9 Eylül 1923’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurulduğu ilan edilir.
Esasen Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal olarak ortaya çıkışı, Sivas Kongresi’nde gerçekleşmiştir. CHP’nin 1. Kurultayı olarak kabul edilen 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’nde, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde işgallere direnmek amacıyla kurulan müdâfaa-i hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleşip, yüzyıllık yolculuğuna başlar.
Bu birleşim Cumhuriyete gidecek yolunun ilk ortak kuruluşudur. Bunu, devleti oluşturacak diğer kurumlar takip edecektir.
Kurtuluş Savaşı’nın bu cemiyeti yalnız başına üstlendiği tarihsel misyonu ile yola çıkmıştır artık.
İlerleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün yeni rejimi inşasında bir “proje” olan Serbest Cumhuriyet Fırkası (ve daha önceki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) deneyiminin dışında çok partili sisteme geçilerek, ilk seçimlerin yapıldığı 1946 yılına dek tam 23 yıl yalnız olacaktır.
Devlet politikalarını tabana yayma işlevi olan, idari olarak devlet tarafından regüle edilen bir devlet kurumudur aslında. Nitekim serbest seçimlerde kaybetmesinin yeni rejim aleyhine bir dizi sonuçlarını önlemek üzere yine bir devlet kurumunun; ordunun 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile regüle edilmeye çalışılacaktır.
Oysa bu regülasyonlar artık anlamını kaybetmiştir. Halkta karşılık bulmaz. Nitekim uzun sürmez, 12 Mart 1971 darbesi ile CHP devletten de tamamen dışlanır.
1972 yılında yapılan kongrede İsmet İnönü gibi tarihsel bir kimlik, koltuğunu Bülent Ecevit gibi genç bir gazeteciye terk etmek durumunda kalır.
CHP yakın tarihin bilinen politik mücadelesi içinde devlete rağmen ve yalnız başına Cumhuriyet değerlerini korumak üzere bir mücadele sürecine girer bu tarihten itibaren.
Rakipleri tarafından, devletin sorgulanmaya başlanan kuruluş dönemlerinde yaşananların müsebbibi olarak tarih sahnesinde de yalnızlaştırılamaya devam edilecektir.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna düşman, harici ve dâhili bedhahlar için zaferin başlangıcı işte “bu yalnızlaştırma”dır.
Cumhuriyet bu esnada Anadolu devrimlerine inanan bir kuşak yetiştirmiştir. Laik, sosyal, hukuk devleti ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır bu kuşak. Cumhuriyetin bu mirası CHP’nin uzun süre en güçlü dayanağı olur. Ancak CHP’nin yalnızlaştırılmasına dönük en güçlü darbe 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşir.
Üniversiteler, akademik odalar, sendikalar ve dernekler ile buralarda örgütlenen tüm demokrat, ilerici, laikliğe inanan bir kuşak terörist yaftası ile işkencelerde, hapishanelerde, sürgünlerde yok edilir.
CHP, Cumhuriyet yüzyılının üçüncü çeyreğinde, siyasal İslamcı söylemlere alan açan darbeciler tarafından kapatılacaktır. Bununla da yetinilmeyerek, aşağılayıcı, itham edici ve ötekileştirici yargısı ile halktan da koparılarak yalnızlaşmanın en katmerlisi ile baş başa bırakılacaktır.
Bu sürecin sonu siyasal İslamın herşeye rağmen istihkam edilebilen 22 yıllık iktidarıdır.
Ancak yalnızlaştırma bitmemiştir.
22 Mayıs 2010 tarihinde Kemal Kılıçdaroğlu geçerli oyların tamamını alarak tek başına girdiği seçimi kazanır. Ve bir başka yalnızlaştırma süreci başlar. Cumhuriyet Halk Partisi tabanı, kendi örgütleri ve yönetim kadrolarından adeta soyutlanır. Partinin sağ tabana sempatik görünme çabası ve örgütlerin karar hiyarerşisinden dışlanması ile bu kez CHP tabanı, kendi partisinin yöneticilerinden koparak yalnızlaştırılır.
Ekmeleddin İhsanoğlu gibi sağcı adaylara, sağcı partilerle ittifaklara, Anayasaya aykırı kararlarda bile iktidara payanda politikaları normalleştirdikçe tabanın kendi parti yönetiminde kopuşu büyür, taban yalnızlaşır. Örgütsel niteliğinden koparılıp, bu partiye oy vermeye mahkum bir yığına dönüştürülür bu geçtiğimiz dönemde.
Tabanın bu yalnızlaşması, girilen tüm seçimlerin kaybedilmesini de beraber getirir.
Dün kongrede Kemal Kılıçdaroğlu’nun dramatik 13. yenilgisi bakalım bu partinin yüzyıllık yalnızlaştırılmasına son verecek mi?
İkinci yüzyılında bu ülkenin kaderinde oynadığı güçlü rolü yeniden üstlenebilecek mi?