28 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi için sandık başına gideceğiz.
İlk turda yüzde 50’yi bulamayan, ancak oy çoğunluğunu aldığı için ikinci turda yarışmaya hak kazanan Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilmek için tekrar mücadele verecek.
Buraya kadar her şey normal, zaten siz de bu cümleleri duymaktan bıktınız.
Normal olmayan kısmı propaganda süreci ve bu süreçte yaşanan haksız rekabet.
Şu an yarış, ‘her yaptığı yakışan’ ve ‘ne yapsa kabul olan’ Erdoğan ile ‘İsa’ya da Musa’ya da yaranamayan’ Kılıçdaroğlu arasında geçiyor.
İcra makamında olan ve vaatlerini gerçekleştirme olanağı bulan Erdoğan’ın halka inmesi, sağ partilerin de avantajı olan ‘sokak siyaseti’ sayesinde daha kolay oluyor. Hali hazırda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, elindeki imkanların da kullanılması ile sesini daha çok duyurabildiği bir propaganda dönemi geçiriyor.
Öyle ki o çıktığı zaman bir dünya TV kanalı akışını değiştiriyor, yayınlar kesilip Erdoğan’ın programı yayınlanıyor. Montaj olduğu resmi ağızlarca ‘tasdiklenen’ bir video ile Kılıçdaroğlu’nun yumuşak karnı olarak terör gösteriliyor, yetmiyor geçmiş dönemlerde Erdoğan’ın yüksek oy aldığı Güneydoğu illerinden bu kez Kılıçdaroğlu birinci çıkınca ortaya terör örgütü yöneticilerinin videoları ve fotoğrafları düşüyor, iktidara yakın olan isimler bu eşleştirmeyi memnuniyetle yapıyor ve Kılıçdaroğlu’nu ya da CHP’yi ya da Millet İttifakı’nı terörle iltisaklı hale getiriyor. Öyle ki devletin resmi kanalı TRT bile bu içerikleri paylaşmaktan, Kılıçdaroğlu’nu kendi ekranından uzak tutmaktan geri kalmıyor. Eli kanlı terör örgütünün liderleri TRT ekranında ana muhalefet liderinden daha fazla görünür oldu son günlerde…
Peki işin aslı ne?
İşin aslı, ‘vurun abalıya’ kuralı çalışmaya devam ediyor.
Kabul etmek gerekir, iktidarın elinde büyük bir medya gücü var ve bu seçim sürecinde her türlü manipülasyonun meşru hale gelmesine sebebiyet veriyor.
Doğrudur, HDP veya Yeşil Sol Parti cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday çıkarmadı. Bu doğrultuda da Kılıçdaroğlu’na oy vereceklerini açıkladı.
Normal şartlarda bu olabilir mi; pek ala olabilir. Bir siyasi parti, başka bir siyasi partinin adayını destekleyebilir. Ancak bu destekleme durumu bir ittifak ya da iş birliği anlamına gelmez.
Örneğin, 2010’da yapılan Anayasa Değişikliği Referandumu’nda (Evet doğru hatırladınız şu ‘Mezardakileri bile kaldırıp evet oyu kullandırmak lazım’ denen referandum) dönemin HDP’si olan Barış ve Demokrasi Partisi boykot kararı almıştı. Şimdilerde Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy sebebiyle eli kanlı terör örgütü liderleri ile birlikte hareket ediyormuş gibi gösterildiği Güneydoğu’dan tam da AK Parti’nin istediği gibi ‘evet’ oyu yüksek bir oranda çıkmıştı.
Örneğin yine 14 Mayıs’ta yapılan Milletvekilliği Genel Seçimleri’nde Millet İttifakı’nın Güneydoğu’da bırakın üstünlüğü, gözle görülür büyük bir başarısının dahi olmadığı görülüyor. Yeşil Sol Parti haricinde vekilliklerin çoğunu AK Parti kazanmış görünüyor. Ne oldu şimdi? AK Parti de mi terörle iltisaklı oldu bu sonuçla?
