Zor zamanlar.
Yıllardır çeşitli zorluklarla yüzleşiyor Türkiye.
Darbe girişimi, terör, pandemi, ekonomik krizler, yangınlar, seller ve en nihayetinde depremler!
Açıkçası bir travma bitmeden bir yenisi dayanıyor kapıya.
Haliyle huzur, güven ve adalet ihtiyacı had safhada.
Çünkü travmalar sadece doğal nedenlerden kaynaklanmıyor. Toplumsal olarak başa çıkabileceğimiz pek çok konuda güçlü bir duruş sergileme becerimiz ne yazık ki zayıf kalıyor!
Kurallara uymayı ve birlik beraberlik içinde hareket etmeyi ancak başımıza bir felaket gelince becerebiliyoruz.
Neyse ki hiç olmazsa olağanüstü koşullarla yüzleştiğimizde çok yoğun bir reaksiyon verip durumu kısmen de olsa toparlıyoruz.
Ancak, bireyselleşmenin pek çok iletişim aracının planlı kullanımı ile post modern kültürde teşvik edildiği bir dönemden geçiyoruz!
Bizi biz yapan toplumsal ve kültürel değerlerin erozyonu ile karşı karşıyayız. Ve diğer taraftan siyasi kutuplaşmanın ciddi biçimde dayatıldığı yıllara da şahit olduk.
Eğitimdeki yapbozlar da toplumu ilgilendiren konulara kafa yoracak insanlarımızın da etkin biçimde yetişmesini engellemeye devam ediyor.
Yani toplumsal uyumun kanun ve kurallara tam riayet içinde sağlayacağı imkanlardan büyük oranda yoksun bir ülkeye dönüşmüş durumdayız!
Oysa hep birlikte üstenilecek ve yürütülecek çok çeşitli mücadelelerin parçası olmak zorundayız her birimiz.
Mesela…
İlk önceliğimiz deprem travmasının hızlı ve sağlıklı biçimde atlatılması olmalı. Milyonların doğrudan etkilendiği bu felaket tablosunu maddi ve manevi olarak iyileştirmek için kolları sıvamalı.
Ve sadece kurumsal bazda değil bireysel olarak da uzun vadede fedakarlık göstermek zorunda herkes!
Çünkü çok yönlü olarak mücadele etmemiz gereken sorunlar yığını var önümüzde. Mesela depremzedeler ki başta çocuk ve gençler olmak üzere ciddi biçimde psikolojik destek almak zorunda.
Yani psikiyatr, psikolog ve psikolojik danışmanlık hizmeti veren tüm uzmanların katkısına ve mümkün olduğu kadar ücretsiz katkısına ihtiyaç var!
Keza eğitim hizmetlerine mümkün olduğu kadar geniş anlamda kavuşabilmeleri de büyük önem taşıyor depremzedeler adına.
Eğitim sektörüne ciddi bir fedakarlık imkanı sunuyor bu tablo!
Ekonomik yaraların sarılması için iş dünyası temsilcilerinin gayretli ve fedakar çalışmasına da ihtiyacımız var. Göç eden depremzedelerin işe ve aşa ihtiyacı olacak çünkü. Ve aynı zamanda deprem bölgesindeki ekonomik faaliyetlerin ayağa kalkması içinde yoğun bir mesai harcamak şart!
Marmara özelinde ise hızlı bir depreme hazırlık sürecinin başlaması elzem.
Binaların risk tespitinden kentsel dönüşümün son anına kadar atılacak çok adım var. Ama zaman yok.
Dolayısıyla yerel yönetimler, akademik odalar ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla meslek uzmanları elini taşın altına koymalı! Ama zaten ekonomik krizle boğuşan vatandaşa olmadık faturaları dayatarak değil…
Kısacası hem yaşanmış hem de yaşanması muhtemel depremleri kapsayan ve herkesin görev aldığı bir seferberlik dönemine giriyoruz.
Bu kaçınılmaz bir süreç. Ancak başarısı toplumsal uyumun bireysel çıkarlardan üstün tutulmasına bağlı.
Ve maalesef bu pek de kolay bir süreç değil.
Çünkü yılların birikimi olan ayrışma tortusu başta siyaset olmak üzere pek çok kuruma sirayet etmiş durumda. Bireysel çıkar kaygısı kanun ve kuralların önüne fazlasıyla geçiyor artık!
Bu tabloyu değiştiremediğimiz sürece işimiz çok zor.
Hele de küresel iklim değişikliği gibi dünyayı kökten değiştirecek riskler büyürken işimiz giderek daha da zorlaşıyor.
Artık uyanma ve silkinme vakti. Geç kalma lüksümüz yok!
Neyse ki gençlerimiz hala bir umut ışığı niteliğinde. Yeter ki o ışığı söndürmeyelim.