Ağustos ayı başından beri felaketleri yazıyorum. Önce güneyimizdeki yangınlar, ardından kuzeyimizdeki seller.
Elbette yangınlara ne kadar yandıysam, selin getirdikleri de o kadar sarstı beni. Üstelik son yılların bu en büyük felaketi baba ocağım Kastamonu’daydı. Günlerdir bölgeden aldığım haberleri hem köşeme aktardım hem de normhaber.com’un sayfalarına. Karadeniz’in cansız bedenleri birer birer geriye vermeye başladığı bugün ise gücüm tükendi. Yine de HES tartışması konusunda söylemem gereken bir iki söz var. Çünkü HES’ler bu acının tek nedeni değilse de nedenlerinden biri.
Türkiye’de yaklaşık 685 HES var. Bunlardan 10’u Kastamonu’nun farklı bölgelerindeki çay ve dereler üzerinde kurulu: Selin adeta yuttuğu Bozkurt’u ikiye bölen Ezine Çayı üzerinde Ebru ve Aybige HES, Cide Aydos Çayı üzerinde Berke HES, Çatalzeytin Akçay üzerinde Yunuslar HES, Küre Zarbana Çayı üzerinde Yavuz HES, Araç Çayı üzerinde Zala, Samatlar ve Kuzkaya HES, Gökırmak Nehri üzerinde Akkaya HES, İhsangazi Ilgaz Çayı üzerinde Kızılçam HES.
Bütün bu santraller kurulurken, Kastamonu’daki çevre gönüllüleri çok mücadele etti. HES’lerin ekolojik dengeye vereceği zararları anlattılar, kitaplar yazdılar, protesto yürüyüşleriyle seslerini duyurmaya çalıştılar, davalar açtılar. Üstelik bunu “hain” damgası yeme pahasına yaptılar. Bugün çok büyük bir acıyla karşı karşıyayız ve dün HES’e karşı çıkan hemşerilerim şimdi Bozkurt’tan Çatalzeytin’e, afetzedelerin yardımına koşan gönüllü cephenin yine ön saflarında.
Aşağıda okuyacağınız yazı Kastamonu’da; Bozkurt’ta, Cide’de, Araç’ta, Çatalzeytin’de yoğun bir HES mücadelesi verilen Eylül 2010’da Çatalzeytin Mektubu gazetesinde yayımlandı. Sizi o günlerin duygularıyla baş başa bırakıyorum:
KUŞLAR BİZDEN DAVACI OLMASIN!
Çevre hakkı, salt “insanın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı” olarak mı görülmeli?
Kavramsal tartışmalara bakacak olursak öyle!
Çevrebilim de çevre hukuku da çevre hakkını insan hakları bağlamında tanımlamaya çalışır. İnsan haklarının 200 yıllık geçmişine bakar ve son aşamada çevre hakkının sadece bugünü değil, gelecek kuşakları da içine alan “dayanışmacı” bir hak olduğunu söyler. “Çevre hakkı herkesin hakkı, anayasaya göre devlet de bireyler de çevre hakkının yükümlüsü” diye kestirme bir sonuca varır.
Peki, Küre Dağları’nın hakkı ne olacak?
Asırlık çınarların, çamların, gürgenlerin, kayınların, iğde ağacının, zeytin ağacının…
Yaralıgöz’deki sapsarı yayla güllerinin, çiğdemlerin, gökşenlerin…
Değişen iklime kanıp sonbaharda açan papatyanın, badem çiçeğinin, ne konuştuğumuz ne su verdiğimiz pencere kenarındaki menekşenin; doğadaki nice börtü böceğin…
Yaşam alanlarını giderek daralttığımız kedilerin, köpeklerin, balıkların, martıların…
Masmavi denizlerin ve de akarsuların…
Siyasal iktidarın, “Türk bakmayacak, su akmayacak” dercesine esir almaya çalıştığı akarsuların hakkı ne olacak?
Kaderine terk edilemeyecek vatan toprağının hakkı ne olacak?
Çevre hakkı insanın da “çevrenin hakkı” ne olacak?
