Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaklaşık 3 yıl OHAL koşulları altında yönetildi. Bunun etkilerinden biri olarak Türk parası değer kaybetti.
Darbeden de ürken yabancı yatırımcı OHAL koşullarını görünce arkasından mermi atsan yetişmeyecek bir hızla Türkiye’den kaçtı.
Türkiye’yi bu dar boğazdan kurtaracak bir formül gerekiyordu. Zaten kırıntıları bile kalmayan güçler ayrılığına dayanan parlamenter sistem rafa kaldırılıp başkanlık sistemine geçilmeliydi!
Ekonomimiz uçacak, Almanya hasedinden çatlayacak, ABD bizim süper bir güç olduğumuzu kabul edecek, hele Hollanda kıskançlığından kendini yiyip bitirecekti!
Bir de İsrail’i bir korku alacak, yabancı yatırımcının Türkiye’den kaçtığı gibi o da Filistin’den tabanları yağlayıp kaçacaktı!
“Yetmez ama evetçi” yandaş gazetecilerimiz, ülkemizin nasıl şaha kalkacağını, 2012’de yapılan anayasa referandumunda gösterdikleri performansın da üzerine çıkarak anlatıyorlardı. Bu curcuna içerisinde referandum sonrası az bir farkla da olsa “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi“ne geçtik.
Vatandaşım uçmaktan yana tavır alırken, bazı çevreler bu olaya Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne son verilecekmiş gibi bakıyorlardı. Bunu nereden mi biliyoruz? Bir emniyet müdürü ağabeyim o geceye dair şunu anlattı:
Seçim gecesi ilk sonuçlar açıklandıktan sonra evet oyu kullananlar eski adı Şehreküstü-Fomara, yeni adı 15 Temmuz Demokrasi Meydanı olan yerde toplanmaya başlıyorlar. Bursa polisi de güvenliği sağlamak için bekliyor. Bu sırada bir araç geliyor ve yolun ortasına park ediyor. Sürücüsü başlıyor cep telefonundan canlı yayın yapmaya. Emniyet Müdürü de uyarıyor aracını kaldırması için. Canlı yayın yapan vatandaş dönüyor ve diyor ki:
“Ben araba falan çekmem, bu günü tam 90 yıl bekledik!..”
Peki beklenen neymiş?
İflas etmiş bir dış politika, zar zor nefes alan bir ekonomi, fiyatların el değil can yaktığı market ve pazarlar ve bu yangını söndürmeye çalışan zabıtalar.
Bu sorunun zabıta ile çözülemeyeceğini cümle alem biliyor. Nereden mi? Patates soğan deposu baskınlarında ne oldu, ne sonuç çıktı?
Bu denetimler nasıl yapılır, biliyor musunuz?
Ticaret Bakanlığı ya da ilgili kurum arar gazetecileri, “denetim yapacağız gelin” der. Meslektaşlarım hemen yerlerini alırlar. İki marketin rafları önünde iki denetleme pozu, “şık şık“, bitti gitti. Ertesi gün eski tas eski hamam devam eder.
Ticaret Bakanlığı çalışanları sorunun ne olduğunu bilmiyor mu? Ama ne yapsınlar el mahkum, yukarıdan bir emir, “3 harflileri denetleyin!..”
Fiyat artışlarının önüne geçmek için Ticaret Bakanlığı’ndan medet umuyorlar. Oysa kelin ilacı olsa başına sürer! Bakanlığına fahiş fiyatla dezenfektan satan bakana gıkları çıkmıyor. Şaka yapar gibi bir de market denetliyorlar.
Peki biz soralım o zaman? Bu marketler ne zaman aldı başını gitti? Bu marketlere sokak arasına bile mağaza açması için bütün kolaylığı hangi iktidar gösterdi?
Mahallede küçük esnafı bu markalar çatır çatır ezerken kim gözlerini kapattı? Bu marketler kampanya yaparak, perde, matkap, televizyon, bisiklet, kar zinciri ve aklınıza bile gelmeyecek malları satarken kimse niye “hop hemşerim yasağ” demedi?
Ekonomide bunlar olurken dış politikada tam anlamıyla kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz.
İç politikayı dizayn etmek için miting meydanlarında ABD Başkanı’na, Avrupa Birliği’ne, İsrail’e “eyyy” diye çıkışıyor, sonra bizimle görüşmüyor diye küsüyoruz.
Peki ABD bize niye küs? Ben söyleyeyim, Afganistan havalimanını işletmekten vazgeçersen, ABD işbirlikçisi Afganları ülkeye alacağım diyerek ardından seçmenin baskısı sonrası sınıra duvar örersen…
Napoli’de demirli 6. Filo’yu Karadeniz’e sokacağız sözünü verip Rusya’dan korkup bunu gerçekleştirmezsen, olacağı budur.
Şimdi diyeceksiniz ki ya sende ne uçtun, Montrö Boğazlar Sözleşmesi delinir mi?
Peki geçtiğimiz aylarda Meclis Başkanı Mustafa Şentop’a İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması konusunda sorulan Montrö sorusunun tesadüf mü olduğunu sanıyorsunuz?
Bir AK Partili vekil şöyle demişti: “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi!..”
Ya, işte ara vermeye kalktığınızda ne olduğunu yaşayarak görüyoruz.
Verdiler yetkiyi görüyoruz etkiyi!