Enflasyon, geçtiğimiz temmuz ayında Almanya’da yüzde 8,5, İspanya’da yüzde 10,8, İtalya’da yüzde 8,4, Belçika’da yüzde 10,4, Yunanistan’da yüzde 11,5, Slovakya’da yüzde 12,8, Hollanda’da yüzde 11,6, Litvanya’da yüzde 20,8, Letonya’da yüzde 21 ve Estonya’da yüzde 22,7 seviyesinde ölçülmüş.
Bu veriler son 25 yılın en yüksek oranlarına işaret ediyor.
Bir yanda enerji krizi, bir yanda pandeminin daralttığı ekonomiler, öte yandan iklim krizinin sonuçları. Tüm bunlara dünyada yeniden şekillenen tedarik zincirleri eklendiğinde netleşen ekonomik tablonun karamsarlığı daha da artıyor.
Bizim gibi kırılgan ve dışa bağımlı ekonomiler üzerindeki etkileri daha yıkıcı görünüyor.
Bu ekonomik kriz, küresel düzeyde bir sarmala mı dönüşecek?
Bu yaygın ve bizim gibi ekonomiler için daha yüksek seyreden enflasyonun bir diğer riski; stagflasyon, yani durgunluk/daralma. Risk, çünkü ekonomik hayatta hem durgunluk hem de enflasyon yaşandığı dönemlerde bu iki olgunun birbirini tetiklediği ve büyüttüğü bilinen bir gerçek.
Göstergeleri de var. Sadece İstanbul’da bile artan kira maliyetleri, ticari gayrimenkullere olan ihtiyacı azaltınca dev plazaların yüzde 20’si boş kalmış.
Bu tabii yalnızca bir durgunluk alameti olarak değil, online alışveriş ve evlerden çalışmanın giderek yaygınlaşmasının bir etkisi olarak da sayılabilir.
Pandemiden sonra hiçbir şeyin aynı kalmayacağı gerçeği ile her geçen gün yüzleşiyoruz.
Bu ortamda biz tüketicilerin kendilerini korumaya almak konusunda şansları var mı? Bir yandan enflasyona alışmaya, bir yandan (varsa) birikimlerimizin erimesi ihtimaline karşı tüketim ürünlerine erişmedeki maddi imkânsızlıklar ile nasıl baş edebiliriz.
Üstelik bunu “Almanya bizi kıskanıyor”dan başlayıp “İflas etmek üzereyiz”e giden iki zıt uç arasındaki kakofoniye rağmen yapmak durumundayız.
Peki tüketici olarak neler yapmalı, nasıl yapmalı?
- İhtiyaçlarımızın karşılanmasına en uygun kanalları belirlemeliyiz örneğin,
- Buna dönük, hızlı karar verme yeteneklerimizi geliştirmek,
- Mevcut pazarların bilgi ve alternatifleri değerlendirmek,
- Para, zaman ve enerji tasarrufu sağlayıcı stratejileri öğrenmek, finansçı gibi düşünmek,
- İhtiyaçlarımızı belirleyen ve etkileyen, aldatıcı, yanıltıcı, gereksiz ve yanlış tüketime yönlendiren reklam-pazarlama uyaranları konusunda dikkatli olmak,
- Tüketiciyi koruyan, tüketici şikâyetlerini izleyen mevcut kurumları, örgütleri, ilgili mevzuatları takip etmek,
- Tüketici olarak haklarını arama, kullanma, savunma ve örgütlenme bilincinde, öngörüsünde olmak,
- Alternatif üretim ve tüketim modellerini bilmek araştırmak,
- Tüketim konusunda yönlendirilen değil, yönlendiren olabilmek,
- Para harcarken esas amacın sosyoekonomik ve kültürel ihtiyaçları karşılamak olduğunu ve tüketimin sosyal statü göstergesi olmadığını asla unutmamak.
Yazının başlığındaki “kahraman tüketici” öylesine atılmış bir başlık değil. Sistemi ayakta tutan da bu sistem ayakta kalsın diye bunca pahalılık ve yoksullukla baş etmesi gereken de o kahraman tüketici.
Bakalım bu kahramanın yolculuğu nereye varacak!