Seçim istatistiklerine bakıyorum.
Türkiye’de son 22 yılda – referandumlar dahil – yapılan seçimlere katılım oranı yaklaşık yüzde 80 düzeyinde…
Hatta net rakam vereyim: Yüzde 81,23.
En düşük katılım referandumlarda gerçekleşti. 2007, 2010 ve 2017’de yapılan referandumlara katılım oranı ortalama yüzde 75,55.
Son 10 yılda, 2023’te iki kez olmak üzere, dört kez Cumhurbaşkanı seçimi için sandık başına gittik. Ortalama katılım oranı yüzde 82,89 oldu.
2002 yılından bu yana altı genel seçim yaptık. Katılım oranı sadece 2018’de yüzde 85’in üzerine çıktı. Genel seçimlere katılım oranının ortalaması yüzde 83,65.
2004 yılından beri beş kez yerel seçim için sandık başına gittik. Yerel seçimlere katılım oranının ortalaması da yüzde 82,85.
Ayrı ayrı değerlendirildiğinde aslında en yüksek katılımın yerel seçimlerde sağlandığı görülüyor. Yerel seçimlerin ortalamasını düşüren, tahmin edilebileceği gibi 2024 seçimleri oldu.
YSK diliyle söylersek resmi olmayan kesin sonuçlara göre, katılım oranı, büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde yüzde 78,11, belediye başkanlığı seçimlerinde yüzde 78,7, belediye meclisi seçimlerinde yüzde 78,5 ve il genel meclisi seçimlerinde yüzde 80,7 olarak gerçekleşti.
Kısacası 2024 yerel seçimlerine katılım oranı yaklaşık yüzde 79.
Genel seçim ortalaması (yüzde 83,65) ve yerel seçim ortalamasıyla (yüzde 82,85) kıyasladığımızda 2024 seçimlerinde seçmenin yaklaşık yüzde 4-5’inin sandığa gitmediği görülüyor.
Seçim öncesinde “küskün seçmen” kitlesinin muhalefet, özellikle de CHP cephesinde ortaya çıkacağı öngörülüyordu. Henüz 10 ay önce yapılan seçimde yaşanan düş kırıklığı gibi sağlam gerekçeleri de vardı bu öngörünün. Ancak bu öngörü yerini bulmadı. CHP seçmeni sandığa adeta “koşarak” gitti ve seçimin yer yer farklı sonuçlara yol açabilecek “yerel dinamikleri”ni de bir kenara iterek, partisine cansiperane destek verdi.
Buna karşılık girdiği tüm seçimlerde sadece kendi tabanını değil kararsız seçmeni de konsolide etmeyi çok başarılı bir şekilde yapan, yüzergezer oylar üzerinde bir nevi tahakküm kuran iktidar, kendi üyelerini bile ikna edemedi. Peki neden? İktidar kendi seçmenini bile neden ikna edemedi?
Yakın geçmişte “Bana AK Parti’nin vicdanı dediler, eyvallah dedim” diyen bir siyasetçi vardı, hatırlarsınız, Bülent Arınç.
Arınç, 2013’te Bursa’da yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:
“Geçenlerde bizim torun internete girmiş, ‘Pisküvitim olsun’ diyor ya Sayın Bahçeli. Hem dinledik, hem güldük, kötü bir şey de söylememiş Sayın Bahçeli ama ‘Pisküvitim olsun’ diyen adamlar varsa bu Türkiye’de, ‘benim de partim olsun’ diyenler de var. Ama bizim ki marti değil, parti. Adalet ve Kalkınma Partisi.
Ha bir itirafta da bulunayım. Kalkınmamız çok iyi, ama adaletin biraz da desteğe ihtiyacı var. Adaletin saraylarını yaptık, ama adaletin kendisini biraz arıyoruz, bulmaya çalışıyoruz. Adalet kutup yıldızı gibi, insan yolunu kaybetse, ona bakıp yolunu bulacak. Adalette tam olacak inşallah.”
Ben adalet konusunda bir şey söylemeyeyim.
Zira bu konuda Norm Haber Yazarı Yaşar İçen’in bugünkü yazısı son derece iyi bir özet.
Daha fazlasını görmek isterseniz, Van’da mazbatanın birinci olana değil de ikinci olana verilmesini vicdanınıza bir sorun derim!
Seçim öncesi “seçilme hakkın var” denen adaya seçimi kazanınca “aaa, seçilme hakkın yokmuş” demek nasıl bir adalet anlayışıdır!
İktidarın çok övündüğü kalkınma işinde de özellikle “uçacağız” diye getirilen sistem değişikliğinden sonra tepetaklak olduğu ve irrasyonel politikalarla sadece kendisini değil hepimizi aşağı çektiği aşikâr!
Bundan 11 yıl önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Yozgat mitinginde söylediği sözleri konuşuyorduk.
Bahçeli, “O çocuk aklından geçiriyor, ‘Benim de bir çikolatam olsa, benim de bir püskevitim olsa’ diyor. ‘Anne bana niye almıyorsunuz’ diyor!” dedikçe gülüyorduk!
Bugün ise “Mis geliyor, af edersiniz pidenin kokusu, ama alamıyorum. Biz bugün böyle kalırsak yarın daha beter olacağız. Gözümüzü açalım.” diyen 84 yaşındaki nineyi dinliyoruz, gözlerimiz dolu dolu.
Dolayısıyla bakmayın siz İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e…
Hani diyor ya, emekli sandığa gitmedi (ki seçmenin yüzde 31’idir emekli); atanmayan öğretmen sandığa gitmedi; gençler sandığa gitmedi; kadınlar sandığa gitmedi diye…
Tam aksine emekliler de gençler de kadınlar da koşa koşa gitti sandığa…
Sandığa gitmeyen biri varsa o da çember daraldıkça gerçeği gören, ama o gerçeğin adını koymaya niyeyse gönlü elvermeyen “iktidarın kendi seçmeni”ydi.
Hem de iktidarlarının kendilerine yaşattığı ekonomik yıkıma, o yıkımın üstesinden gelmek için ödedikleri ağır faturaya, ele talkın verirken kendi salkım yutan kibre rağmen gönlü elvermeyen…