Ekonomi gazeteciliğini bir sac ayağı gibi düşünürsek eğer, o ayaklardan biri finans; öteki iş dünyası ise en önemlisi de emektir, herhalde.
İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım!
Dolar euro altın borsa deyince gözbebeklerimiz büyüyor. Gazetelerin ekonomi sayfaları haber sosu katılmış reklamdan geçilmiyor. Ekonomi gazeteleri çareyi sırtını iş dünyasına yaslamakta buluyor.
İşçi mi emekçi mi?
Hak getire!
Giderek azalan kağıt gazete sayfalarından önce çalışma hayatı haberlerini çektik. Reklam müdürleriyle kavga dövüş yazdığımız sendika haberlerine ambargo koyduk. Grev çadırlarının önünden geçerken fotoğraf makinemizi, kameramızı sakladık. Desteğimiz ne kadar gönülden olsa da iş icraata gelince başımızı kuma gömdük.
Oysa, Türk Metal Sendikası’nın düzenlediği Yerel Medya Kurultayı’nda konuşan Prof. Dr. Abdülrezak Altun’un da hatırlattığı gibi “ağayla bostan ekenin hıyarı eğri biter”di.
Nitekim öyle de oldu.
Basına güvenin yerlerde sürünmesinin başka nedeni olabilir mi?
Peki, günah sadece bizim miydi?
İğneyi batırdık, sıra geldi çuvaldıza…
Genelde basının, özelde ekonomi gazeteciliğinin geldiği noktayı, kuşkusuz ülkenin geçirdiği siyasal toplumsal süreçlerden ayrı tutamayız. Bu açıdan bakınca en önemli kırılma noktasının 12 Eylül olduğu görülüyor.
Türk İş Genel Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak’ın 12 Eylül değerlendirmesi, bu açıdan da dikkat çekici:
– 12 Eylül askeri darbesinin şekillendirdiği ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşamda ortaya çıkan tahribatın en büyük etkisi çalışma yaşamında görüldü.
– 1961 Anayasası’nın işçilere sağladığı hakların önemli bir bölümü 12 Eylül darbesi ile ortadan kaldırıldı.
– Uygulanan politikalarla sendikalar zayıflatıldı, emeğin sermaye karşısında gücü önemli ölçüde kırıldı.
– Sendikasızlaştırma, taşeronlaşma gibi politikalar uygulamaya konuldu.
Çalışma hayatındaki bu ağır tahribatın basına yansımaması düşünülemezdi elbette. 12 Eylül’ün getirdiği depolitizasyon süreciyle basın medyalaştı, gazete plazalaştı, emek sayfalarının yerini borsa çizelgeleri aldı.
Soruyu duyar gibiyim: Peki ne olacak?
Bugünlerde demokrasinin cumhuriyet için nasıl vazgeçilmez bir yaşam kaynağı olduğunu, laikliğin demokratik cumhuriyet için ne kadar önemli bir ilke olduğunu yaşayarak görüyorsak, emeğin de en yüce değer olduğunu yaşaya yaşaya yeniden öğreneceğiz.