***
Türkiye küreselleşme sürecinin ağırlığını hissetmeye başladığından beri yeni bir sorunla tanıştı: Güven sorunu…
Son yıllarda yaşamın her alanında karşımıza çıkan güven sorunu, Çatalzeytin’i şimdilerde bir kez daha karıştırıyor.
“Gıdıklaya gıdıklaya hamamı tarihi eser yaptılar” diyenlere güvenmedik!
“Yüzyıllardır devlete hep verdik, şimdi alma sırası bizde. Ginolu’ya bu yüzden liman yapıyoruz” diyenlere güvenmedik!
Çatalzeytin’i yıllar boyu susuz bırakanlara, güvenmedik!
Çatalzeytin’e çift şerit sahil yolu yapıyoruz diye denizi küstürenlere, güvenmedik!
Karadeniz Otoyolu’nu Çatalzeytin’den geçireceklere de güvenmiyoruz. Biz denizi, deniz bizi unutacak, aramıza keskin duvarlar örülecek!
Çatalzeytin’in akarsularına bir değil, iki değil, üç hidroelektrik santrali (HES) birden yapmaya kalkışanlara da güvenmiyoruz!
Doğanın yüreğine hançer vurulmasını yüreğimiz kaldıramadığı için…
Neden güven duyalım ki!
HES projelerini gündeme getirenler, o projeleri hazırlayanlar, yürütecek olanlar; doğanın sayesinde köşe dönmeyi düşleyenler; HES’leri savunanlar ve hatta ikircikli durumda kalanlar…
HES projelerine güven duymamızı sağlayabilecek ne söyleyebiliyorlar?
Siyasal iktidar bir karar almış: “Bu ülkenin dereleri özgür akmayacak!”
Neden, üç kuruşluk elektrik için mi?
Hayır, satacak savacak başka bir şey kalmadığı için!..
Bakmayın siz, “Satmıyoruz, kullanım hakkını devrediyoruz” diyenlere…
Kimin hakkını kimden alıyor, kime veriyorsunuz?
HES projelerini yürütecek olanların gözü dönmüş. Çünkü son 10 yılı kapsayan büyük paylaşımda onlara kala kala, nazlı nazlı akan Akçay kalmış, Karaçay kalmış, Şeyhşaban Çayı kalmış, Sarıerik Deresi kalmış…
Hadi onları anlayalım. Üretecekleri enerjinin değil, sahip olacakları suyun hesabını yapıyorlar!
Peki, körü körüne HES’leri savunanlara ne diyelim?
Elektriksiz geçen günleri unutmayalım diyen mi istersiniz, istihdam yaratılacak diyen mi?
***
Bakalım nasıl bir potansiyele sahip Suçatı’ya kurulacak HES, ne kadar elektrik üretecek, kaç kişiye iş sağlayacak?
Kurulu gücü 1,04 MW olan Kuzköy Regülatör (Reg) ve HES, bir yılda ancak TOFAŞ Otomobil Fabrikası’nın sadece bir haftalık enerji gereksinimini karşılayabilecek kadar elektrik üretebilecek. Tabii her şey yolunda gider, Akçay çağıl çağıl akar, yağmur ve kar yeraltı sularını çoğaltır, santral tam kapasite ile çalışırsa…
İşin üretim yanı böyle…
Peki, istihdam cephesinde ne olacak?
İnşaatında çalışacak 50-60 kişiyi saymazsanız, HES üretime başladığında sadece 5-6 “vasıflı” işsiz iş sahibi olacak, ama 7 değil!
Çatalzeytin’de mi o “vasıflı” işsizler?
Bir de taş ocağı kurmuşlar… O da en az yapacakları HES kadar zarar veriyor, verecek!..
Orada da çalışacak insanlar. Ta ki inşaat bitene, açtıkları taş ocağının Çatalzeytin doğasına saplanmış bir hançer olduğu görülene kadar…
***
Bu işin Suçatı ile sınırlı kalacağını sananlar da aldanıyor. Akçay üzerinde Yunuslar HES, Karaçay Deresi üzerinde Kemal Reg. ve HES, Şehyşaban Çayı ve Sarıerik Deresi üzerinde Dumanlı Reg. ve HES projeleri de hazır.
