Kış her ne kadar karlı tipili geçmese de iliklerimize işleyen soğuktan, ruhumuzu gölgeleyen kasvetli havalardan sonra ilkyaz geldi işte.
Güneş yüzünü gösterdi artık.
“Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor” diyor ya Ataol Behramoğlu, ama hemen ekleyiveriyor ardına, “Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi” diye…
Suya doyan toprak ağaçlara can veriyor, dallar yeşile bürünüyor, yeşiller çiçekleniyor.
Ziya Osman Saba’nın dediği gibi “Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları.”
Arada bir yağmur indiriyor, yazın henüz gelmediğini hatırlatmak istercesine.
“Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire / taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire…” diyor ya Nazım Hikmet, sonra da güneş yüzünü gösteriyor yine, “dışarda bozkırın üstünde pırıltılar…”
Şehrin orta yerinde her nasılsa kalmış yeşil vahalarda papatyalar gülümsüyor sarı beyaz.
Biraz sonra menekşeler de açacak renk renk refüjlerde.
“Kork” diyor Ahmet Muhip Dıranas, “Bahar seni bir al güle döndürebilir. ”
Kısacası Melih Cevdet Anday koyuyor noktayı:
“Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya”
Ama sonra Orhan Veli Kanık beliriveriyor Melih Cevdet’in yamacında:
“Beni bu güzel havalar mahvetti!”
Her ilkyaz gibi bu da yepyeni bir denge kuruyor doğada!
Bilir misiniz ilkyaz sadece doğada değil insan yaşamında da yeniler dengeleri.
Biz bahar yorgunluğu deriz ama bedenimizin yaza hazırlığıdır o halsizlik, o uyku hali.
Güneşe hazırlık yapar insan.
“İlk sevgilinin gülüşüne benzer” dese de Cahit Sıtkı, ilkyaz hayata yeniden başlama zamanıdır.
İlkyaz hayatı katıla katıla yaşama zamanıdır.
İlkyaz enseyi karartmama, ümitvar olma zamanıdır.