“TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda İçişleri Bakanlığının 2022 yılı bütçe görüşmelerinde AKP’li milletvekilleri ile muhalefet milletvekilleri arasında terör tartışması yaşandı. Muhalefetin eleştirilerine yanıt vermek üzere söz alan AKP Manisa Milletvekili Uğur Aydemir, ‘Belki soğan ekmek yiyeceğiz aylarca ama güvenliğimizden asla kimseye taviz vermeyeceğiz’ dedi.”
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama iktidar partisinin vekilleri bu saçma yoksulluk güzellemelerini çok seviyor. Ortada yönetimsel bir hata olduğu vakit ortaya çıkıveriyorlar ve ‘soğan-ekmek’, ‘çay-simit’ gibi ikililerle vatandaşa ‘şükür edebiyatı’ yaptırmaya çalışıyorlar.
Bakınız başka bir muhteşem açıklama da AK Parti Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ’dan:
“Ekonomik sıkıntı çekebiliriz. Bizim gideceğimiz bir yer yok, öncelikli olan vatandır. Normal şartlarda ayda iki kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da çok faydalı değil. Bunlara, bu fırsatçılara, tefecilere, bu fırsatı vermeyelim derim ben…”
Okuduğunuz cümleler, aylık neredeyse 10 asgari ücret tutarında maaş alan milletin vekillerine ait.
Aslında vekillerimiz ‘uçtuğumuz’ sistem değişikliği sayesinde açılıştan açılışa koşturmakla, telefonlarınıza Cuma mesajı yollamakla ve TBMM’de birbirlerinin üzerine yürümekle meşguller ama arada bir çıkıp sağ olsunlar böyle tavsiyelerde de bulunuyorlar bizlere. Allah başımızdan eksik etmesin, ne diyelim…
Peki nereden çıktı bu olağanüstü açıklamalar?
Evet, artık adını doğru bir şekilde telaffuz etmenin zamanı geldi.
Etiyle kemiğiyle bir ekonomik krizin içerisindeyiz.
Elbette bunu ilk önce benden duymadınız ama birilerinin yaşananı yüksek sesle dile getirmesi gerekiyordu.
Dün itibariyle dolar 13, euro ise 15 TL sularında boy veriyordu. Maalesef bugün daha da farklı rakamlarla karşılaşabiliriz.
“Benim alanım ekonomi” değil. O yüzden ben sokağın enflasyonunu bilirim, market raflarını bilirim.
Bir de dün gram altın 700 TL’ye dayanınca dükkanını kilitleyen kuyumcuyu bilirim!
Beden Eğitimi öğretmeni olduğu halde atanamayan bir gencin, bir zincir markette kasiyerlik yaptığını ve kredi borcunu böyle kapatmaya çalıştığını bilirim.
Telaşını bastırmak için “Bu günler de geride kalacak elbet” dediğimde bana dönüp de “Gençliğim gidiyor, yaşlanıyorum. Geride kalsa ne olur” dediğini bilirim.
Doğru söylüyor. Gençliğimiz gidiyor…
Gün be gün karamsarlık, her gün daha da umutsuzluk.
Devleti kendi dükkanıymış gibi yöneten ve faturayı kendinden başka herkese kesen, “Enflasyon biraz da psikolojik bir şeydir” diyen, ekonomide yeni bir şeyler denediklerini iddia eden anlayış tabuta son çiviyi çaktı çakacak.
Ama pardon… Söylenene göre Kurtuluş Savaşı’ndaymışız.
Kime karşı veriyoruz bu savaşı?
Hangi dış güçler bunlar? Hangi dış mihraklar?
Hani Türkiye çok güçlüydü, hani yedi düvelin dizleri titriyordu?
Marketlerde peynirlere alarm takılırken, sıvı yağlara satın alma kotası konulurken, fırınlarda ekmek çıkmama tehlikesi baş gösterirken biz ne mücadelesi veriyoruz?
Asgari ücret her saniye daha fazla azalırken, Türk lirası değer kaybederken, ülke Venezuela olma yolunda emin adım ilerlerken kimle savaşıyoruz?
Peki planımız ne? Bu darboğazdan nasıl kurtulmayı amaçlıyoruz?
Açıkçası ben herhangi bir plan yapıldığını, bir kurtuluş reçetesi hazırlandığını sanmıyorum. Bunu Bahçeli’nin Merkez Bankası çıkışından, MB’nin de akşam yaptığı açıklamadan gördük.
Madem iş bu noktaya geldi;
Tıpkı enine çizgili amcaların dediği gibi çıkarsın herkes cebindeki telefonları;
Hep birlikte dolar kurunu takip edelim!