Kısa ama acı dolu bir ay geride kaldı.
Şubat ayı tarihi bir felaketle tarih sayfalarındaki yerini aldı.
Yeniden yapılanma dönemi de artık mart ayı ile birlikte start alıyor.
Çünkü…
Hayatta kalan depremzedelerin maddi manevi ihtiyaçlarının karşılanmasına devam edilirken ülke ekonomisi yeni bir milada adım atmış durumda.
Deprem bölgesinin de yaşanan sosyal ve ekonomik kaybın yerine konması tüm Türkiye’nin meselesi. Ve sadece yıkılan binaları yerine koymak üzere yapı stokunu yenilemek değil mesele! Sanayisi ile tarımı ile turizmi ile kayıpları yerine koymak büyük önem taşıyor.
Bunun için ise hem insan hem de finans kaynağına ihtiyaç var.
Ancak göç ve sağlıklı barınma sorunu insani sermayenin erimesine yol açıyor. Bölgesel kalkınmayı teşvik edecek parasal kaynaklar da yetersiz düzeyde!
Çünkü eldeki bütün imkanlar acil ihtiyaçlar ve kalıcı konut yapımına gidecek. Öncelikli harcamalar için bile ek bütçe ve yeni finansman kaynaklarına ihtiyacımız var. Ekonomik çarkları eski hızında döndürmek için de ek önlemler gerekiyor.
Neticede üretim ve ihracat anlamında bu yılın kayıp hanesine yazılması söz konusu bölge ekonomisi adına! Özellikle 3 net etkiyi hissediyor olacağız bu nedenle.
Enflasyon, cari açık ve büyümede hız kaybı.
Aslında ilk ikisi 2022’nin mirası olarak acı bir tat bırakmıştı!
Maalesef başta tarımsal enflasyon olmak üzere birçok sektöre yansıyacak doğrudan ya da dolaylı fiyat artışı baskısını bu yıl da hissediyor olacağız.
Ocak ayında yüzde 6’nın üzerindeki hayli yüksek aylık TÜFE ile giren Türkiye’nin enflasyonla mücadelesi ayrı bir boyut kazanmakta.
Depremselliğin kısmen yansıdığı şubat ayı enflasyonu bu cuma açıklanacak. Aylık yüzde 3’ün üzerindeki bir rakam rahatlıkla gelecektir. Ama mart ve sonrası daha sıkıntılı olmaya aday. Hele de seçimler sonrasında kur artışı hız kazanırsa!
Diğer taraftan deprem bölgesinin ihracatındaki kayıplar da cari açığı doğrudan etkileyecek. Dış ticaret 2023’ün sıkıntılı alanlarından bir olmaya adaydı! Yüksek maliyet düşük kur girdabına kapılan ihracatçının giderek nefesi kesilirken ithalatın artan cazibesi işimizi daha da zorlaştırıyor. Ve şimdi deprem kaynaklı bir baskı daha eklenmiş oldu.
Nitekim ocakta dış ticaret açığı yüzde 38,4’lük artışla 14,24 milyar dolarlık rekor düzeye çıktı!
İhracat ocakta yüzde 10,3 artarak 19,4 milyar dolar, ithalat ise yüzde 20,7 artarak 33,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ve neticede ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 57,6’ya geriledi.
Yani cari açığı dolayısıyla döviz ihtiyacımızı artıran bir tablo söz konusu. Ve daha da sorunlu bir alan haline gelecek dış ticaret!
Keza geçen yılın son çeyreğinde yavaşlama sinyalleri veren büyüme hızımız da depremin yıkıcı etkisi ile bu yıl beklentilerin altında kalacak.
Ancak, reeldeki bu zorlu ve yepyeni politikaları gerektiren manzaraya karşı piyasalarımız çok formda bir görüntü veriyor!
Nasıl mı?
Haftanın ilk işlem gününde BİST-100 Endeksi yüzde 2,74 yükselişle son bir ayın en yüksek seviyesini gördü. Yani Borsa İstanbul’da alınan tedbirlerin etkisiyle deprem öncesine dönüldü.
Ancak dünkü işlemlerde yaşanan coşku iki temel faktöre dayanmış görünüyor. Öncelikle Türkiye Varlık Fonu’nun BİST’te ETF üzerinden bir milyar dolarlık bir alım süreci için düğmeye bastığı haberi ciddi bir tetikleyici oldu.
Ayrıca Akbank’ın temettü dağıtım haberi de belli bir etki yarattı!..
Dolayısıyla endeksin 5 bin 197 puana kadar çıkması sağlanmış oldu. Bu pozitif atmosferin çok uzun vadeli etki yaratmasa da 5 bin 300 puana kadar endeksi taşıması mümkün.
Ancak ağırlıklı olarak yatay seyir için daha müsait bir hava var.
Ve küçük yatırımcının dar bantta da olsa oynaklığa dikkat etmesinde fayda olduğu unutulmamalı!