“Çünkü kaptan korkar isyandan, fırtınalardan daha fazla…”
Epeydir dinlememişim müzik falan. Kulaklıktan, kulaklıktan çıkan sesten utanır duruma gelmişim. Bırak müziği, ‘üşüdüm‘, ‘acıktım‘ demek bile zul artık. Hayat gailesinde ihtiyaç olarak gördüğümüz çoğu şeyin kısa süre içerisinde ‘lüks‘ haline dönüşmesi ne kadar korkutucu değil mi?
Bir düşünsenize;
Kim bilir kaç can gitti o soğukta, üşüye üşüye… Söylemesi bile ne kadar zor değil mi?
Yazının başlangıcındaki cümle Peyk‘in ‘Köleler ve Kilitler’ şarkısında geçiyordu. İsmi afili, konusu ise kurşun kadar ağır bir şarkı.
Ki şöyle anlatıyor grubun solisti İrfan Alış, 2012 yılında İzmir açıklarında yaşanan ve şarkının ortaya çıkmasına yol açan mevzuyu:
“Bir gün Ahmetbeyli tarafında bir tekne batıyor, küçük bir tekne. İçinde 60 tane kadın – çocuk, kamarasında kapalı olduğu için boğulup ölüyorlar. Ve bu kıyıya çok yakın bir olay, yani normalde görüyorsun tekneyi. Kıyıdan bakıyorsun, suyun içinde, berrak, cam gibi bir suda ölmüş insanların olduğu bir tekne var ve kapı açılamıyor. Çünkü kaptan onların kapısını kilitleyip bırakıp kıyıya kaçıyor. Tekneyi batıran da kaptanın kendisi.
Benim bundan haberim yok, evin önünde oturuyorum, bir adam geliyor o bölgede çalışan bir bahçıvan. Adam olayın etkisinde, başladı içini dökmeye: ‘Ya böyle şey mi olur Allah’tan korkmaz utanmazlar’ falan. ‘Bu kadar yakın, şuracıkta’ dedi, ‘Uzatsan ayağını değer, o kadar yakın insanları boğmuşlar’ dedi. Ben orada direkt o sözü aldım. ‘Oysa sahiller öyle yakındı / Uzatsan değerdi ayağın.’ Sonra bu şarkıyı yazmaya o kelimeden çıkarak karar verdim. Onu hemen gruptan birilerine gönderdim. Onlar da çok beğendiler, beğenmek demeyelim de etkilendiler yani, çünkü burada bir sevinç yok. Bu şarkının yazılmış olması aslında iyi bir şey değil. Eğer ben bu şarkıyı yazdıysam, bu olay olmuşsa, bu bile başlı başına yas tutulması gereken bir şey.”
Son yıllarda başlı başına yas tutulması gereken ne kadar çok şey yaşadık değil mi?
Sessiz durmayın, yaşadık işte. Hatta yaşıyoruz. Belki de daha fazlasını yaşayacağız, kim bilir?
Neredeyse bir ay olacak. 45 bin insanımızı yitirdik. Sayı artıyor hala. Birer ikişer artıyor, sanki rakam sabitmiş gibi, değişmemiş gibi duruyor ama öyle değil işte. Birer ikişer yitiriyoruz insanlarımızı.
Peki;
Hal böyleyken, memleketi 20 senedir aynı siyasi parti yönetirken, bu denli büyük felakette yaşanan aksaklıkların eleştirilmesinin nesi rahatsız ediyor sizi? Sorumluluk kimde sizce?
İnsanların canının acısını paylaşan, aynı acıyı yüreğinde hisseden, ‘daha fazla can kurtarılabilirdi’ diyenlere saldırmanın, onları hain, şerefsiz, ahlaksız, bilmem ne ilan etmenin amacı ne?
Bir de ‘oturduğu yerden konuşuyorlar’ tayfası var. Benim düz bir vatandaş olarak bölgeye gitmem mi çözecekti sorunu? E siz benim yerime de gitmişsiniz işte. Kucağınıza çocukları alıp Amerikan başkanı gibi poz da vermişsiniz ne güzel. Sorun ne o zaman? Siz neden yetemediniz peki?
Cenazelerin usullere uygun defni ile övünen yetkililerin pişkinliğine mi güvenelim kriz yönetimi için?
Depremin üçüncü gününde vatandaşı barınma sorunu yaşarken çadır ticareti yapan kurumlara mı inanalım?
Susunca mı çözülecek sorun? Biz çenemizi kapattığımızda mı dağılacak bu hüzün bulutu? Tribünler ‘hükümet istifa’ demeyince mi hallolacak her şey? E bak işte Fenerbahçe taraftarı da alınmamış Kayserispor deplasmanına. Belediye ittirmesi ile payanda haline gelen futbol takımlarının küfür kıyamet ile kaleme aldığı mesajlar da yayınlanmış. Bak bunlar da düşünülmüş o arada, bir problem daha bertaraf edilmiş sizin adınıza.
‘Birlik ve beraberlik’ sadece aynı görüşten, aynı düşünceden olunca gerçekleşmiyor işte. Bu tür olağanüstü zamanlarda ‘sizden, bizden’ diye ayırmamak gerek. ‘Siyaset yapmayın’ diye çemkirirken siyasi ikbal peşinde koşmamak gerek.
Ama görünen o ki becerememişiz. Görünen o ki çok çabuk çıktık afetin dehşetengiz atmosferinden.
Allah geride kalanlara sabır versin…
Ha unutmadan, şu sözlerle bitiyor şarkı:
‘İnsanın insana ettiğine bak.’