Bizim küçük bir tartışma kulübümüz vardır. Serdar Akar‘ın “Gemi“de filminin açılışı gibi o kulüpte herkesin görevi bellidir. Bu toplantıların başkanlığı ve organizasyonu gazeteci Necati Kartal‘a, genel sekreterliği Bursa’da reklamcılığın duayeni Nail Özer‘e aittir. Ben bu masaya dinleyici olarak katılırım. Biz holding patronlarından 10 Milyon Euro sakal indirmediğimizden bu buluşmalar çok mütevazi yerlerde geçer.
Sohbetlerimiz çoğu zaman Stalin ile başlar, ilginç konularla yol alır. Bir keresinde Fidel Castro öncesi iktidarda olan ve devrimcilere ABD sopasını sallayan Küba devrik liderinin reformistliği tartışması başlamıştı. Ama Nail Ağabey’in “Necati, bu sohbet Batista’nın reformculuğu ile başlayacaksa ben kalkayım” tehdidi ile konuşma hemen son bulmuştu.
Necati Ağabey ve Nail Özer, Gemlik Lisesi‘nden arkadaştırlar. Sohbet çoğu zaman dünya devrim tarihi ile başlayıp Gemlik’in eski kulağı kesiklerinin anıları ile son bulur. Hatta bir keresinde Necati Ağabey, Türkiye’deki balık göçünü anlattı. Ben burada anlatamam, çünkü anlatılmaz yaşanır.
Ben bu toplantıları iple çekerim. Necati Ağabey, “Nail’i ara, akşam gelin” dediğinde, lunaparka gidecek bir çocuk gibi sevinir ve heyecanlanırım.
Bu satırların bir kısmını Necati Ağabey kaleme alacaktı, ama 1 yıldan beri yazmadığı için benden günah gitti.
Geçen yıl yine bu sohbetlerin birinde Türkiye’nin sinir uçlarından ve dönüm noktalarından bahsederken, ben dedim ki “Ağabey, Yüksel Aksu’nun ‘İftarlık Gazoz’ filminde bir sahne var. O filmi seyrettin mi?”
Bilenler bilir, Necati Ağabey tabanca gibi patladı: “Seyretmem mi!..”
O sahne Türkiye’nin aslında röntgeni gibidir. Cem Yılmaz‘ın hayat verdiği Cibar Kemal‘in çırağı gazoz satmak için halk evine girer. Burada Devrimci Yol sempatizanlarının yerli sermayenin desteklenmesinden yola çıkarak yaptıkları tartışma Çırak Adem‘in sigortalı çalışmasına gider. Bunu duyan Cibar Kemal içeri dalar ve şöyle der:
“Siz ne karıştırıyorsunuz sigortasını, o benim evladım. Gerekirse malım mülküm onun!..”
Yılların Cibar Kemal’inin sinirlendiğini gören devrimci gençler alttan alarak, bu sevimli esnafa oturmasını ve bir çay içmesini söylerler. Cibar Kemal, şöyle çıkışır:
“Sen çayını Moskova’da içersin. Koca halk partiyi parça pinçik ettiniz. Çökelek peyniri gibi dağıttınız. Bu memleketin hakkından Ecevit gelemedi, siz mi geleceksiniz!”
Halk evinden çıkan Cibar Kemal, Adem’i üç tekerlekli bisikletine oturtarak, şöyle der:
“Aşırılığa gerek yok, Aşırılığın hepsi zarar. Allah bu dünyayı yarattı. Atatürk bizi kurtardı. Bitti gitti.”
Ben bu sahneyi hatırlatınca Necati Ağabey şöyle dedi:
“Diyalektik zayıf ama her i…liği de biliyor. Ben bunu yazarım!..”
Ama dediğim gibi 1 yıl geçince benden günah gitti.
Evet, daha sonra Türkiye’de solcular çok ağır bedeller ödediler, dar ağaçlarından, zindanlardan geçtiler. 12 Eylül zulmü bir İran olmasa da reformcu Batista’ya rahmet okuttu.
12 Eylül sonrası Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) girdi hayatımıza. Cuntanın dağıttığı yorgun ve bıkkın solcuları bir araya getirmeye çalıştı, başardı da. 1989 yerel seçimleri bunun göstergesidir. O günlerde iktidarın bütün baskı araçlarını kullanan Turgut Özal, önemli şehirlerden Adana ve Malatya‘yı kurtarabilmiş, istifa tartışmaları başlamıştı. Bugün İstanbul, Ankara, Adana gibi şehirler el değiştirdi, ama o günkü tartışmaların esamisi okunmuyor.
Bu arada, Turgut Özal, ABD baskısı ile 12 Eylül sonrası yasaklanan siyasetçilerin seçim yasaklarını kaldırmak için 1987’de bir referandum yaptı. Kıl payı da olsa Süleyman Demirel Doğru Yol, Necmettin Erbakan Refah, Alpaslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi’nin başına geçerek, “Nerde galmıştık!” dediler.
