2009 yılıydı.
Türkiye, açılım üzerine açılım yapıyordu.
Komşularla “sıfır sorun” yaşamak için elimizden geleni yapıyorduk. Hatta, Esed ya da Esad; ne diyeceğimi bilemedim, Suriye Devlet Başkanı, ailesiyle tatilin keyfini çıkarıyor, Türk karasularında çimiyordu.
Her şey toz pembeydi. Suriye daha karışmamış, “Şam’da namaz kılacağız” diyerek, 10 milyon mülteci hala bize girmemişti.
Avrupa Şampiyonası elemelerinde Türkiye’nin grubuna Ermenistan düştü. Bu iki kanlı bıçaklı ülkenin futbolda karşı karşıya gelmesi bütün dünyada “ne olacak şimdi?” tartışması başlatmıştı.
O dönem milliyetçilik ayaklar altında olduğundan hükümetimiz ne kadar liberal ve özgürlükçü olduğunu göstermek için Ermenistan ile hemen sıcak meltemler estirmeye başlamıştı.
İlk maç Ermenistan’da oynanmış, Abdullah Gül maçı Ermenistan Cumhurbaşkanı ile Erivan’da seyretmişti.
İkinci maç Bursa’da oynanacaktı.
Ben de Habertürk gazetesinde muhabir olarak çalışıyordum. İlk tartışma Azerbaycan bayrağı üzerinden yaşandı. Bursa Atatürk Stadına girişi yasaklanacak mıydı? Dönemin valisi aynı gün içerisinde 2 ya da 3 açıklama yapıyordu. Bir serbest diyordu, bir yasak…
Bursaspor tribünleri milliyetçi sloganlar atmamaları, tekbir getirmemeleri ve Azerbaycan tezahüratları yapmaması konusunda polis tarafından öyle sıkıştırılmıştı ki canlı yayınlara bağlanıp Ermeni kardeşlerini nasıl bağırlarına basacaklarını, tarihsel olarak nasıl kardeş olduklarını anlatıyorlardı. Polis baskıyı biraz daha artırsa, neredeyse Ermeni kardeşlerini nüfuslarına alacaklardı.
Maç öncesi polis aşırı milliyetçi lise öğrencilerine operasyon yapıp büyük bir provokasyonu önlüyordu!
Hatta dönemin FETÖ’cü valisi Şahabettin Harput, eylem hazırlığındaki çoluk çocuğun planladıkları sözde eylemi ABD’deki “İkiz Kuleler” saldırısına benzetip “Bursa’yı 11 Eylül’e çevireceklerdi.” ifadesini kullanıyordu.
Eylem planına göre, bu çok tehlikeli çoluk çocuk bir model uçak bulacaklar, arkasına Azerbaycan bayrağı bağlayıp stadın üzerinde uçuracaklardı.
Güler misin ağlarmı sın bir olayın içeresindeydik. Vali’nin 11 Eylül dediği olaya biz gazeteciler ağzımızı bırakıp başka bir tarafımızla gülüyorduk.
Gün geldi çattı, Ermeni heyeti ve takımı Bursa’da bir otele yerleşti. Maç biletleri “aman Ermeni kardeşlerimize kötü sözler söylenmesin” denerek memurlara dağıtıldı.
Futbol seyircisinin içeri girmesi böyle engellenmeye çalışılıyordu. Engellenen sadece milliyetçi seyirci değildi, Azerbaycan bayrakları da içeri alınmıyordu.
Sonunda maç düdüğü çaldı. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, birlikte izledi maçı ve UEFA Başkanı Michel Platini dahil “hepsi oradaydı!..”
Ama bu sıcak meltemlerden rahatsız olan isimlerin başında Devlet Bahçeli ve İlham Aliyev geliyordu.
Abdullah Gül’ün ilk maçı seyretmek için Erivan’a gitmesine MHP Genel Başkanı Bahçeli, “haysiyet kırıcı” yorumunu yapıyordu.
Azerbaycan, öyle öfkelenmişti ki ülkesinde bulunan Türk şirketlerinin önündeki Türk bayraklarını indirmiş, şehitliklerdeki Türk bayraklarını yasaklatmıştı.
Dün akşam yine moralim bozulmasın diye milli maçı seyretmedim, iyi de yapmışım. Ama sabah maç hakkında yazılıp çizilenleri görünce eskileri hatırladım.
Devletler, iktidarlar ve halklar 14 yılda nereden nereye evriliyor!
Bir zaman tüneli içerisinde hatırlayınca yazmak istedim.
Bugün Türk ordusu Bakü’de geçit töreni düzenliyor.
Ne değişti ya da ne değişecek, ömrümüz varsa daha nelere şahit olacağız.
NOT: Bursa’daki otele Ermenistan takımı yerleştiğinde bir şey gözlemledim. Bir mili takımdan çok maddi ve sportmen anlamda amatör futbol kulübünü andırıyordu. Ermenistan gibi bir takımla son dakika gölü ile berabere kalan bizim futbolculara tavsiyem milyon dolarları kıvırtırken bırakın kameralar karşısında “dua şov” yapmayı da futbol oynayın. Sahada ter dökmedikten sonra bırak duayı, hatim indirsen olmaz!