Çocuktum…
Türkiye serbest piyasa ekonomisine geçmenin sancılarını yaşıyordu.
Almanya’dan tatile gelen işçilerin araçlarına hayranlıkla bakıyorduk. O dev Mercedesler hepimizin rüyalarını süslüyordu. Çünkü Türkiye’de babanız emekli olduğunda kapıya ancak kıt kanaat bir yerli Tofaş Şahin çekebiliyordu.
Tofaş’ın üst segment aracı daha çok zenginlerin bindiği, Şahin ile arasında fiyat farkı anlamında uçurum olan Doğan’dı.
Hayallerini Doğan süsleyen ama malum farktan dolayı sahip olması imkansız araba meraklıları, başlardı Şahin’in parçalarını Doğan ile değiştirmeye.
İlk olarak arka stoplar ve farlar değişir, ardından ön ve arka tampon Doğan olurdu.
Beşyol’dan aldığınız armaları da aracının önüne koydunuz mu Doğan görünümlü Şahininiz kapınızda dururdu.
Pazar günleri sanki mesaiymiş gibi evinizin önünde bir kova suyla pırıl pırıl yıkarken ‘kargaya yavrusu Şahin görünürmüş’ misali o araba sizin gözünüze Doğan görünürdü. Ama mahalledeki herkes onun Şahin olduğunu bilirdi.
Bizim de ülke olarak Şahin maceramız bu yıllarda başladı. Özal elinde kalemi ile tek kanal TRT’ye çıkıp Japonya’ya bilgisayar, Almanya’ya beyaz eşya sattığımızı anlatıyordu.
O yıllarda avcı uçağı envanterimizin tamamının değişmesi gündeme gelmişti. Turgut Özal, Amerika ile yaptığı anlaşmalar ile F-16’ları yani ‘Savaşan Şahinleri’ Türkiye’de üretmek ve savaş uçağı filomuzu yenilemek istiyordu.
Daha sonra Türkiye’de 1987 yılında montaj fabrikası kurularak F-16 üretilmeye başlandı. Bununla da kalınmadı. Bölge ülkelerine satılan F-16’ların montajları da bu fabrikada yapıldı.
Hatta dün kanlı bıçaklı olduğumuz, bugün aramızda meltemler esen Mısır Hava Kuvvetleri’nin kullandığı 40’tan fazla F-16’nın montajı bu fabrikada gerçekleştirildi.
Zaman ilerlemiş, bizim Şahinler Türkiye’ye yetmez olmuştu…
ABD yeni nesil bir muharip uçak için düğmeye bastı.
ABD, İngiltere, İtalya, Hollanda, Avustralya, Danimarka, Kanada ve Norveç’in içerisinde olduğu bu program sayesinde yerden dikey olarak kalkabilen Yeni Nesil Muharip Uçak F-35 üretilecekti.
Türkiye bu uçakların parçaların bir kısmını üretecekti. Proje şekillenip ilk teslimatlar başlarken, Türkiye peşinat olarak 1 milyar 400 milyon dolar ödedi. F-35 uçaklarından toplam 116 tane alınması planlanmıştı.
Ama ABD bize hava savunma sistemi satmayı reddedince işler değişti. Türkiye bir inat uğruna Rusya’nın kapısını çalarak S-400 hava savunma sistemi siparişi etti. Bu da ABD ile köprülerin atılmasına neden oldu. Ama şakşakçı yandaş basın bunun bir diplomasi zaferi olduğunu köpürtüyordu.
Bazı ne olduğu belli olmayan sözde güvenlik uzmanı denilen şahıslar, S-400’lerin Akdeniz ve Ege’yi nasıl bir Türk gölüne çevireceğini söylüyordu. Ekranlardaki yalama yorumcular Mısır’ın bile titrediğini anlatıyorlardı.
Rusya’dan gelen kargo uçaklarından S-400’lerin indirilmesini şantiye kenarında iş makinesi izleyen çocuklar gibi seyrediyorduk.
Hele bazı Anadolu irfanına sahip vatandaşlarımız Pimaş boruları Kartal aracının üzerine bağlayarak füze rampası gibi sokaklarda tur atıyorlardı.
Tabii ki NATO üyesi bir ülkenin envanterinde Rus silahı olması ABD’nin hiç hoşuna gitmedi. Hemen yaptırımlar geldi.
Mesela bizi F-35 programından çıkartılar. Biz de büyük abimizin korkusuna S-400’leri, komşuya inat aldığımız ama hiç kullanmadığımız katı meyve sıkacağı gibi mutfak dolabının en derinliklerine kaldırdık.
Ama bizim dahil olamadığımız bu projenin parçaları Türkiye’de üretilmeye devam ediyor. Bugün seçim meydanlarında İsveç’in nasıl NATO’ya dahil edilmeyeceğini ‘Eyyy’ diye başladıkları nutuklarla anlatanlar arka kapı diplomasisinde ‘ben ettim sen etme’ diyor.
İsveç güle oynaya NATO’ya giriyor, hatta Sayın Cumhurbaşkanı vitesi yükseltip Ukrayna’nın da NATO’ya alınmasından bahsediyor.
Ama F-35 projesine geri dönün diyen yok. İsveç’in katılımı karşılığında bize Tofaş Doğan gibi F-35’ler yerine F-16’larımızın modernizasyonundan bahsediyorlar.
Açıkçası Şahinlerinizi Doğan görünümlü yapalım diyorlar.
Eh biz de ne yapalım kuzu kuzu evet diyoruz.
Gelinen noktada kargaya yavrusu artık Doğan görünecek, ama tüm mahalle onun Şahin olduğunu bilecek!