Tabii YSK’nın resmi sonuçları henüz açıklamadığını da dipnot olarak eklemek gerek.
Verilerin yorumu nasıl kolay değişiyor değil mi?
Norm Haber’de de konuk ettiğimiz, Atatürkçülük ve Türkçülük konusunda net fikirleri olan, iktidarın mutlaka değişmesi gerektiğini söyleyen Sinan Oğan, Erdoğan’a desteğini açıkladı geçtiğimiz günlerde; hayırlı uğurlu olsun.
Oğan’la aynı ittifak içerisinde bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise Kılıçdaroğlu’na destek verdiğini duyurdu, anlaştıkları mutabakat da kamuoyu ile paylaşıldı. Hali hazırdaki maddelerde ‘aşırı’ herhangi bir ifadenin bulunmadığını söylemek gerek.
Özdağ ile yapılan açıklamanın ardından Kılıçdaroğlu’na bu kez ‘sert politika’, ‘eksen kayması’, ‘ülkücüleşme’ gibi eleştirilerde bulunuldu.
O zaman soralım;
Millet İttifakı veyahut Kılıçdaroğlu sığınmacıların gönderileceklerini zaten söylemiyor muydu?
Liyakat vurgusu daha önce de yapılmıyor muydu?
Ekonomideki gidişatın düzeltilmesine yönelik çalışmalar yapılması gerektiği vurgulanmıyor muydu?
Pek tabii yukarıda saydıklarım daha önce dile getirilmişti.
Peki ne değişti?
Değişen şu:
Propaganda sürecinin başından beri terörle iltisaklı olduğu söylenen Kılıçdaroğlu, ‘ülkücü ve milliyetçi’ bir politika izleyen bir siyasi parti lideri ile iş birliği yaptı. Yani rakibi terörist gibi göstermeye çalışan strateji yara aldı. Olay bundan ibaret.
Bu seçimde kilit bir noktada olduğu görülen milliyetçi oyların kendine dönmesi için bir çalışma içine girdi.
14 Mayıs’tan önce ‘Kılıçdaroğlu HDP ile kol kola’, ‘CHP teröre arka çıkıyor’ diyen zevat bu kez de ‘Kılıçdaroğlu ülkücülerle iş birliği yaptı’ diye eleştiriyor. ‘Kılıçdaroğlu Kürtleri ön plana koydu’ diyenler bu sefer de ‘Kılıçdaroğlu Kürtleri küstürecek’ diye tepki gösteriyor.
Kılıçdaroğlu’nun hamlesi keskin bir dönüş müdür? Elbette söylemek mümkün.
Bay Kemal veya CHP neyi eksik yaptı?
İttifakın ve dahi kendisinin terörle ilişkisi olmadığını aktarma konusunda performansı düşük kaldı. CHP’nin kronik sorunu olan ‘halka kendini anlatamama’ bu seçimde de baş gösterdi. Sahaya inmede sıkıntı yaşayan ve kolay küsen CHP örgütlerinin önemli bir kısmı milletvekili listelerini beğenmeyip kırıldı ve etkin bir siyaset yürütemedi. Kılıçdaroğlu, ekonomik tablonun kötüye gittiğini miting meydanlarında anlatamadı. Neden aday olduğu veya olması gerektiği konusunda bir kısmı tam manasıyla ikna edemedi.
14 Mayıs öncesi birlik, beraberlik, kardeşlik tablosu ile zor günleri aşma çağrısı yapan ‘Bay Kemal’, eldeki verilerin ışığında ikinci turda seçmen karşısına ‘katastrofik’ bir gelecek senaryosu ile çıkıyor.
İşe yarar mı? 28 Mayıs’ta göreceğiz.
Ahir kelam; peki ya Kılıçdaroğlu kaybeder ve ortaya koyduğu felaket senaryosu gerçek olursa?