Bu satırları yazmaya başladığımda, Çatalzeytin Mektubu gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Emin Türkay Öztürk, sosyal medya hesabından “Akçay Köprüsünü sel aldı” diye yazalı birkaç saat olmuştu.
Öztürk, şöyle devam ediyordu mesajına:
“Şiddetli yağışlardan sonra oluşan sel saat 13.35’te Akçay Köprüsünün yarısını yıktı. Türkeli ile geçişler durdu. Akçay yatağından taşan sel suları Çayağzı Mahallesini tehdit etmeye başladı. Polis ve Jandarma, Akçay kıyısında güvenlik önlemlerini almaya devam ediyor.”
Aynı saatlerde emekli öğretmen Ergun Usta da Akçay Köprüsünün sel sularına kapıldığı ana ilişkin görüntüleri paylaştı.
Akçay Köprüsü’nün yıkılması demek, Kastamonu ile Sinop arasında sahilden ulaşımın kesilmesi demekti!..
Selin baba ocağım Çatalzeytin’e verdiği hasarı şu an tam olarak bilemiyorum. Ama Kastamonu’nun bir başka ilçesi Bozkurt’u adeta yuttu sel. Devrekâni topraklarından doğan ve Abana’dan Karadeniz’e dökülen Ezine Çayı’nın oluşturduğu vadiye kurulan Bozkurt, belediye başkanı Muammer Yanık’ın deyişiyle “yok oluyor!..”
İnsanların 4-5 katlı evlerinin çatılarına çıkarak kurtulmaya çalıştığı Bozkurt’a saatlerce yardım ulaşmadı. Sel nedeniyle bölgeyle sağlıklı bir iletişim de kurulamadı. Kastamonu merkez ve çevre ilçelerdeki bazı dostlarıma ulaşmayı başardım. Tek söyleyebileceğim umarım bir mucize olur da can kaybı fazla olmaz!..
Bozkurt’ta elektrik yok. Arama kurtarma ekibi yok denecek kadar az. Yakınlarını arayan insanların soracakları kimse yok. Anlaşıldığı kadarıyla doğru dürüst çalışan bir kriz merkezi de yok!
Peki neden? Doğa neden bir kez daha intikam alıyor bizden? Bozkurt’u yutan, Kastamonu’nun öteki ilçeleri Çatalzeytin’e, Azdavay’a, Küre’ye, İnebolu’ya, Şenpazar’a, Cide’ye büyük zarar veren, Sinop’un Ayancık’ını, Bartın’ın Ulus ilçesini vuran selin nedeni ne?
Özellikle Bozkurt’taki büyük felakete Ezine Çayı üzerindeki HES barajı kapaklarının patlamasının yol açtığı haberi doğru mu?
“HES patladı” haberi Kastamonu Valiliği tarafından yalanlandı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, “HES’le alakalı bir sorun yok” derken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, suyun regülatörün üstüne aştığını, ancak olumsuz bir durum olmadığını söyledi.
Bölgeden görüştüğüm bağımsız kaynaklar da haberi doğrulayacak durumda değildi. Zira bölgeye karadan ulaşmak olanaksız!.. Ayrıca Ezine Çayı üzerinde bir değil, iki HES var: Ebru HES ve Aybige HES.
Patladıysa hangisi patladı? Biri mi ikisi mi? Tıpkı yangında risk altında kalan termik santral şirketi gibi HES şirketleri de sus pus. Zaten bu enerji şirketleri oldum olası sır küpüdür, karda yürür izlerini belli etmezler!
Özellikle yapım aşamasında yeşil örtüyü yok eden HES’lerin beraberinde sel, heyelan ve çamur baskınlarını getirdiği artık inkar edilemeyecek bir gerçek. HES’lerle derelere beton dökülüyor, santraller dere yataklarını değiştiriyor.
HES’lere bir de Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Karadeniz’de de ormanların kelleşmesine yol açan taş ocaklarını ekleyin… Onların hafriyatı da tıpkı HES’lerdeki gibi derelere dökülüyor.
DSİ ve belediyeler de boş durmuyor. HES’lerin ıslah edemediği dereleri dizginlemek için yatakları daraltılıyor. Islah dediğiniz şey dereyi bir beton oluk içine almak demek. Tıpkı HES’lerdeki gibi dereye beton dökmek demek. Sonuçta dere, suyuyla o duvarları yerle bir ediyor. Çünkü ıslah projeleri suyun akışını hızlandırıyor, en küçük bir engelde de taşmasına neden oluyor. Oysa Çatalzeytin’in Akçay’ı mesela, 30 kilometre boyunca kendisiyle buluşan dereleri de içine alarak, kendi akışında dönemeçler oluşturur ve Karadeniz’e öylesine nazlı nazlı dökülür ki sesini bile duymazsınız. Bugünkü halini ise yukarıdaki görüntüler ortaya koyuyor.
Bütün bunların ardından zaten coğrafi olarak sel ve heyelana açık bir bölge olan Karadeniz’de iş iyice çığırından çıkıyor!..
“Su akar Türk bakar” anlayışından “Su akar Türk yapar”a geçtiğimizden beri başımız beladan kurtulmuyor.
“Su akar Türk bakar” demek, Anadolu’da bin yıllardır doğayla kurulan kadim ilişkiye, o ilişkideki saygı ve ince düşünceye, suyun geçmişten değil gelecek kuşaklardan alınan bir miras olduğuna işaret ediyordu.
“Su akar Türk yapar” demek ise Türkiye’nin enerji tüketiminin sadece yüzde 5’ini karşılamak üzere, çağıl çağıl akan dereleri özel şirketlere yıllar boyu kiralamak demekti.
İki tercihimiz vardı. Biz ikinciyi tercih ettik ve sonucuna katlanıyoruz.