Gençlerin bayramı törenler eşliğinde hayat buldu yeniden.
Cumhuriyeti gençlere emanet etmenin gururu göğsümüzü kabarttı yine…
Ama gençlerin geleceğine nasıl bir zemin oluşturduğumuz çok tartışmalı bir mesele!
Onlara güvenli, sağlıklı bir gelecek, bir ülke sunabiliyor muyuz?
Eğitimde kalite ve fırsat eşitliği meselesi başlı başına bir sorun. Çok ciddi yapısal sorunlar birikmiş vaziyette. İlk ve orta öğretim müfredatındaki garabetler bir yana fiziki yetersizlikler ve öğretmen açıkları diğer yana… Madalyonun öteki yüzünde bir de atanamayan öğretmenlerimizin dramı var!
Tabela üniversitelerinin kardan çok zararı olduğu da açık.
Ve tüm mezunlara yeterli iş alanı yok.
Genç işsizlik oranının yüzde 20 – 25 aralığında gezmesi boşuna değil.
Çalışma ortamları ve gelir seviyeleri ise başka bir mesele. İfade özgürlüğü ve yaşam tarzına dönük hissedilen tehdit de gençlerin gündeminde yer buluyor.
Haliyle gelecek kaygıları gençleri başka ülkelerin hayranı haline getiriyor ne yazık ki!
Siyasetçilerin oylarına göz diktiği gençleri motive edip gelecek adına umut verme zorunluluğu net biçimde ortada. Ama bu anlamda çok net fizibiliteler içeren uzun vadeli ve çok yönlü perspektifte projeleri henüz duyma ve görme şansımız olmadı.
Konserler, etkinlikler ve bedava internet vaatleri ile gönül alma çabası günü bile kurtarmaktan çok uzak oysa ki!
Çünkü gençler hızla akıp giden gelişmeleri ve dünyada olanı biteni rahatlıkla takip edebiliyor. Doğal olarak da beklentilerini daha yüksek çıtalara çıkarabiliyor.
Bu çerçevede gençleri sadece iktidar için anahtar konumdaki oy deposu olarak görmek yerine gelecekleri için çok daha fazla kaygılanıp projeler üretmek şart.
Yeni kuşakların çok duyarlı oldukları çevre meselesine çok daha fazla kafa yormak şart mesela!
Çünkü iklim değişikliği, halihazırda doğada nasıl bir dengesizlik yaratabileceğini fragmanlar şeklinde gösteriyor. Hava koşullarının ani değişimi ve kuraklık suyumuzu ve gıdamızı çalmaya başladı bile.
Orta ve uzun vadede iklim değişikliği sürecinin olası negatif getirilerine karşı tedbiri şimdiden düşünmek zorundayız.
Ama kısa vadede çok yönlü bileşenleri ile giderek büyüyen bir gıda krizi var kapımızda!
Tarımsal üretimin düştüğü fiyatların zıpladığı bir süreçten geçiyoruz.
Dünyanın açlıkla sınanacağı günler uzak görünmüyor. Mesele sadece iklimin azizliği değil çünkü.
Pandemi ve ardından patlayan Ukrayna savaşı tarıma ciddi darbeler vurdu, vuruyor, vuracak… Yüksek maliyet artışları ikinci yük olarak hem üretime darbe vuruyor hem de yüksek gıda enflasyonuyla kitlelerin besine ulaşma olanaklarını kısıtlıyor.
Kuraklık belasını da bu tabloya eklediğimizde gıda krizinin boyutu ve tahribatına dair fikir edinmek zor olmaz!
Yapılan tahminler bu süreci tersine çevirme yolunda ciddi adımların atılmadığı taktirde kısa sürede 250 milyon kişinin kıtlıkla yüz yüze kalacağını öngörüyor. Yüz milyonlarca kişinin de fakirlik sınırının altına inmesi söz konusu.
Zaten halihazırda açlık ve yoksullukla boğuşan milyonlar varken tablonun kaçınılmaz olarak daha da ağırlaşma riski apaçık ortada!
Gıda krizinin yaratacağı sosyal çalkantılar ise birçok ülkenin başına bela olurken göç meselesini çok daha vahim boyutlara çıkarmaya aday.
Tarımsal ithalatı hayli yüksek olan ülkelerden biri olan Türkiye’nin de bu kritik meseleye çok daha fazla kafa yorması hem bugünün hem de geleceğin yani gençlerin kaderi üzerinde etkili olacaktır.
Birçok ülke gıda ihracatlarına sınırlama getirmeye başladı. Haliyle ürün bulmak zorlaşıyor. Üstelik zaten pahalı olan ithalat iyice zamlı bir tablo çıkarıyor karşımıza.
Yüksek maliyet ve düşük verimlilikse Türk tarımını bitirmeye aday.
Kısacası ciddi bir açmaza sürükleniyoruz hep birlikte.
Kazandığı ile sadece karnını doyurabilen yani karın tokluğuna çalışan bir toplum olma yolundaki ilerleyişimize dur demek şart!
Peki hangi partinin buna dönük somut bir projesi var?