Çatalzeytin’den Bozkurt’a, Azdavay’dan Cide’ye… Bolu’dan Kastamonu’ya, Zonguldak’tan Sinop’a, Giresun’dan Rize’ye… Sadece Karadeniz’de tam bin 700 HES…
Beton HES’lerle örülüyor yurdumuz!
Dünya, yenilenemeyen doğal kaynaklarıyla ilgili durumunu bilmiyor, bilemiyor. Örneğin, 1980’lerin başında dünyada 40 yıllık petrol rezervi kaldığı söylenirdi. Aradan 30 yıl geçti, bugün yapılan hesaplamalarda da petrole 40 yıllık ömür biçiliyor. Üstelik, bilim dünyası şunu da söylüyor: Mevcut teknoloji, arz-talep dengesi vb. pek çok bileşene bağlı olarak yapılan hesaplamalar çok gerçekçi değil, gereksinim duyulması halinde petrol farklı katmanlardan ve kayaçlardan da elde edilebilir. (1)
Bütün bu tartışmalara karşın yenilenebilir enerjiden yanayım, çünkü kalkınmanın sürdürülebilir olması gerektiğine inanıyorum. Sürdürülebilirliğin, doğadaki her su birikintisine HES kondurularak sağlanamayacağı da çok açık!
Öncelikle sağlıklı bir planlama yok. Oysa dünya suyu planlarken; önce içme suyu, ardından kullanma suyu, sonra tarım ve daha sonra da sanayiyi düşünerek planlıyor. İnsanlık alternatif enerji için rüzgara, jeotermale, güneşe yöneliyor.
Böyle bir planlama var mı Türkiye’de?
Çevrenin hakkını; doğanın yaşam döngüsünü dikkate almadan çıkarılan bir yasa var. Bilimsel veriler, sosyolojik olgular, çevreci bakış açısı ve toplumun kanaat önderlerinin fikirleri alınmadan, masa başı kararlarla çıkarılmış antidemokratik bir yasa…
Bugüne kadar bir yetkili gelip bize sordu mu, ne dersiniz diye? Hayır, çünkü minareyi çalan kılıfını hazırlamış, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) denilen ve çevre yönetimine halkın katılımını sağlayan süreci de Çatalzeytin’den esirgemişler. ÇED kapsamında olması gereken işlemler bütününden oluşan HES’lerin büyük bölümü ÇED kapsamı dışında… Dolayısı ile halk hiçbir karar sürecinde yok.
Neymiş, 25 MW’nin altındaki HES’lerde, Vali istemezse ÇED’e gerek yokmuş!
ÇED’e değil, HES’e gerek yok!
Çatalzeytin’e HES istemiyorum.
Çünkü çevre hakkının insanın hakkı olduğunu kabul etmekle birlikte çevrenin de hakkı olduğunu savunuyorum.
Başka deyişle, Akçay’ın da hakkı var, o su önce Akçay’ın, sonra doğanın, insanın olduğu kadar doğadaki tüm canlıların, toprağın, ağaçların, çiçeklerin, hayvanların…
Oysa HES, suyu Akçay’dan koparacak, üstelik yetmeyecek, yeraltı sularını da çekecek.
Sadece susuz kalmayacağız. Bitki çeşitliliği azalacak, doğa kuruyacak, yeşil solacak, çölleşmeye ve küresel ısınmaya; felakete adım adım ilerleyeceğiz.
Kısacası cennet de cehennem de bu dünyada, anlayana!..
***
En başta sorduğum soruları yineleyeyim.
Çevre hakkı insanın da “çevrenin hakkı” ne olacak?
Çevrenin hakkını düşünmeyene neden güven duyayım?
Siz de güven duymayın!
İstanbul’da yapılan bilgilendirme toplantısında, ne güzel söylemiş Cemil Özdemir: “Kuşlar bizden davacı olmasın!..”
___
1 Dr. Kamil Salihoğlu, “Yenilenebilir Enerji Tartışılırken, Ekonomik Pusula, (13-19 Temmuz 2010), s. 12.