Yeni moda… Gıda krizi!
Krizlerin çeşit çeşit, boy boy sahne aldığı dünyada yeni trend gıda kriziyle kendini göstermeye başladı.
Niye mi? Pandemi, savaş, ambargolar, iklim değişikliği, kuraklık, yüksek maliyet artışları… Liste uzayıp gidiyor.
Talep artarken arz talebe yetişemiyor. Bu tablo maliyet artışlarıyla birleştiği için de fiyatlar roket hızıyla yükseliyor bütün dünyada.
Geçen hafta uyarı mahiyetinde kaleme aldığım yazıda öngörü projeksiyonlarının 250 milyon kişinin kıtlık ve açlığın pençesine sürüklenme riskine dikkat çekmiştim!
Ve son günlerde benzer uyarıların arttığına şahit oluyoruz.
Bazı ülkeler kendilerini garanti altına almak için tarımsal ürün ihracatlarını kısmaya başladı bile.
Bu krizi şimdilik hafif dozda atlatan alım gücü yüksek ülkeler olduğu gibi fakir ülkelerin daha fazla fakirleşmesine yol açan bir tablo söz konusu.
Ama…
Türkiye’deki manzara çok daha ilginç bir görüntü veriyor!
Neden mi?
Bizdeki fiyat artışları katlanarak gidiyor. TÜİK’e göre yıllık gıda TÜFE’si yüzde 90 civarında seyrediyor. Ancak, market rafları, çarşı ve pazar etiketleri en az yüzde 150’lik gıda enflasyonu ile yüzleştiriyor vatandaşı!
Nitekim tarımsal ÜFE’nin yüzde 119’da seyretmesi gıda TÜFE’nin nerelerde olması gerektiğine dair net mesaj veriyor.
Oysa FAO’ya göre dünya genelindeki gıda enflasyonu yüzde 30’lar seviyesinde.
Yani TÜİK verileriyle bile dünya ortalamasından 3 kat zamlı bir gıda piyasamız var demektir! Doğrudan ithalat bağımlılığının hayli yüksek olması yanında tarımsal üretimdeki girdilerin de ağırlıkla ithalata dayalı olması Türkiye’deki manzaranın kötüleşmesinde temel faktör konumunda.
Bir yanda yıllık bazda iki katına çıkan dolar kuru… Diğer yanda ithal girdilere de eşlik eden yerli girdi maliyetlerindeki astronomik artışlar… Vatandaşın karnını doyurma konusunda ciddi bir sıkıntıyla karşılamasında fazlasıyla pay sahibi.
Bu tabloya aşırı yüksek akaryakıt fiyatlarının nakliye üzerindeki baskısı yanında aracıların kar yarışı ve fırsatçılıklarını da eklemek gerekiyor.
Kısacası her yönden ekmeğimizi küçülten bir tablo ile karşı karşıyayız!
Bundan sonrasına dair manzara da iç açıcı değil…
Çünkü…
TÜİK verilerine göre marttaki tarımsal girdi fiyat artış oranı yüzde 106 seviyesinde gerçekleşti. Yani kurun hala 14 TL civarında olduğu bir dönemin girdi enflasyonu böyle ise nisan ve mayıstaki dolar artışının yansıması çok daha güçlü olacaktır. Üstelik küresel fiyat artışları da devam etmekte.
Gübrenin yüzde 220, enerji ve yakıtın yüzde 175, yemin ise yüzde 107 zamlandığını dikkate alırsak gıdadaki önlenemez yükselişi öngörmek zor olmaz!
Kısacası vatandaşın bütün geliri neredeyse mutfak tarafından yutuluyor.
Dışarıda yemek zaten ateş pahası oldu.
Ama zorunlu olarak dışarıda yemek yeme durumunda olanların kurtarıcısı konumundaki yemek sanayinden de alarm sinyalleri geliyor ne yazık ki!
Haliyle “Bursalı yemekçiler isyanda.” diyebiliriz.
Bursa Yemek Sanayicileri Derneği (BUYSAD) Başkanı Coşkun Dönmez’in açıklamaları çarpıcı bir dönüşümü karşımıza çıkardı.
Çünkü yaşanan süreç hem sektörü hem hizmet alan firmaları hem de vatandaşı etkiliyor!
Aylar önceki sohbetimizde gidişatın ciddiyetine dikkat çeken BUYSAD Başkanı Dönmez’in korktuğu başına gelmiş gibi. Dün yaptığı açıklamada yemek sanayicilerinin neredeyse günübirlik hale gelen gıda fiyatlarındaki artış karşısında çaresiz kaldığını vurgulayan Dönmez, “Mayıs ayının başından beri bırakın kâr etmeyi zarar etmeye başladık.” diyerek sıkıntıya dikkat çekti.
Sunduğu çözüm önerisi ise otomatik pilotta bir fiyat artış sistemini karşımıza çıkardı!
Eskalasyon sistemi…
“TÜİK tarafından her ay açıklanan gıda fiyatları ile ÜFE ve TÜFE ortalamasını baz alıp, işçilik ve enerjide anormal artışlar olursa bunu da maliyetlerimize ekleyerek otomatik fiyatlandırmaya gitmek zorundayız.” diyor Başkan Dönmez!
Ve otomatik zamlar haziranda başlıyor…
Peki müşteriler anlayış gösterecek mi acaba bu uygulamaya?
Her kurumun geliri her ay artmıyor ki gıda oranında!
Ya öğrenci velileri ne yapacak?