“Sivil savunma hizmetlerimiz aksamıştır, kurtarma işlemlerimiz yetersiz kalmıştır, müteahhitlerimiz malzemeden çalmıştır, imar düzenimiz laçkadır.”
Yukarıda okuduğunuz cümleler, 24 sene önce yaşadığımız, resmi rakamlara göre 17 binden fazla vatandaşımızı yitirdiğimiz Marmara Depremi sonrasında, dönemin koalisyon ortaklarından olan Anavatan Partisi’nin Genel Başkanı Mesut Yılmaz tarafından söylendi.
Aradan geçen 24 senede yine 99’da Düzce başta olmak üzere Van, Elazığ, İzmir gibi şehirlerimizde büyük felaketler yaşadık… Dokuz gün önce ise insanı içtiği sudan utandıran bir felaketi gördük…
Kahramanmaraş merkezli iki deprem yalnızca on şehri etkilemekle kalmadı, travması ve kederi ile tüm Türkiye üzerinde etkili oldu. Bu vesile ile yitirdiğimiz canlara bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.
Senelerdir uzmanlarca yakınlaştığı konuşulan, uyarılarda bulunulan bir depremi daha büyük bir dram ve ağır hasarla noktaladık. Geride bir haftalık yas, ölüm soğuğu, uzmanı eksik olmayan TV kanalları ve kocaman bir boşluk kaldı.
Ülkecek deprem hazırlığı anlamında ve afet yönetiminde kirli olan sicilimizi temizlemek adına tek bir adım dahi atılmadığını görmek mi, göz göre göre yitip giden canlara yanmak mı daha çok yakıyor insanın içini, bilemiyorum. Artık ne Hatay’ın güzel kapıları ve sokakları, ne Kahramanmaraş ne de Adıyaman kaldı geride. Tarifi mümkün olmayan kayıplar silsilesi yani.
Depremin ilk anlarından itibaren vakti zamanında çıktığımız EMASYA protokolünü de aradık, ilk gün sahadaki çalışmalarda olmayışının bedelini (sanırım) daha fazla can kaybıyla ödediğimiz TSK’yı da bekledik. Madencilerin gelişi için geç kalınmasına da üzüldük, ağır kış koşulları ile imtihanı iki katına çıkan bölge halkına yaptığı açıklamalar ile derman olmayan siyasileri de gördük, tanıdık. Çok sayıda canın kurtarılmasına katkı sağlayan Twitter’ın saatler boyunca yasaklanması ise boğazımızda kocaman bir yumru olarak kaldı…
Gelelim ülkenin batısına, yani bizim buralara…
Eline sopayı alan her deprem uzmanının ‘Evreka‘ diye ortaya atılarak işaret ettiği İstanbul ile ilgili şimdiye kadar ne yapıldı? Hangi önlem alındı? Havanda su dövmekten başka ne yapıldı?
Kerli ferli hocalar TV’lerde felaket senaryoları yazıyor. Peki bu senaryolar anksiyeteyi artırmaktan başka ne işe yarıyor?
Peki ya Bursa?
1855 Depremi sonrası sürenin azaldığı söylenen Bursa’nın depremselliği konusunda herhangi bir çalışma var mı? Yapı stokunun sağlamlaştırılması için hangi araştırmalar yapıldı? Acil durumlarda arama-kurtarma anlamında şehir içinde acil harekete geçecek birimler var mı? Belediyenin iş makinası parkı yeterli mi? Konteynerimiz, çadırımız var mı? Ara sokaklara, caddelere ulaşım için güzergah belirlemesi yapıldı mı?
Bir zamanlar drone ile takip edilen kaçak inşaatların akıbeti ne oldu?
Ve…
Hala Yunuseli Havalimanı’nın yapılaşmaya açılması konusundaki düşünceleriniz devam ediyor mu?
Tabii bu noktada 1855’i yaşayan Bursa konusunda geçtiğimiz akşam ufak bir görüşme gerçekleştirdiğim Jeoloji Yüksek Mühendisi, Paleosismoloji Uzmanı Ramazan Demirtaş‘ın Bursa konusunda “Deprem tekrarlanma periyodu yüksek bir şehir. Bursa fayı için önümüzde uzun bir dönem var. Ancak Mekece-İznik-Gemlik Fayı’ndaki stres birikimi yakın bir gelecekte depreme yol açabilir. Bu da şehir merkezinde ovaya yapılan yerleşimleri de olumsuz etkileyecektir” dediğini de ekleyeyim.
Tabii bölgede Balıkesir, Çanakkale, Çınarcık gibi nispeten yakın sayılabilecek noktalardaki sarsıntılar da Bursa’yı olumsuz etkileyecektir.
Yani önlem her şekilde şart.
Ama burada bir parantez açmak gerekiyor. Ülkemizde afet yönetimi bir devlet politikası olmalı ve gelen iktidarlarca değiştirilmemeli. Devlet afetlere ne kadar hazırlıklı olursa halkın bilinçlenmesi de kolaylaşır.
Öte yandan Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) arasında ‘Deprem Riskini Azaltma ve Önleme Planlaması Projesi’ hazırlandığını biliyoruz. Ancak yayınlanan bülten haricinde içeriğine dair ayrıntılı bilgiye sahip olma şansına sahip olamadık. Umarım ilerleyen günlerde bu konuda bir bilgilendirme gelir. Belki afet senaryoları için de bir ‘master plan’ gereklidir, kim bilir…
Ancak bu noktada eleştiride bulunmak durumundayım:
Bursa’da Büyükşehir Belediyesi ile akademik odalar arasında derin görüş ayrılıkları yaşandığı net bir şekilde ortaya çıkıyor. Büyükşehir Belediyesi’nin projeleri akademik çevrelerce tasvip edilmiyor, akademik odaların belirli konulardaki önerileri ise Büyükşehir tarafından kabul görmüyor.
Gel gelelim bu kadar hayati bir konuda görüş ayrılığının sırası değil.
Kamu yararını gözeterek faaliyet gösteren kurumların en kısa sürede bu konuyu masaya yatırması ve en kısa sürede harekete geçmesi gerekiyor.
Süre daralıyorsa bir an evvel harekete geçelim.
Yok eğer vaktimiz var ise de bir an evvel harekete geçelim.