Ailenizin bir kısmı azınlık olarak Yunanistan‘da yaşıyorsa iki ülke arasında yaşanan gerginlikleri unutmayıp politikalarını daha ayrıntılı takip ediyorsunuz. Mesela, benim hatırladığım ilk gerginlik, 1987 yılında yaşanan Piri Reis gemisi olayıydı. 34 sene önce aynı gemi yine fırkateynler eşliğinde Akdeniz’de petrol aramaya yollanmış, iki ülke savaşın eşiğinden dönmüştü.
Yunanistan’da yaşayan anneannem ve teyzemleri okuldan geldiğimde evde bulmuştum. Ben ne kadar sevindiysem, onların o kadar üzgün oldukları TRT’de seyrettikleri ajans saatinde yüzlerinden okunuyordu.
İki ülke arasında unutamadığım gerginliklerden biri de Girit kriziydi. Güney Kıbrıs, Rusya’dan S-300’ler satın almıştı. Türkiye’nin “milli güvenlik tehdidi oluşturuyor” açıklamasından sonra Rum Kesimi’nin S-300 füzeleri apar topar Yunanistan’a devredilmişti. Komşu da bu silah sistemini bizim burnumuzun dibi olan Girit Adası‘na yerleştirmek istedi.
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı‘nın “Vururuz” diyerek sert çıkması iki ülke arasındaki gerginliği iyice tırmandırmış, ama sert tavrından taviz vermeyen Türkiye, Yunanistan’a geri adım attırmıştı. Ne acıdır ki yeni Türkiye’de bugün gelinen nokta şu: Adalarımız işgal edilmiş, Yunan füze ve topları turizm merkezlerine çevrilmiş!
Ayrıca ABD’nin tavrı burada çok önemliydi. Çünkü NATO silah envanterinde Rus yapımı hava savunma sistemi yoktu ve olmasını da istemiyordu. ABD iki ülke arasındaki krizlerden aldığı derslerle Piri Reis ve Kardak gibi gerginliklere izin vermemeye kararlıydı.
Yunanistan bu hava savunma sistemini kullanmamak ve ABD’nin baskılarından kurtulmak için “Minareyi çalan kılıfına uydurur” misali S-300’leri aktif hale getirmedi. Eğitim amaçlı olduğunu açıkladı ve hava savunma sistemini adeta çürümeye terk etti.
Yunanistan’ın S-300 macerası Türkiye korkusu ve ABD baskısı ile son bulmuştu. Yunanistan’da Rus S-300’leri “eğitim amacı ile kullanılıyor” yalanı ile çürümeye terk edildi. 1997 yılında eğitim amacı için satın alınan bu silah sisteminin 16 yıl sonra test edilerek çalıştığı duyuruldu. Ama çalıştığını gören olmadı.
Ardından yıllar sonra Yunanistan’ın satın aldığı hava savunma sisteminin benzeri ve üst versiyonunu olan S-400 maceramız NATO ve ABD’nin baskısına rağmen başladı.
2017’nin son günlerinde Ruslarla S-400 anlaşmasını imzaladık. Ardından bir S-400 propagandası şişirilmeye başladı. Yandaş TV’lerin canlı yayınlarında dev Antonov kargo uçaklarının görüntüleri belirirken, şakşakçı yorumcular, izleyicilere, bu hava sistemlerinin Akdeniz’i bir Türk gölü haline getireceğini zerk ediyorlardı.
S-400’lerin parti parti gelişlerini canlı yayınlarda seyrettik. Bugün televizyonlar, pandemi belası aylarca bizi esir almamış gibi Biontech aşılarının gelişini bu kadar hevesli canlı yayınla vermiyor. Hatta vatandaşım öyle gaza geldi ki plastik lağım borularını Kartal araçların üzerine bağlayıp füze rampaları gibi gezdirdi.
