“Bursa’ya iade- itibar!” başlıklı yazımda, zamansız yitirdiğimiz Prof. Dr. Rana Aslanoğlu’ndan bir alıntı yapmıştım:
“Kentin öyküsü kentin kendisinden büyüktür. Başka bir ifade ile kentlerin sosyal, ekonomik ve mekânsal yapılarını etkileyecek kararlar, bölgesel, ülkesel hatta günümüzde büyük çoğunlukla küresel düzlemlerde alınmaktadır.”
Gerçekten de artık kentlerin kaderini belirleyecek kararların yerelin dışına taşarak, bölgesel, ülkesel ve hatta küresel unsurların zorlamasıyla alındığını görüyoruz. O kararlar kentlerin sadece mekânsal yapılarını değiştirmekle kalmıyor, toplumsal ve ekonomik yapılarını da değiştiriyor.
Bu saptamaya en çok hak eden şehir İstanbul’dur belki. Ancak Bursa’nın da ondan aşağı kalır yanı yok. Bursa’nın en çarpıcı örneği de Cargill olsa gerek.
İznik Gölü kıyısına kurulan Cargill’e karşı verilen ve hala devam eden hukuksal mücadelenin tarihçesi, kim bilir Bursa Barosu’nda kaç klasör doldurmuştur! O tarihçede ne Cumhurbaşkanları ne Başbakanlar ne Valiler ne Belediye Başkanları ne iş adamları ne gazeteciler… geldi geçti. Projeye en başında karşı çıkan bürokratlar öyle ya da böyle boğun eğdi. İş adamları kısa sürede saf değiştirdi. Gazeteciler bir şekilde “ikna” edildi. Bu küçücük fabrika öyle büyük bir meseleydi ki ABD Başkanlarının ajandasında bile ilk sıralarda yer alıyordu. Her Amerikan Büyükelçisi o “mısır şurubu“nun mutlaka tadına bakıyordu.
Sözde Bursa’nın 2040 yılındaki içme suyu kaynağıydı İznik Gölü. Ama işte bir küresel güç geldi ve şehrin seçilmiş yöneticisinin tüm itirazlarına ve çabalarına rağmen – ki o isim herkesin çok iyi bildiği gibi Erdem Saker’dir- kentin kaderini değiştirdi.
Bursa’nın başı şimdilerde de yine bir yabancıyla dertte. Ne ilginç ki onun da hikayesi İznik Gölü yakınlarında geçiyor. Yenişehir’e bağlı Kirazlıyayla’da kurulmak istenen, daha doğrusu tüm itirazlara rağmen adım adım kurulan maden tesisinden söz ediyorum.
Düşünsenize, adamlar ta Lübnan’dan kalkıp geliyor, size ait toprakları delip deşiyor, yetmiyor ağaçlarınızı kesiyor, üstelik bunu da kamu görevlilerine yaptırıyor.
Şehrin yöneticileri suskun, şehrin vekilleri suskun, bürokratlar emir eri! Birkaç muhalif vekil, çevreciler, doğasever hukukçular köylünün yanında… Ancak öyle görünüyor ki karşılarında umduklarından daha büyük bir güç var.
Çevresel Etki Değerlendirmesi, yani ÇED dediğiniz sürecin aslı, halkın ne dediğinin saptanmasıdır. Ne var ki o süreçte de minare kılıf düzeni devreye giriyor, ÇED izni tabandan değil tavandan alınıyor. Bilirkişi bile “ÇED raporu yetersiz” diyor. Ama mahkeme kendi bilirkişisinin raporunu görmezden geliyor.
Kısacası işin içine yine bir küresel Ali Cengiz oyunu giriyor!
Ne diyordu Tolstoy: “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”
Bizim şehre hep bir yabancı geliyor ve maalesef bizim hikayemizin başı da sonu da acı bitiyor!