“Kurtlarla Dans” filmi var, yönetmenliğini Kevin Costner yapar. Kevin Costner, başrol oyunculuğunu da üstlenmiştir, sinema severlerde iz bırakan bu filmin…
Dans deyince aklıma bir de “Paris’te Son Tango” filmi gelir. Film 1972 yapımı ve bilindiği gibi Marlon Brando‘nun kült filmlerinden biri. Çeşitli yönleri ile hâlâ tartışılıp konuşulur.
Ama bu alan, değerli dostum ve Yayın Koordinatörümüz sevgili Bülent Civanoğlu’nun alanı. Özellikle filmlerin isim ve repliklerini gerçeklerle yüzleşmek üzere metafora çeviren o analitik zekâsı ve film kültürünün derinliğinden oluşan yazılarını, nefessiz okumak benim için daha konforlu. Bu sularda kulaç atmadan kendi konuma döneyim.
Bir iletişim stratejisi olarak danstan söz ediyorum.
Politik bir yeniden konumlanma süreci.
Yeniden yerleşme, yeni(leş)me süreci.
İktidarın, yılların verdiği yorgunluğunun ulaşmadığı neredeyse hiçbir alan kalmadı.
Eski yüzler gitti
Gitmeyenler eskidi.
Söylemler kendinin tekrarı haline geldi.
Yaratılmaya çalışılan umutlar eskisi kadar heyecan vermiyor.
Güç ‘sarhoşluğu’ neşesiz bir hal aldı sanki! (Neşesiz sarhoşluk da başa beladır.)
Ve tam da bu anda karşımıza çıkar.
Alfred Marshall’ın “toplumsal koşulların değişmesi yeni bir ekonomik doktrinin gelişmesini gerektirir” diye yazdığı durum.
Öyleyse dans!
Yeni bir ekonomik doktrin elbette yok.
Bu yönde doğan ihtiyacın oryantalist bir tarzda karşılanması hamlesi var. Bu da iktidar tarafından denenmiş yöntemlerin konforunda bir kitle iletişimi hamlesi aslında.
Öncelikle bu güne dek neredeyse bütün iktidarların kur-faiz-enflasyon denklemindeki dalgalanmalarda yaşadıkları şaşkınlık ve ezikliğe şahit olduk hep. 2001 krizinde Başbakan olan Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlatılmıştı. Ecevit’in bir anlık şaşkınlıktan sonra zavallıca ve cılız adımlarla aracına doğru yönlendirilmesi hâlâ toplumsal hafızamızda canlı duruyor.
Ancak bu kez tam tersi oldu. İktidar yüksek bir özgüven ve sesle mevcut durumu olağanlaştırıp savundu.
Bu da dansın başlangıcı için oldukça kıvrak bir hareketti. Günlerdir neden-sonuç ilişkisini tartışıyoruz.
“Ekonomik Kurtuluş Savaşı” başlarken “stokçular”, “kahraman bakkalı öldüren hain süper marketler”, “ekonomik teröristler” suçluydu.
Körfez ülkeleri ile milyar dolarlık iş birliği anlaşmalarının muhteviyatını bilmesek de müjdeleri havalarda uçuştu. Sayın Cumhurbaşkanı, külliyenin astronot ekibinin de katıldığı toplantıda Elon Musk ile uzay çalışmalarına hız veriyordu.
Çünkü iddia edilen ekonomik doktrinin en önemli ihtiyacı güç ve özgüven gösterisi aslında.
Bu söylemler toplumun öğrenme değil, inanma ihtiyacı duyan kesimlerinin neredeyse tamamınca satın alındı.
Muhalefet kendi ekonomik programı ekseninde bir çıkış yapmak yerine, bu söylemlerin gerçek dışılığı üzerine nutuklar atmaya başlayınca da dans hızlandı.
Bu dansta muhalefetin ayaklarının dolanması an meselesi, diye düşünüyordum. Nitekim muhalefet kalakaldı. Ne toplumsal muhalefete dair bir enerji gösterebildi ne de ilgili esnaf odaları, tüketici kuruluşları, sendikalar gibi sivil toplum örgütlerine önayak olabildi.
TÜSİAD’ın cılız bir açıklaması oldu. Şimdi ise onun tam tersi, kat be kat güçlü bir iktidar övgüsü an meselesi!
Çünkü iddia edilen bu ekonomik paradigmaların tersine gidiş ve söylemlerini iktidarın yanılgısı olarak kitlelere anlatmak için zamanları, güçlü kanalları ve de toplumsal bağlantıları yok muhalefetin, bu bir kez daha ortaya çıktı..
Ekonominin iyi halli gidişatına ergenlerin telefonunu referans alan dayılar var. Onların iknası için onlarla dans edeceksiniz. Onlara dokun(a)madan bu dansın başlamayacağı da ortada. Muhalefetin dansın ilk kuralının dokunmak olduğunu öğrenmesi için bir seçim yenilgisine daha ihtiyacı mı var, bekleyip göreceğiz.
İktidarın bu süreçte ekonomik doktrin tezlerinin özellikle kendi seçmenlerini konsolide etme amacı ile varmak istediği nokta, muhtemelen bir erken seçime diriltilmiş bir ruhla girmek olacak.