Geleneksel gün geldi çattı.
Bolca açıklama, tören ve mesaj bir güne sığacak.
Peki ya sonra?
Derdimiz bir günlük mü?
Değil elbette.
Ama takvimler bugünkü gibi 8 Mart’ı gösterdiğinde kadın haklarına odaklanıp sonraki gün de unutan bir toplumuz.
Gerçi dünyanın büyük bölümünde de aynı manzara görülüyor.
Ancak ülkemizdeki tablo kendince özgün manzaralar içermekte.
Dünyanın yarısını oluşturan kadınların sorunlarını andığımız tek bir gün bana pek de iyimser şeyler düşündürmüyor.
Öncelikle binlerce yılın birikimi sosyal, kültürel ve ekonomik problemlerin yükü altındaki kadına… Yılda bir gün ayırarak sorunlarını çözüyormuş gibi görünmek gerçekçi olmaktan uzak!
Kimisi 8 Mart’ı kendince bir şova çevirirken bazı ilerlemelere rağmen çözüm bekleyen dağ gibi sorun var ortada.
Kadın haklarının hukuki güvence altına alınmasının ötesinde uygulama aşamasındaki sorunların giderilmesi öncelik taşımalı.
Örneğin 8 Mart’a anlam kazandıran kadınların çalışma hayatındaki yeri çok çok önemli. Kanunen pek çok imkan olsa da kadınların istihdam piyasasında uğradıkları haksızlıklar diz boyu!
Mesela…
Eşit işe eşit ücret şansını bulanların azınlıkta kalması bir yana kadınlar istese de iş hayatına rahatça katılamıyor Türkiye’de.
İşgücüne katılım oranı 2022 sonu itibarıyla yüzde 71,9 seviyesindeyken kadınların işgücüne katılımı sadece yüzde 36,6’da takılıp kalmış vaziyette!
Yani çalışabilecek durumdaki her 100 kadından yalnızca 36,6’sının iş piyasasında kendine iş arama olanağı buluyor.
Fırsat eşitliğinin neredeyse anne karnından başlayarak eğitimden aile sorumluluklarına uzanan çizgide kadınlar aleyhine ıskalanması bu tablonun mimarı.
Kısaca negatif ayrımcılık yaygın bir halde kadınlar adına.
Kamunun da ne yazık ki pek destekçi olmadığını söylüyor rakamlar!
Kadınların uğradığı haksızlıklar sadece iş yaşamında değil elbet…
Ancak ekonomik güç, ayakları üstünde duran kendi kendine yeten kadının en önemli silahı durumunda!
Haliyle eşit eğitim hakkının gerçekten yaratılması yanında çalışma hayatındaki ayrımcılığın da mutlaka sonlanması şart.
Kadının çeşitli sosyal katmanlarda maruz kaldığı açık ya da gizli şiddetin çözümü ise toplumsal hayatımızın olmazsa olmazı.
Yol uzun. Olabildiğince çok insanın samimiyetle gayret sarf etmesi lazım!
Yani uzun soluklu toplumsal bir dönüşüm şart. Çünkü manzarayı değiştirmek kanunların yanında kafaları da değiştirmekle mümkün olabilir.
Toplumsal ve kültürel dezavantajların tam anlamıyla ortaya konması gerekli. Bu anlamda öncelikle sosyologlarla psikologlara büyük görev düşüyor!
Hem bireysel hem de toplumsal bazda biriken sorunlara kültürel alışkanlıklarla dayatmalara karşı çözümler üretmek gerekiyor.
Cinsiyetçiliği nesilden nesile aktarılan bir kültür unsuru olmaktan çıkarmalıyız.
Son yıllarda alınan yola karşın kültürel kodlarımız ne yazık ki hala erkeği ön planda tutmakta.
Üstelik iş hayatında kadınların dahi kadınları negatif ayrımcılığa uğrattığına dair örnekler mevcut.
Oysa ki liyakat önemli olmalı. Yeteneğe ve eğitim kalitesine göre eşit imkanlarla iş piyasasında olanaklar sunulmalı.
Ve neticede kadın ya da erkek olmanın ötesinde insan olarak kodlanmak.