Payende Muhammed İbrahimi…
Tam 20 yıl önce tanışmıştım onunla. Henüz 25 yaşında, gencecik bir Tıp öğrencisiydi. İdeali Kardiyoloji Uzmanı olmak ve Afganistan’da hekimlik yapmaktı.
Şimdi nerede, ne yapıyor, bilmiyorum. Ama tanıştığımızda Bursa’daydı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisiydi.
11 Eylül saldırılarından sadece 2 ay sonra Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Bursa Şubesi lokalinde oturmuş, uzun uzun konuşmuştuk. Özbek asıllı bir Afgan olarak ABD’nin Afganistan operasyonunu değerlendirmiş, medyanın olayları yansıtış biçimini ve ülkesiyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlarını eleştirmiş, daha çok da Afganistan’ı anlatmıştı.
Söyleşiyi yaptığımız gün, 13 Kasım 2001’de, Kuzey İttifakı Kabil’e girmiş, bir gece önce şehri sessizce terk eden Taliban’dan geriye sadece bir harabe kalmıştı. Taliban’ın sürekli çekilmesi kafamdaki ilk soru işaretiydi:
“Bu bende de korku yaratıyor. Taliban gitti, şimdi Kuzey İttifakı hükümet kuracak. Yine aynı… Bu kez Taliban bu hükümeti yıkmaya çalışacak. Taliban onlarla savaşacak. Umarım olmaz o.
-Yine iç savaş yani…
Evet, yeni bir iç savaş çok da uzak değil. Hep aynı sorunları yaşadık. Kendi aramızda anlaşamadık. Bunda dış güçlerin de etkisi var. Bizi hiç kendi halimize bırakmamışlar.”
İbrahimi’ye göre, Afganistan’da kurulması gereken Peştun, Tacik, Özbek, Türkmen… bütün etnik grupları içine alan geniş tabanlı bir hükümetti. Devamı için gerekli olan da silahsızlanmaydı:
“En azından Kabil ve birkaç büyük şehrin silahsızlanması. Silahların toplanması gerekli. Silahlar olduğu sürece insanlar güven içinde yaşayamaz.”
Peki olabilir miydi bu? Zira Afganistan’da 9-10 farklı etnik grup vardı:
“Gerçekten demokrattır Afgan halkı. Şimdi bakmayın, savaşta farklı. İnsanlara saygı duyan sevgi gösteren, birbirleri arasında çok rahat anlaşabilen insanlar. (…) Şimdi ilk kez bir imkan sunulacak insanlara: Aynı sofrada yemek yeme imkanı. Ben Özbek olmama rağmen bir sürü akrabam var, Peştunlar’dan; Tacikler’den. Kesinlikle dışarıdan yansıtıldığı gibi değil. (…) Ruslarla yıllarca savaşıldı, Özbek’iyle Peştun’uyla. Ülke bütünlüğü her şeyden önemliydi. Çeşitli etnik gruplara, farklı dillere sahip olunmasına rağmen aynı kültürün insanları Afganlar.”
20 yıl önceki söyleşiyi yeniden okurken, İbrahimi’nin, sözü sık sık eğitime getirdiğini, satır aralarına sızan mesajlarında cehaletin bir ülkeyi nasıl kasıp kavurduğunu anlattığını görüyorum:
“… (Afganistan’ın son kralı Zahir Şah) Adam 40 yıl Afganistan’da padişahlık yapmış, 40 yılda tek üniversite yapmamış, insanların cahil kalmasına neden olmuş. (…) Hikmetyar, Rabbani… 7 lider Pakistan’da oturup karar verir, tamam derdi. Ama Afganistan’da birbirlerine girerlerdi. Afgan halkının okuma yazması düşük olduğu için rahat oyuna getirilebilirdi. (…) Kendimiz suçluyuz. Cahil kaldık. Dış güçler de bunu gördü. (…) Taliban dönemine kadar biraz olsun eğitim vardı. Medresede din eğitimi verilirdi. Bir de ayrı okullar vardı. (…) Taliban okulları tamamen kapattı. Bunun İslam’la bağdaşan bir yanı yok. ‘İlim Çin’de de olsa gidin alın’ diyor İslam, demiyor ki dini eğitim alın! Böyle bir dine mensup Taliban’ın bu anlayışı kabul edilebilir mi? (…) Sağlık sistemi hemen hemen yok. Eğitimden daha kötü. Bazı yerlerde yurt dışından gelen yardımlarla hastaneler yapıldı, ama onları da savaş yıktı. Zaten eğitim önemli. Okula gideceksin ki sağlığın önemini bileceksin. Eğitimsiz bir insan mikrobu bilmez!..”
İbrahimi, çok gençti, çok umutluydu o zamanlar. Ülkesi Taliban karanlığını yırtıyor, yeni bir dönemin kapısını aralıyordu. “Ülke dışındaki Afgan aydınlar mutlaka çağrılmalı. Birçok yazarlar, profesörler var. Onlar da şu anda davet bekliyor. Umutla bekliyorlar” diyordu. Olmadı…
Ama korktuğu oldu. 20 yıl önce şehirleri sessizce terk eden Taliban, adım adım geri döndü. Üstelik hem silahlı hem külahlı döndü. Silahla ülkenin çoğunda kontrolü sağlarken, külahla müzakere masalarına oturdu!
Taliban’ı önce döven, sonra “yeniden” seven “dış güçler” ise kontrol memurluğuna bizi layık gördü!