Bu sırada, 12 Eylül’ün dayağını yemiş bütün solcular Ecevit‘i SHP’nin başında Özal’ı yıkacak tek lider olarak görüyordu. Ama Ecevit, “küçük olsun benim olsun” mantığı ile karısı Rahşan Ecevit‘e kurdurduğu Demokratik Sol Parti‘nin başına geçti. Bu herkesi şok etmişti. Ecevit, 12 yıl sonra koalisyon ile iktidar gördü, onu da eline yüzüne bulaştırdı. 1989’da seçim zaferi Ecevit liderliğinde yaşansaydı bugün bambaşka bir Türkiye’ye uyanırdık belki.
Sonra Türkiye’de zaten zayıf olan sol siyaset, siyasal İslamcılar tarafından sandıkta ezildikçe ezildi. Çünkü 12 Eylül öncesi Dev Yol, CHP’yi nasıl çökelek peyniri gibi dağıtmışsa Ecevit de yıllar sonra aynısını yaptı. 1999 seçimlerinde Ecevit yüzünden devleti kuran parti parlamento dışında kaldı. Bugün iktidar o yıllarda yaşanan ekonomik ve sosyal krizi Ecevit yüzünden seçim barajını geçememiş CHP’nin hala karnesine yazmaya devam ediyor. Ve partisine sırt dönen, onu çökelek peyniri gibi dağıtan Karaoğlan‘ı da kimse unutmuyor.
Nereden mi biliyorum, unutmadığını!
Yıllar önce televizyonda Can Dündar‘ın Ecevit belgeseli gösteriliyor. Bülent Ecevit, eşi Rahşan’ın elinden tutmuş, yürürlerken bir görüntüsü belirdi. Rahmetli babama dedim ki “Bak senin ki çıktı!..” Babam öyle bir küfür etti ki burada yazmaya terbiyem el vermez. “Baba neden sövüyorsun, benim adım bile Bülent” dedim. Bana döndü, “Bizi hep iki parça bıraktı, en büyük sağcı bu adammış, biz anlayamadık” dedi. Bugün de CHP dağıtılmak ve parçalanmak isteniyor. Başkanlık sisteminde 1 oyun bile çok büyük önemi var. İktidar CHP’yi bölmeye çalışırken, diğer taraftan da Oğuzhan Asiltürk ile Saadet Partisi’nin içerisine Truva atı sokmaya çalışıyor.
Soldaki Truva atını Deniz Baykal’a methiyeler düzerken ve AK Partililerin iki, üç, beş, dokuz maaşlarını açıkladığı o konuşmayla tanıdık. Sanki annemin bana Sümerbank’tan seneye de giyer diye almış olduğu, kolları uzun bir takım elbise giymişti. Ama Aziz Nesin‘in dediği gibi “Kepeneğe değil içinde yatan yiğide bak!..”
O konuşmada iktidarı yerden yere vurdu, konuşması internette milyonlarca izlendi. Sonra yıldızı birden parladı. Ergenekon kumpasında, o mahkemede yaptığı çıkışlar ve otobüsün en ön koltuğuna binerek, general edasında o masum insanlara sahip çıkması hafızamızda. Dokunulmazlıklara hayır diyerek, “Bakın bizi tuzağa çekiyorlar” uyarılarını da unutmadık, hep aklımızda kalacak.
Ama sen Muharrem İnce! Bu parti sana daha ne yapacaktı? 3 dönem milletvekili oldun. Seni o parti Cumhurbaşkanı adayı yaptı.
Türkiye demokrasisinin dönüm noktası sayılacak bir gecede ortadan yok oldun. Neredeyse “zayi” ilanı vereceklerdi. İnsanlar seni mikrofon önüne beklerken, telefon mesajı ile “Adam kazandı” dedin. Sonra mesaj attığın gazeteciyi suçladın. O gece bütün kredin bitti, ama sen farkında değilsin. Bugün düştün yollara… Doğu Perinçek kadar oy alamayacağını kendin de biliyorsun. Yarın Cumhur İttifakı‘na yanlayıp “Devleti bizim doktrinimiz yönetiyor” deme de… Amacın sadece gündemde olmak ve seni genel başkan seçmeyen CHP’den intikam almak. Dün Dev Yol ve Ecevit o partiyi çökelek peyniri gibi dağıttı, ama parti toplanmayı bildi.
Bugün açıklama yapıyorsun: “CHP’ye Atatürk gelse Kurultayı kazanamaz!..”
Peki Baykal’ın kaset rezaleti patladığında sen o dönemde en popüler milletvekillerinin başını çekiyordun. Genel Başkanlığa aday olsan Kılıçdaroğlu‘nu kurultayda paramparça ederdin. Bu kadar genel başkanlığa hevesliydin, niye aday olmadın? Çünkü korktun…
Baykal’ın 1999’da seçim barajının altında kalarak istifa etmesinin ardından partiye birkaç yıl sonra pop star gibi lazer ve dumanlarla sahneye çıktığı gibi, bu belayı da savuşturacağını ve geri döneceğini öngördün.
Sonra Baykal’ın seni tehlikeli görerek çanına ot tıkayacağını düşündün.
Bugün seni Cumhurbaşkanı adayı bile yapan CHP’den intikam almaya çalışmaktansa kabuğuna çekilip oturup sıranı bekleyecektin. Çünkü “Roma’yı fethedemezsin, Roma seni çağırır!..”
Keşke Yalova‘nın Elmalı Köyü‘nde oturup CHP’nin seni çağırmasını bekleseydin.