Gelinen noktada S-400’ler sonrası NATO ve ABD’nin hışmına uğradık. ABD liderliğindeki Batı, dün Yunanistan’ın S-300’lerini nasıl istemiyorsa bugün de Türkiye’nin S-400’leri onların tüylerini diken diken ediyor.
Bu savunma sisteminin Azerbaycan’a satılması bile gündemde. ABD’nin geliştirdiği ve bizim kritik üreticilerin başında geldiğimiz F-35 yeni nesil savaş uçağı projesinden bizi çıkardılar. Nedeni F-35’lerin Rus silah sistemlerine yazılımları sayesinde yakalanmaması. Yani ABD, NATO üyesi bir ülkede yerde S-400, gökte F-35 istemiyor. Nedeni S-400’ün F-35’lerin saklanma kodunu çözerek hayalet uçak statüsünden çıkarabileceği endişesi.
Bizim projeden atılmamıza gıkımız çıkmazken, hala F-35 parçalarını üretmeye devam ediyoruz. Bunu nereden mi biliyoruz? Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, kendi ağzıyla söylüyor, kovulduğumuz projenin hala üreticisi olduğumuzu.
Bu arada 2.5 milyar doları Rusya’ya tıkır tıkır ödedik. S-400’lerin 29 Aralık 2017’de imzaları atıldığında ben adım gibi biliyordum bu silah sisteminin Türkiye’ye kurulamayacağını. Aradan 4 yıl geçti. Akdeniz’i Türk gölüne çevirecek füze rampaları hala depolarda bir formül bulabilir miyiz diye bekletiliyor.
Şimdi diyeceksiniz ki o kadar omzu kalabalık adam çıkıp televizyonlarda S-400’ün yararlarını anlatırken, sen bu projenin rafa kalkacağını/kalktığını nereden çıkarıyorsun?
Hemen anlatayım.
Yıllar önce Bandırma Ana Jet Üssü’nde basın gezisine katılmıştık. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve 30 kadar gazeteci o dev üssü geziyorduk. Bizi bir hangara aldılar. F-16 ve onun silah sistemlerini bize sergiliyorlardı.
Bize bilgi aktaran Filo Komutanı, bu silah ve yedek parça bakım ve onarımını Mirage ve Tornado tipi uçaklara da yükleyebildiklerini anlattı. 30 gazeteci içinde bir tek kurnaz bendim herhalde.
“Bizim envanterimizde Mirage ve Tornado yok ki!” diye bir çıkış yaptım
Bize bilgi veren Filo Komutanı döndü ve dedi ki:
“Yunanistan’da var!..”
Tam “Bize ne…” diyecekken sustum.
Sonra Filo Komutanı açıkladı:
“NATO bir bütündür, bir savaşa girersek Yunanistan olası müttefikimizdir. O zaman Yunan Hava Kuvvetleri bizim Ana Jet Komutanlıklarımıza iner, her türlü silah sistemleri doldurulur. Bakım ve onarımı yapılır ve savaşa hazır hale getirilir.”
Komutanı dinleyince yaptığım çıkıştan utandım. Yani bizim düşmanımız aslında Yunanistan değildi. Asıl düşman Ege üzerinde sabah, öğle, akşam “it dalaşı” yaptıklarımız değil, zaman zaman çok kanka olduğumuz Rusya’ydı!
Sabah, öğle, akşam Ege üzerinde “it dalaşı” yapan bu pilotların aynı safta çarpışacakları hiç aklıma gelmemişti. O günü hatırlayınca müttefikimiz Yunanistan’a ABD nasıl baskı yaparak S-300’leri aktif hale getirtmemişse, S-400’leri getiren o dev kargo uçaklarını canlı yayında seyrederken bu savunma sisteminin Türkiye’nin kurulamayacağını öngörmüştüm.
Keşke eski Türkiye olsak da S-400’leri aktif hale getirsek! O zaman ben de yine buradan, Bandırma’da olduğu gibi yüzüm kızararak özür dilesem.
Umarım bizim S-400 maceramız müttefikimiz Yunanistan’ın S-300 hikayesine benzemez.