Kamuoyunda sıcaklığını koruyan konuların başında Suriyeli sığınmacılar yer alıyor.
Özellikle Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın açıklamalarının ardından konu iyice ısındı.
Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları…
Bu açıdan bakınca önümüzdeki yerel ve genel seçimlerin en önemli seçim malzemelerinden biri Suriyeli sığınmacılar olacak.
Bir tarafta bu yaşanadursun, diğer tarafta bazı kesimler Balkan ve Rumeli coğrafyasından anavatana göç edenleri de aynı kategoride değerlendirmeye çalışıyor.
İşte bu konuda şunu net ifade edebiliriz:
Rumeli ve Balkan coğrafyasından göç edenler bu ülkenin aslı unsurlarıdır.
İşte bu konunun bu şekilde gündeme gelmesinin ardından içlerinde Bursalı hemşerilerimiz Recep Altepe, Önder Matlı, Bayram Vardar, Metin Edirneli gibi isimlerin yer aldığı, yine Türkiye kamuoyunun da yakından tanıdığı Mehmet Müezzinoğlu, Lütfullah Kayalar, Alaattin Büyükkaya, Atilla Baykal, Melek Aras, Bihlun Tamaylıgil, Burhanettin Hakgüder, Prof. Dr. Ahmet Fazlıoğlu, Prof. Dr. Ahmet Dodurka, Selman Yenigün, Akkan Suver, Süheyl Çobanoğlu, Bahri Sipahi, Mükremin Duygun, İsa Kayım Salih Akgül’ün oluşturduğu grup olan Rumeli kanaat önderleri sert bir açıklama yayınladılar.
O açıklamadan bazı satır başlıkları şöyle:
“Türkler ve Türkiye tarihten bugüne mazlumun yanında, haksızlığa karşı çıkan bir duruş sergilemiştir. 1991 yılında Irak Eski Devlet Başkanı Saddam HÜSEYİN saldırısıyla yüzbinlerce Kuzey Iraklı ülkemize sığındı ve geri döndü. 2011 yılında başlayıp hala devam eden iç savaş sürecinde ise milyonlarca (hukukî doğru tanımla) Suriyeli “geçici koruma altında sığınmacı” statüsüyle ülkemizde 10 yıldan fazla süredir misafir edilmektedir. Devletimiz bu büyük sorunla uzun yıllardır başa çıkmaya çalışıyor. Öncelikle adı üstünde “geçici koruma” lafzı ve hükmî karşılığında her şey açıktır. Bu mazlum insanlar hukuken “mülteci” değildir. Yine uluslararası hukuk ve tarihî bağlamda “muhacir” hiç değildir.” diyerek bir saptama yapmışlar”
Sonrasında Balkan ve Rumeli coğrafyasından göç eden yurttaşlarımızın durumunu şu sözlerle özetleyerek, mevcut duruma bir kez daha açıklık getirmişler:
“ Emperyalizm ve sömürgecilik çağında 560 yıllık vatanımız Balkanlar’ın 1877-78 ve 1912-13 savaşlarıyla elimizden koparılması ve sonrasında yaşanan sürgün sürecinde dedelerimiz, babalarımız ve bizler, esasen atalarımızın Rumeli’ye yönelik hareket noktası olan Anadolu’da “muhacir” olmak durumunda kaldık. Yaşadığımız süreç hukukî bir kavram olarak “muhaceret” ve aslında sürgün edilen bizler de hukuken “muhacir” idik. Devletin arşiv belgelerinde ve imzaladığımız milletlerarası antlaşmalarda uluslararası hukuka uygun olarak bu haliyle kayıtlıdır. Bizler, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Tebaaları ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin aslî vatandaşları olarak hiçbir zaman sığınmacı olmadık. Sadece sınırlar değiştiğinden bayrağımızın dalgalandığı topraklara geri dönmek zorunda bırakıldık.”
Asıl sert eleştiriyi ise “Gerek Osmanlı ve gerekse cumhuriyet döneminde yapılan antlaşmalarla Rumeli-Balkan Muhacirlerinin hukuku hep gözetildi ve belli şartlara bağlandı. Son günlerde ülkemizin bazı siyasetçileri, fikir adamları, basın ve medya mensupları; “Suriyeli Sığınmacı” ve “yasadışı düzensiz göçmen Afgan Vatandaşlarıyla” tarihten bugüne aynı tarihi ve kaderi paylaşan Anadolu ve Rumeli’nin asli vatandaşlarını aynı kefeye koyup, mukayese etme gafletinde bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ve tüm dünyada yaşayan biz Rumeli-Balkan Kökenliler, iç tüketime yönelik siyasetin bir figürü haline getirilerek incitilmek, misafir kardeşlerimizle mukayese edilme yanlışında misal olmak istemiyoruz. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: ‘Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler, çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için kendini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdır.’”
Bu eleştiriden hangi parti ya da siyasetçiler nasibini alacak ya da alınacak, onu zamanla göreceğiz.
Ama açıklamayı yapanları değerlendirdiğimizde, önceki yıllarda AK Parti’de siyaset yapan bakanlık, belediye başkanlığı, il başkanlığı ve milletvekili düzeyinde görevde bulunmuş isimler olmasının yanı sıra akademisyenler, CHP’de siyaset yapmış politikacılar, MHP ile adı özdeşleşmiş gazeteciler ve sivil toplum kuruluşlarının başkanlarının olması dikkat çekiyor.
Yine açıklamanın şu sözlerle bittiğini de yazalım:
“Ne tarihî, ne uluslararası hukuk, ne sosyolojik, ne de reel-politik olarak Suriyeli veya diğer bölgelerden gelen misafirlerimiz Rumeli-Balkan Muhacirleri (veya dildeki değişim ile göçmenleri) ile bir değildir, mukayese edilemez. Bizler Rumeli’ye zaten Osmanlı İmparatorluğu tebaası olarak gittik ve dönemin stratejik tercihleri doğrultusunda gönderildiğimiz Rumeli’den tekrar aynı kimliklerimize döndük, bizim hicretimiz bir ülke içi göçten ibarettir. Mağdur olan Suriyeli kardeşlerimiz ise burada misafir ve bir gün geri dönecekler ümidindeyiz. Bu zorunlu açıklama, son günlerde tarih ve uluslararası hukuk bilgisinden yoksun, kötü niyetli açıklamalara genel bir cevap niteliğinde olup bir gündelik siyasi açıklama değil, insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde bir duruşun ifadesidir.”
Bakalım bu açıklamadan sonra kimler üzerine alınacak, kimler yanıt verecek?
Bekleyip takip edelim.