Bülent Civanoğlu
Bülent Civanoğlu
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Sokak röportajlarındaki ‘survivor’

Survivor“ın Türkçe anlamı “hayatta kalan” demek. Bu kelime bizim günlük yaşamımıza yıllar önce bir televizyon programı ile girdi.

Yarışmacılar bir adada birkaç parça malzeme ile hayatta kalmaya çalışırken, diğer oyuncularla da mücadele halindeler.

Açlığın diz boyu olduğu yarışma programında amaç sadece birkaç parça yemek ile yetinmek ve sponsorların gönderdiği sürpriz hediyeler ile karnını doyurmak. Ardından bu hediyeleri yollayan firmaya ve bu imkanları sağlayan Acun Ağabey’e teşekkür etmek.

Sezon finalinde de -yurt dışına kaçan gençlerimiz gibi- adadan elenmeden büyük ikramiyeyi kazanmak.

Son günlerde internet kanallarında meşhur olan sokak röportajlarındaki durum aynen Survivor programını andırıyor.

Gencin biri mikrofonu alıyor ve Türkiye’deki işsizlik, enflasyon, adam kayırmanın nasıl tavan yaptığını anlatıyor.

Survivor adasındaki gibi sosyal imkanlardan uzak, sadece karnını doyurduğunu bir kafede arkadaşları ile 1 saat oturamadığından bahsediyor. Birkaç lira harçlığı bile emeklilikte yaşa takılan (EYT) babasından isteyemediğini söylüyor.

Tam bu sırada, programın yapımcısı tuzu kuru Acun, nasıl aç kalan yarışmacılara ayar veriyorsa, öyle biri çıkageliyor.

Bu kişinin oy verdiği parti konuşmasının ilk cümlelerinden belli. Tamamen futbol taraftarı gibi başlıyor aynı tezahüratı söylenmeye.

İlk sözü şu oluyor: “Eskiden yağ, şeker, tüp kuyrukları vardı. Hastanelere giremiyorduk, sokaklar çöp doluydu…”

Arkasından ekliyor: “Aç adam mı var? Gençler iş mi beğeniyor? Bakın bütün kafeler dolu…”

Ve final cümlesi şu oluyor: “Çıkar göster telefonunu…”

Tuzu kuru vatandaşımız gençlerin elindeki akıllı telefonu görünce, sanki Survivor programına sponsor firmadan hediye gelmiş gibi, teşekkür ederek şükretmelerini tembihliyor.

Ama gençlerin ne istediklerini Oscarlı film “12 Yıllık Esaret“teki bir replik özetliyor.

ABD’de özgür doğmuş bir Afro Amerikalı müzisyen Solomon Northup’un, kendi anılarından yola çıkarak çekilmiş bir film “12 Yıllık Esaret.”

Wasington’da özgür bir adam olarak yaşayan müzisyen kaçırılır ve sahte belgelerle Güney’de bulunan çiftliklere köle olarak satılınca cehennem hayatı başlar.

Filmin ortalarında başka bir köle filmin kahramanına şöyle der: “Ne de olsa hayattayız!..”

Özgür doğan ve geride ailesi ile iyi bir yaşam bırakan Solomon Northup’un cevabı şöyledir: “Ben hayatta kalmak değil, yaşamak istiyorum!”

İşte Türkiye’deki gençlerin istediği de tam olarak bu. Avrupa’daki ya da ABD’deki yaşıtları gibi sınavla, mülakatsız memur olmak istiyorlar.

Hiç değilse yılda bir kez tatile gitmek derdindeler.

Borçsuz harçsız evlenmek ve ileride bir arabaları ya da evleri olsun istiyorlar.

Ceplerinde taşıdıkları telefonları ÖTV’siz edinmek istiyorlar.

Evlatlarını öğrenim çağına geldiğinde öğrenci değil, seçmen yaratmak için tasarlanan okullara vermek yerine Avrupa ve ABD’deki gibi devletin eğitim sistemine emanet etmek istiyorlar.

50 sene çalışıp emekli olduklarında, ay sonunu getirmek gibi bir dertleri olmasın istiyorlar. Çünkü sizin ve bizim gençliğimiz gibi tüp, yağ, şeker kuyrukları yerine internet başına geçtiklerinde tüm dünyayı online izleyebiliyorlar.

Bu çocukların tek istediği o filmde Solomon Northup’un dediği gibi “hayatta kalmak değil yaşamak!..”

HABERLER