Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in videolarının izlenme rekorları kırdığını hepiniz biliyorsunuz, videolarda yer alan konulara da hakimsiniz, o yüzden bu fasılları hızlıca geçelim.
Peker, bir önceki videoda Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’la ilgili iddialar ortaya atmış, bu iddialar da Yıldırım tarafından yalanlanarak ‘Oğlum, Venezuela’ya maske ve test kiti götürmek için kendi imkanlarıyla gitti’ savunması yapılmıştı.
Memlekette pandemi şartları devam ederken, kendi vatandaşı maske bulup test yaptıramazken sınırları aşan Yıldırım’ın bu yardımseverliğinin sebebini kimse sorgulama zahmetinde bulunmadı. Belki de bulunamadı bilemiyorum…
Ancak, geçtiğimiz gün yayınlanan haber doğrultusunda, Yıldırım’ın Venezuela ziyaretinin olduğu zaman diliminde Türkiye’den Venezuela’ya maske sevkiyatı yapılmadığı ortaya çıktı.
Ayrıca, 50 adedin üzerindeki maske ihracının da izne tabi olduğu bilgisi verildi.
Yaşanan bu durum üzerine Yıldırım cephesinden bir açıklama bekleniyordu ki, iktidarın ‘amiral gemisi’nde yazan Abdulkadir Selvi, gayrı resmi basın sözcülüğü görevini ifa ederek, ‘Erkam Yıldırım’ın yardım maksadıyla götürdüğü test kiti ve maskenin yolcunun yanında taşıyabileceği miktarda olduğu için gümrük kayıtlarında yer almadığı’nı cümle aleme duyurdu.
Bu konuda resmi açıklama yayınlayabilecek bir dünya kurum var bu memlekette. Meselenin önü arkası güzel bir şekilde dile getirilebilir.
O zaman soralım: Bu konuda açıklama yapmak Selvi’ye mi kaldı?
Görünen o ki öyle. Belki kalmamış da olabilir ama canhıraş savunuculuk bunu gerektirir.
Selvigillerin, adına gazetecilik dediği bu pespaye anlayış artık her yerde. Yerelde, ulusalda, sosyal medyada, toplu taşımada bir sürü ‘taraftar’ var artık.
Düşünmeyen, sorgulamayan ancak ağzını ayıra ayıra bağırmayı marifet sanan, eleştiri kelimesini kabullenemeyen, tutucu insan toplulukları yani. Kendinden başka herkesi düşman gören, düşmanlaştırmaktan zevk alan bir güruh var. İşin kötüsü azımsanmayacak kadarlar…
Yaşananlar, biat kültürünün iliklerimize kadar nasıl nüfuz etmeye başladığının göstergesidir.
İşte, acıdır ki iktidar dediğimiz kavram da artık meşruiyetini seçmeninden değil bu taraftarlardan alıyor. Kendisi için bağıran insan sayısı ne kadar fazlaysa, kendini o kadar güçlü görüyor. Önce kendi gazetelerine, kendi gazetecilerine, kendi taraftarlarına değer veriyor.
Başlarda küçük bir zümreye ait olan ‘değerli yalnızlık’, zamanla gitgide gövde kazanıyor ve koca bir ülkeye yayılıveriyor.
Vakti zamanında memleketin kerli ferli siyasetçilerinin toplanıp konuştuğu, profesörlerin, sanatçıların çatır çatır düşüncesini savunduğu, üniversite öğrencilerinin titrine bakmaksızın karşısındakine soru sorduğu programlar mazide kaldı.
Soruların cevaplandığı değil, cevapların sorulandığı bir ana akım medya düzeni var artık.
Bu sebeptendir ki ülkenin 8 ulusal gazetesi aynı fotoğraf ve kelimesi kelimesine aynı manşet ile çıkabiliyor (varsa) okurunun karşısına. Ama sorulunca herkes bir etik türküsü tutturuyor ki, sormayın gitsin.
Uzun lafın kısası, devrin dinamikleri gücün karşısında eğilmeyi salık verse de özgür basına her zaman ihtiyaç var. Örneğin, İçişleri Bakanı Soylu’nun hakkındaki iddialara yanıt vermek için çıktığı yayını bu konuya örnek verebiliriz. Zira kendi taraftarlarından (seçmen değil) ziyade iktidar gibi düşünmeyen insanlara kendini ancak bu şekilde anlatabilirdi. Bu kendini anlatma yayınında da kendine yakın isimlerden ziyade ‘muhalif’ gazeteciler önemliydi.
Gerçi, önce ‘muhalif gazeteci’ kavramının saçmalığını anlatmak lazım ya o da ayrı bir hikaye…