YÖK geçtiğimiz nisan ayında 2021-2022 öğretim dönemine ait yükseköğretim istatistiklerini açıklamış. Bu istatistiklere göre Türkiye’de 2021-2022 yılında kabaca 8 milyon 300 bin öğrenci üniversite eğitimi alıyor. Bu öğrenciler ezici bir çoğunlukta devlet üniversitelerinde. Geri kalan az bir kısmı ise vakıf üniversitelerinde.
Verilere göre Türkiye’deki üniversite öğrencisi sayısı da, üniversite sayısı da sürekli artıyor. Örneğin bu yıl bir önceki yıla göre yaklaşık 56 bin kişi artmış.
2022’de üniversite sayısı da 208’e ulaşmış.
Peki, öğretim üyesi sayısı aynı hızla artıyor mu?
Ne gezer, gün geçmiyor ki bir fakültede nepotizm ya da liyakatsizliğe bağlı bir skandal yansımasın basına.
Tabii bir de gençlerin barınma derdi var. En hayati dertlerden biri. Milyonlarca öğrenci bulunmasına rağmen devlet yurtlarının kapasitesi yetersiz.
Tarikatlar ve cemaatlerin bu alandaki hegamonyası devam ediyor. Öyle ki, birçok aile maddi durumları elverişli olmadığı için çocuklarının tarikat yurtlarında kalmasına göz yummak zorunda kalıyor.
Öte yandan geçim derdi yükseköğrenim öğrencisi olan gençlerin bunalımlarının ana kaynağı.
Kahve içmenin dahi lüks sayılacağı bir ekonomik ortamdan söz ediyoruz.
Üniversite aslında yalnızca bir akademik eğitim dönemi değil. Aynı zamanda kişinin kendini sosyal açıdan kültürel açıdan hayata hazırlama ve kişilik özelliklerini bulma dönemi. Ama barınma gibi temel bir ihtiyacın karşılanamadığı, akademik yetersizliklerle dolu liyakatsiz kadroların doldurduğu gecekondu fakülteler gençlerin en büyük dramı.
Üniversite sayısının artışı her ne kadar daha çok öğrenciye eğitim götürmek gibi görünüyor olsa da, aslında bir çözümsüzlük yumağına dönmüş durumda. Her yıl bu üniversitelerin verdiği mezunların içinde her 10 gençten 4’ü işsiz.
Pandeminin etkisini arttırdığı fırsat eşitsizliği cabası. Özellikle pandemi döneminde uzaktan eğitimin devreye girmesiyle daha da tırmanarak, ortaöğrenimde daha da görünür halde bu fırsat eşitsizliği. Öte yandan yükseköğrenim hakkının sınav ve puan sistemiyle belirleniyor olması da orta öğrenimde yaşanan fırsat eşitsizliğini, yükseköğrenime taşıyan bir durum.
Öyle anlaşılıyor ki, üniversite enflasyonu aslında mevcut milyonlarca işsizliği ötelemek için kullanılan bir araç durumunda. Zaten üniversite mezunu birçok kişi kendi alanında iş bulmakta, atanmakta zorlanıyor.
Peki bu manzarada Alman başbakanının aslında şaşırdığı ne olabilir?
Üniversite öncesi ayrı, üniversite esnasında ayrı, üniversiteden sonra apayrı cenderelerden geçirilen bu gençlerin “eğitim olanaklarının geliştirildiği” tezinin hala rahatlıkla bir propaganda unsuru olarak tekrarlanıp durması olabilir mi?