1996’dan 2021’e… Neredeyse gün yüzü görmediğim şu meslekte 25 yılı geride bırakıyorum.
Mesleğe başladığımda Susurluk kazası vardı. Hemen her haberimize “1S2M” klişesi hakimdi: Siyaset-Mafya-Medya…
Gündüz Susurluk haberleri yazar, akşam da yazdıklarımızın “fasa fiso” olmadığını bilerek, Heykel’e çıkardık, “gulu gulu dansı” yapmaya! AVP önünde buluşup “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık”a mahkum ederdik kendimizi.
EYT yüzünden fazla mesaiye kaldığım 25 yılın sonunda görüyorum ki kaza faciaya dönüşmüş! Son 20 yılda oluşturulan rengarenk memleket algısı bir kamera bir tripotla yeniden sise pusa bürünmüş. Bırakın 90’ların karanlık dünyasını, daha ötesine gitmişiz de haberimiz yokmuş!
Oysa şimdi şöyle bir düşünüyorum da ortada şaşılacak ne var!..
Susurluk kazası sonrası ortalık ayağa kalkmış, kalkmış da ne olmuş? Araştırmalar, soruşturmalar, komisyonlar, mahkemeler, meydanlarda verilen sözler… 25 yılın sonunda geldiğimiz nokta, kurşunu atan da yiyen de şerefli!..
25 yılın sonunda geldiğimiz nokta, gereği yerine getirilmeyen 301 sayfalık TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu; 12 sayfası “devlet sırrı” diye gizlenen 124 sayfalık Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu…
Biz yine de enseyi karartmayalım. Karartmayalım ama bugünün Z kuşağı da 25 yıl sonra aynı sorunlara boğulmasın!
Bana kalırsa işin çözüm formülü yine Uğur Mumcu’nun yazdıklarında gizli: “Bir ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eş anlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ileride onarılmaz yaralar açar.”
Eğer devlet ve hukuk gibi ikisi de soyut olan kavramlardan birine kutsiyet atfedilecekse o kuşkusuz hukuk olmalıdır!