Reel ekonomi ne durumda?
Bu soru yüksek enflasyon baskısı nedeniyle ıskalanır hale geldi.
Herkesin enflasyon canavarına odaklanması sonucu diğer verilerin ne dediği önemini yitirmiş gibi görünüyor.
Oysa ki reeldeki gidişat iş ve aş anlamındaki gidişat demek. Yani hiç olmazsa iş sahibi olanların hayat pahalılığına bakış açıları da bir parça başka olabilmekte!
İşsiz olanlarınsa hayat pahalılığına bakışları şüphesiz ki çok daha acı bir tabloyu içeriyor.
Reel ekonominin gidişatına bakmak bu nedenle ayrı bir önem taşımakta. Makro göstergeler açısından sanayi üretimi birinci önemde olduğundan öncelikle bu cephedeki duruma bakalım.
Sanayi üretimi eksi beklenirken mayıs ayında artı değerle çıktı karşımıza. Yani aylık bazda yine üretim artışı gerçekleşti. Aylık yüzde 0,5, yıllık bazda ise yüzde 9,1’lik artış söz konusu.
Özellikle imalat sanayinde yüzde 10,7 oranındaki artış dikkat çekici! Çarkların pekçok soruna rağmen dönmeye istekli olduğu görülüyor.
Bu rakamların bize söylediği ise ekonominin yavaşlamaya çok da niyeti olmadığıdır! Yaşanan çeşitli belirsizliklere yüksek enflasyona ve kur dalgalanmalarına karşı büyümenin yıl sonunda yüzde 4’ün altında olmayacağına şimdilik kaydıyla işaret ediyor bu veri setleri.
Bu tabloyu destekleyen perakende ticaret verileri de olumlu gelmeye devam ediyor. Mayısta aylık bazda yüzde 1,9 yıllık bazda ise yüzde 20,8’lik bir artış gerçekleşti perakende ticaret hacminde..
İç ticaretin de dış ticaret gibi büyümeyi desteklediğini görüyoruz. Ne yazık ki ithalata olan ilgi de yüksek seyrediyor!
İhracatın düzenli yükselişi üretime destek verirken paradoksal biçimde yüksek enflasyon iç piyasayı canlı tutma görevini üstlendi.
Nasıl mı?
Fiyatlar o kadar astronomik bir hızla arttı ki vatandaş enflasyona karşı tasarruf aracı bulamadı. Ve enflasyona yenilmemek için elindeki parayı şu an ihtiyacı olmasa da çeşitli ürünlere yatırdı.
Haliyle bu süreçten hem enflasyon hem de sanayi üretimi ve perakende ticaret de olumlu biçimde nasiplendi!
Yani enflasyonda bir kısırdöngüye yol açan bu süreç, reel ekonomiye destek verdi.
Ancak, üretim tarafında aynı trendin sürmesi sadece enflasyon korkusuna bağlı olmadığı için yılın ikinci yarısında bazı risklerin bizi beklediği gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.
Hangi riskler?
Öncelikle ihracat tarafında sıkıntı bulutları belirmeye başladı. Özellikle Avrupa pazarı adına. Euro/dolar paritesi de dibe vurdukça ihracatçımızın rekabet gücü azalmakta.
Finansal anlamda da dış ticarette sıkıntılar olduğu görülmekte.
Bir de henüz güçlü bir etki göstermese de Kovid-19 mutantlarının küresel ticaret açısından risk oluşturma ihtimali de unutulmamalı.
Diğer taraftan iç pazarda kredi bazlı olarak tüketimi yavaşlatıcı önlem seti devreye girmiş durumda. Kurlardaki yükselişin ithal bazlı talebi baskılayıcı etkisi de hissedilme aşamasına geliyor!
Ücretlilerin enflasyona paralel artmayan gelirlerinin alım gücünü zayıflatması da iç talebin eski tadında kalmasını zorlaştırmaya aday.
Kısacası reel ekonominin ikinci altı ayda bir parça ivme kaybetmesi kaçınılmaz görünüyor.
Ancak seçim sandığının giderek yaklaşması büyümeden feragat anlamında fazlaca şans tanımıyor iktidara. Yani hız kaybedilse de bir miktar öyle yada böyle büyümeye devam edecek Türkiye ekonomisi.
Büyümenin hissedilebilmesi ise başka bir mesele. Enflasyonda yavaşlama ve geri dönüş sinyali almadan reel ekonominin büyüme tarafında pek bir şey hissedilmeyeceği açık!
Fiyat artışlarının durulması içinse en kritik gereklilik dövizdeki artışın yerini gerilemeye bırakması. Ancak mevcut koşullarda kuru aşağıya gitmesi hayli zor.
Ciddi bir sıcak para akışı olmadan bu mümkün değil. Yani finans piyasalarımıza yabancı sermaye girişi böyle giderse dövizi tutmak pek mümkün olmaz.