En uzun günün sonunda beklenen müjde geldi!
Mayısta kapandık, haziranda açıldık, temmuzda saçılıyoruz…
Saçılmaya çoktan hazırdık. Öyle ki sözde en güvenilir haber kanalları bile Kabine’nin gündemine maskesiz günleri koyuvermişti!
Oysa Cumhurbaşkanı’nın saçılma müjdesini vermesinden birkaç saat önce Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, son derece ciddi bir uyarıda bulunuyordu:
“Salgın bitmedi. Etkili aşılarla yeterli aşılama olmadan bitmeyecek. Binlerce ölümle sonuçlanan yeni pikler olabilir. Hele ki ülkemizde de büyük ihtimalle yayılmakta olan delta varyantının bulaşıcılığını düşününce…”
Bilim Kurulu’nu, kullanacağım deyimi mazur görün, sallamayan Kabine’nin Türkiye’yi kafasına göre kapatıp, kafasına göre açmasından bıktık artık!..
***
Hem, biz bu filmi geçen yıl da görmemiş miydik?
Korona virüs tablolarını bilim adamları mutlaka daha doğru okuyacaktır. Onlardan özür dileyerek, sadece küçük bir kıyaslama yapacağım:
21 Haziran 2020, yani bir yıl önce vaka sayısı bin 192 iken, vefat sayısı 23.
Bir yıl sonra, 21 Haziran 2021’de vaka sayısı 5 bin 294, vefat sayısı 51.
Test sayısı arttıkça vaka sayısının arttığını, bir yıl içinde de Türkiye’nin test olanaklarını geliştirdiğini biliyorum.
Biliyorum ama en kritik veri olan vefat sayısındaki büyük fark ortadayken, bu neyin açılıp saçılması Allah aşkına?
***
Gelelim aşı meselesine…
Son günlerde aşılama hızı iyice arttı. Gelinen noktayı da Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, gururlanarak açıkladı:
“14-20 Haziran arasında Türkiye, Çin ve Almanya’yı geride bırakarak, aşılama hızında en yüksek performansı gösteren ülke oldu. Her gün, aşı programındaki her 100 kişiden ortalama 1.45’inin aşısı yapıldı.”
100 kişide 1.45 başarı mıdır bilmem!
Ama aşıda da sokağa çıkma yasağı öncesi kuyruklarını oluşturmayı başardığımız çok açık. Bu da beraberinde bir başka sorunu getiriyor. Türkiye’nin o çok sevdiği eşitsizliği…
Prof. Dr. Kayıhan Pala da geçtiğimiz günlerde iller arasındaki bu dengesizliğe dikkat çekiyordu.
Oysa bırakın eşitsizliği bizim salgını “yerli ve milli aşı“mızla atlatmamız gerekirdi. Bu Türkiye’nin altından kalkamayacağı bir iş değildi. Tabii geçmişi yok saymasak, yok saymakla yetinmeyip yok etmesek!..
Hayır hayır, Cumhuriyet’in Hıfzısıhhasından söz etmiyorum.
Türkiye Kurtuluş Savaşı’nın o çok güç koşullarında bile bütün ordusunu kolera salgınından koruyabilen bir ülkeydi.
Bakın İsmet İnönü, hatıralarında nasıl değiniyor bu konuya:
“… Büyük Taarruzdan önce, karşımızdaki düşman ordusunda salgın vardı. Biz ilerlemeye başlamadan evvel, o günkü pek mahdut (sınırlı) vasıtalarımız içinde bile, bütün orduyu koleraya karşı aşılamak imkânı bulmuş ve İzmir’e kadar hiçbir bulaşmadan müteessir olmayarak şüpheli bölgeleri geçmiştik.”*
Ya, nereden nereye!..
___
*İsmet İnönü, Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1. Kitap, s. 65.