Yeni Şafak gazetesinin internet sitesinde bir haber gördüm. Haberde ünlü yönetmen, Ermeni asıllı Elia Kazan‘ın Kayseri’de bulunan ve 4 yaşına kadar yaşadığı evin yıkılmakta olduğunu anlatıyordu. Elia Kazan deyince II. Dünya Savaşı sonrası başlanan ve adını yasa tasarısından alan McCarthy soruşturmaları aklıma geldi.
ABD, II. Dünya Savaşı‘nda burnunun ucundaki tehlikeyi, yani Japonları, ezici bir şekilde Tokyo Körfezi’ne gemilerini demirleyerek yenmişti. Artık düşmanın bütün orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmişti.
ABD’nin 2001’de ikiz kulelere saldırısı sonrası nasıl Afganistan, Irak ve Ortadoğu halklarına düşmanlığı paranoya halini almışsa 1945’ten sonra da yeni bir düşmana ihtiyacı vardı. Ve bulmak çok da kolaydı. Amerika, Avrupa’yı paylaştığı Sovyetler ve onların anavatana yolladıkları kızıl ajanları ve işbirlikçileri paranoyasını gün geçtikçe pompalıyordu. Adını Senatör McCarthy‘den alan bu soruşturmalarla başlayan kızıl panik ile birlikte FBI ve CIA her taşın altında kızıl ajanları ve onun işbirlikçilerini arıyordu.
Durum öyle bir hal almıştı ki özellikle sanat çevreleri ve Hollywood’da kızıl olarak mimlenenler çalıştırılmıyor, hatta nefes almaları bile engelleniyordu. Senaristlerden set işçilerine kadar bu sektörde para kazanmanın tek yolu vardı: İhbar etmek!.. Herkes daha önce kızıl fikirler barındıran ya da üniversitede sol derneklere gidenleri ihbar ederek komünist olmadığını ikna çabasına düşmüştü. O günlerde Kayseri doğumlu ünlü yönetmen Elia Kazan, Hollywood film sektörünün yarısını ihbar etmişti.
Bu öküz altında buzağı arama çabasına isyan edenlerden biri de Arthur Miller olmuştur. Miller’in 17. yüzyılda geçen ünlü eseri “Cadı Kazanı” bu soruşturmalara yergi ve eleştiridir. Daha sonra devran dönünce Elia Kazan, 1954 yılında çektiği “Rıhtımlar Üzerinde” isimli filmle adeta günah çıkarmaya çalışmıştır.
Ama Hollywood Elia Kazan’ı unutmamıştır. 1999 yılında Kazan, hayat boyu başarı ödülünü almak için sahneye çıktığında protestolarla karşılaşmış, yuhalanmış ve bazı starlar alkışlamayı reddetmiştir.
Hatta 2002 yılında başrolünde Jim Carrey‘nin oynadığı, senaryosunu Michael Slone’un yazdığı, yönetmen koltuğunda Frank Darabort‘un oturduğu “The Majestic” McCarthy döneminde zulme uğrayanlara adeta bir saygı duruşudur.
Yeni Şafak’taki haberi görünce aklıma vicdansız ve meslektaşım olarak kabul etmediğim itibar cellatları geldi. Bu cellatlar olası bir seçim sonrası iktidar değiştiğinde Türkiye’den kaçmayı dile getiriyorlar. Hatta öyle bir korku içerisindeler ki yurt dışında ne yapacaklarını bile ekranlarda tartışıyorlar. Bunun nedeni yaptıkları vicdansız itibar suikastlerini bilerek ve isteyerek işlemiş olmaları. İktidarı seven, takdir eden ama yeri geldiği zaman elini vicdanına koyarak konuşan, yazan meslektaşlarımız bu korkuyu taşımazken, bu isimler şimdiden kaçacakları deliklerin rotasını çizmekle meşguller.
Nedeni ise hepsinin birer Elia Kazan olması.
Dün görevleri “hizmet” hareketi, “cemaat” dedikleri FETÖ’nün kucağına oturup korku ya da çıkar ile insanları Ergenekoncu, Balyozcu, bölücü terör örgütü sempatizanı ilan etmekti.
Dün FETÖ’nün kaynattığı cadı kazanının altına odun taşıyarak, içerisine dürüst, namuslu, vatansever insanları atıyorlardı.
Bugün de doğruları söyleyen insanları muhalif diye yaftalayarak, yine kaynatılan “vatan haini” kazanına atma çabasındalar ve vicdanları hiç sızlamadan yine kanal kanal geziyorlar.
Buradan bu kişilere bir uyarım var: Siz siz olun o cadı kazanının başında oturup altına odun taşırken Elia Kazan’ın hikayesini unutmayın!