Mesleğe “müvezzilik”le başlayan, çok sayıda gazetede muhabirlik, yöneticilik ve yazarlık yapan Necmi Onur’un “Unuttuğumuz Doğu” adlı kitabında yer verdiği bir anekdot hiç aklımdan çıkmaz.
Meslek yaşamının bir bölümünde serbest röportajlar yapan Onur, sık sık Doğu’nun, Güneydoğu’nun, çaresizliğin ve yoksulluğun fotoğrafını yansıtır gazete sayfalarına. Ancak patronunun hoşuna gitmez bu durum.
“Okuyucu” der, gazete patronu, “Bıktı artık hep aynı hikayeleri okumaktan, yeter artık!..”
Doğu’nun bir köyünde doğan, çalışma hayatına hamallıkla başlayıp tezgahtarlıkla devam eden, gazete satıcılığından mürettipliğe terfi eden, Hukuk Fakültesini yokluk yüzünden yarım bırakmak zorunda kalan Necmi Onur’un yanıtı, adeta tokat gibi iner patronun yüzüne:
“Sizin bıktık dediğiniz hikayeleri insanlar her gün yaşamaya devam ediyor orada!..”
Türkiye’de yıllardır yaşanan binbir sorun var böyle…
***
Asgari ücret mesela… Lafa gelince, işçi de memur da enflasyona ezdirilmez bu memlekette. Ama ne hikmetse yoksulluk sınırının da üstüne çıkamaz o ücret, açlık sınırının da… Varsın çıkmasın, ne gam!.. Ne de olsa “Bizim memurumuz işini bilmektedir”, Türkiye’nin çağ atladığı yıllardan bu yana…
Sadece çalışanlar değil, emekliler de ezdirilmez bu memlekette… Enflasyon oranında zam alırlar nitekim. Ne var ki enflasyon zammının boyu kısa geldiği için maaşları derhal bin 500 liraya tamamlanır.
Mesela 1 Temmuz’da yine zamlı alacak maaşını emekli. Ama anlamayacak zammı. Çünkü bir kısmı bin 500 TL almaya devam edecek. Çünkü devletin verdiği zamla bile en düşük emekli maaşı düzeyine çıkamayacak aylığı.
Sosyal devlet budur işte!.. Zam aldığını bile hissettirmez insana!..
E, emekliler de bu kadirşinaslığın karşılığını verir elbette… “Çift dikiş” yapıyorlarsa şayet, aldıklarından çoğunu verirler Hazine’ye…
“Vereceğine karga, alacağına kartal” derdi, rahmetli babam…
***
Emekli demişken, “sosyal bir yara“ya dönüştüğü nihayet görülmeye başlanan EYT‘li hikayeleri de memleketin değişmeyen manzaralarındandır bizde.
Düşünsenize, hiç bir baba “Çocuğum inşallah üniversiteyi kazanamaz, yoksa nice olur halim!” diye düşünebilir mi?
Ya da iş bulamayan bir insan nasıl olur da “Hiç olmazsa o zaman maaş bağlanır eşime evladıma!” düşüncesiyle nasıl kıyar canına?
İş vermeye gelince yaşlı olunan, emekli etmeye gelince gençleşilen bir memlekettir Türkiye!
***
Keza vergi meselesi de değişmez Türkiye’de…
Sabah gözlerinizi açar açmaz başlarsınız vergi ödemeye… Yüzünüzü yıkadınız vergi, kuruladınız vergi… Televizyonu açtınız vergi, kahvaltıya oturdunuz vergi… Otobüse trene bindiniz vergi… Sakın kontağı çalıştırmayın, yine vergi…
***
Açıkladığı rakamlar için bir de “güven” araştırması yapması gereken Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şaşırtıcı bir şekilde (!), varsılın biraz daha varsıllaştığını, yoksulun biraz daha yoksullaştığını açıklamış birkaç gün önce…
TÜİK’in 2020 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre, Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun (şanslı azınlık bu galiba) toplam gelirden aldığı pay, küresel salgın yılında 1.2 puan artarak yüzde 47.5; en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun payı 0.3puan azalarak yüzde 5.9 olmuş…
Memlekette “sürekli yoksulluk” oranı yüzde 13.7, “ciddi maddi yoksunluk” oranı yüzde 27.4 imiş…
Yani yoksulun sırtından doyan doyana…
Yani voyvodalar çoğalmış, kazık atan atana, itibar günümüzde kazığı dik tutana…
Yani dünya döndükçe umut fakirin ekmeği, ye Memet ağam ye!..