOSSAD’ın o noktaları Google Earth’ten görüntülemek aklına gelmemişti. Gönderdiği turist kılığındaki ajanları iş üstündeyken ördek gibi avlanmıştı.
İsrail, ajanlarını kurtarmak için operasyon falan düzenlemedi. İsrail Cumhurbaşkanı telefon açıp “Bir zahmet bırakın” dedi. İki İsrail vatandaşı hemen tahliye edildi.
450 milyon nüfuslu ABD’den, 85 milyon nüfuslu Almanya’dan, 10 milyon nüfuslu İsrail’in neyi eksikti. O da “Nam olsun kar olmasın” anlayışla özel uçak ile vatandaşlarını Türkiye’den götürdü.
Anlamadığım, geri vereceğiz de neden tutuklayıp ülkeler arasında diplomatik bir kriz çıkarıyoruz! Yoksa memurlarımız bir yerlere, “Bak biz nasıl cevval çalışıyoruz. Nasıl işimizin başındayız. Terfi de makam da bize anamızın sütü gibi helal” mesajı vermenin peşindeler mi?
Yoksa eften püften bahanelerle göz altı yapıp arkasından tutuklayarak, iktidarın kucağına bilinçli olarak nur topu gibi krizler mi bırakılıyor?
Biz bu casus oyununu acaba biz böyle mi oynuyoruz? Kafamı bu sorular kurcalamıyor da değil.