Zülfü Livaneli‘nin “Son Ada*”sını okurken, bireyliğinin farkında olanlar için demokrasinin çok da “matah” olmadığı, hiç değilse keskin bir “çelişki” içerdiği düşüncesine kapıldım.
“Mutluluk“taki müthiş anlatım ve betimlemelerden mi, yoksa “Leyla’nın Evi“ndeki heyecan veren kurgudan mı kaynaklandığını bilemediğim bir duyguyla sarıldım Son Ada’ya.
Darbeci bir başkan ve cennet bir ada!..
Öyle olmayacağını bile bile – ada var ya adında- Yaşar Kemal‘in “Bir Ada Hikayesi” dizisindeki tat var mı acaba, diye açtığım kitabı birkaç saat içinde okuduğumda, yazının başlığındaki düşünce yerleşti usuma:
Demokrasi gerçekten de kendi içinde büyük bir çelişki değil miydi!..
Sayfalar arasında dolaşırken 80’li yılları da düşündüm, günümüzde yaşananları da…
İkisine birden bakınca, “Değişen ne var ki?” diye sordum kendime ve sonuçta geldiğim nokta, ezenle ezilen arasındaki ayrımın hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı oldu.
“Zayıfların eşitlik, dostluk ve demokrasiye ihtiyacı vardı. Güçlünün ise tek bir isteği: Daha fazla güç!”
Son Ada’da olup bitenlere, martıların, tilkilerin, yılanların yok edilmesi girişimlerine, sonuçta tüm yaşam alanlarının yok edilmesine baştan beri karşı çıkan sadece tek bir kişi; yazar vardı.
Oysa emekli (darbeci) Başkan’ın Son Ada’ya yerleşmesi de Başkan’ın cennet adada “düzen” sağlama girişimleri de bütün bunları yaparken ada sakinlerinin onayını alması da demokrasi marifetiyleydi. Ancak arada önemli bir fark vardı. Yazar sadece yaşamak; Başkan güçlü olmak, gücünü kaybetmek istemiyordu.
İşte demokrasinin çelişkisi onu kullananların elinde net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Hele de halk dediğin değişken bir şeyse, “teşvik ve tehdide bağlı“ysa!..
Türk romanını yakından izleyenler mutlaka okumalı Son Ada’yı, bence.
Livaneli’nin çoğu eserinde bulduğum yazınsal tat yoktu kitapta ve ben bunu önemli bir başarı olarak görüyorum.
Son Ada’yı yazan Livaneli’nin kendisi değil, yazarlığa; hatta yazarlığa da değil, sadece yazmaya öykünen “halktan biri”ydi:
“Çağdaş yazarların yaptığı gibi yap, anlatılanın değil anlatım biçiminin önemli olduğu bir yapı kurmaya çalış, biraz cesur ol” diye kendi kendini uyarırken, işi bilen bir yazarın “basit bir anlatıcı” rolünde roman yazmasının güçlüğünü de sergiliyordu.
Roman boyunca yer yer ortaya çıkan bu kendi kendine öğütleri, ben yazınsal bir eleştiri olarak da aldım.
*Son Ada, Zülfü Livaneli, Remzi Kitabevi, Ekim 2008, İstanbul. (Livaneli 2016’da da “Son Ada’nın Çocukları”nı yayımladı.)