Yusuf Karayiğit… 39 yaşındaydı… Osmaniye’de yaşıyordu… Piyanistti…
Ağahan Yerdelen… 41 yaşındaydı… Adanalı’ydı… Üflemeli çalgılarda üstüne yoktu…
Duran Ay… İstanbul’da yaşıyordu… Bağlama ustasıydı… Günlük kazancı 150 lirayı geçmiyordu… Yine de yaşam enerjisiyle doluydu…
Erdem Topuz… İzmir’de yaşıyordu… Evliydi, iki çocuk babasıydı…
Mehmet Mert El… O da İzmirli’ydi… Gencecikti… Müzik aletlerini parmaklarıyla konuştururdu… Dayanışmacıydı, paylaşımcıydı, özveriliydi, fedakardı…
Karayiğit, Yerdelen, Ay, Topuz, El…
Onlar salgına değil ama geçim sıkıntısına yenilen binlerce, on binlerce müzisyenden sadece birkaçı…
O sıkıntının yendiği müzisyen sayısını kimileri 100, kimileri 130 olarak telaffuz ediyor. Tevatür çok ama sayının ne önemi var?
Ölüm olduktan sonra bir de bir; bin de bir değil mi?
Belki 100’ü, belki 130’u öldü ama kalanları da “Kusura bakmasınlar” sözleriyle ölmekten beter hale geldi.
Kararın salgınla ilgili olmadığı gün gibi açık. O nedenle şu meşhur “yaşam tarzı” tartışmasının başlaması sürpriz değil!
Zira gece 12’den sonra müzik yok demek, konser yok demek; eğlence yok demek; bar pavyon yok demek; disko yok demek; turiste “Türk gecesi” yok demek…
Hepsini geçelim…
Gece 12’den sonra müzik yok demek, sayılarının 50 bini bulduğu söylenen müzisyenlere “yaşam yok” demek…
Artık “yaşam tarzı”nı geçtik, kusura bakmayın “yaşam hakkı”na geldik!