Nail Özer
Nail Özer
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Milliyetçiler, köylüler ve oy sandıkları

Yazıya, bu başlığa ilham olan Alman Yazar Hans Fallada’ya selam göndererek başlamalıyım.*

Seçim sonucunu, köylüler ve milliyetçilerin belirlediği yönündeki kanaatler ağırlıkta. Günlerimiz bu tartışmalarla devam ediyor. Daha da devam edecek.

Milliyetçiliğin bu sonuç üzerindeki etkisi, çok da maharet gerektirmeyen devlet imkânlarının kullanıldığı manevralar ve muhalefetin beceriksizliği ile gerçekleşti.

Ancak, köylülerin süregelen mutlak etkisinin nedenleri ise biraz daha derinlerde. Bu etki 70’li yıllarda sağcı politikacıların köyden kente göçü ile başlatıldı.Tarımdan koparılanların kentlerde de köy kültürü ile yaşamaya mahkum edilmesi ile  devam ediyor.

Köyden kente göç politikaları esnasında “tarımda sübvansiyon” diye oldukça sevimli görünen ve temelde köylünün yararına olabilecek politikalar da devreye sokuldu. Böylelikle köylerde kalanlar geçimlerini sağlamak üzere devlet destekleri ile sarıp sarmalandı. Krediler, ayni yardımlar, hibeler, zararına da olsa devletin ürün alım destekleri sürdü gitti.

Kooperatifleşme, tarımda verimliliği artıracak teknoloji, yerel kaynaklar, sendikalı tarım işçiliği, yerli tohum, gübre ve tarım ilaçlarında sürdürülebilir ekonomik çözümler tu kaka edildi.

Kentlere göç ettirilip, asgari ücretle uluslararası sermayenin ucuz iş gücüne sunulan genç çiftçi nüfusu ise sosyal bir olgu olarak köylüleşmeyi kentlere taşıdı.

Nitekim bu sürecin sonunda buğdaydan samana dek çeşitlenen tarım ürünleri ithalatı normal hale geldi ülkemiz için. Ekilebilir binlerce dönüm tarım alanı atıl duruma geçti. Bir o kadarı da sanayi ya da konut alanları için feda edildi.

Böylelikle üreterek zenginleşme şartları yok edilip, tüketerek yaşamanın lütfuna razı edilmiş bir köylü nüfusu oluşturuldu.

Dünyaya buğday bu coğrafyadan yayıldı ancak, yüzbinlerce  insanımız büfe önlerinde ucuz ekmek kuyruğunda.

Bir yılda 2-3 hasat yapılabilen topraklarda yaşıyoruz ama sebze meyveye muhtacız neredeyse.

Ülkemizin 3 tarafı denizlerle çevrili ama balık yiyemiyoruz.

15-20 yıl önce hayvancılıkta kendi kendine yeten ülkemiz artık angus ithal ediyor.

Şair Şükrü Erbaş, köylülere dair yazdığı ve çok tartışılan şiirinin bir kıtasında şöyle diyor;

“…..Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler

Kendilerinden olanlarla alay edip

Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.

Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.

Yiğittirler askerde subay dövecek kadar

Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-

Ezim ezim ezilirler.

Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.

Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp

Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.

Dindardırlar ahret korkusu içinde…”

Milliyetçilere gelince.

Cumhuriyet, imparatorluk bakiyesi olan ümmetçilikten ulus kimliğine geçişi öngörüyordu. Bu geçiş tamamlanamadı. Tamamlanması için günümüze dek geçen 80 ya da 100 yıl da kısa bir zamandır aslında.

Ümmet bilinci olanca canlılığı ile kendi mecrasında gününü bekledi.

AKP’nin ortaya çıkışı ile o gün de geldi.

Neo Osmanlıcı politikalar milliyetçi tabana sıcak geldi. Bu tabanın çatı partisi olan MHP de bir süre sonra devlette yer bulabilmenin telaşı ile ümmetçi iktidarı güçlendirecek politikalara ortak oldu. Bunun üzerine seküler milliyetçiler, partiden kopup kendi “iyi” partilerini kurdular. Ancak kendi parti kimliğini belirginleştirmek konusunda yeterince cesur davranamadılar. Oysa zaten, biraz solunda olan CHP’den, biraz sağında olan MHP’den  ayrışacak bu kimliğini güçlü bir şekilde ortaya koyması gerekiyordu. Olmadı.

Ziya Gökalp’ten Nihal Atsız’a, Nihal Atsız’dan Alparslan Türkeş’in (sonradan vazgeçilen) 9 ışık doktrinine kadar Türk Milliyetçiliğin esasları hep tartışıla geldi.

Bu tartışmalar genellikle son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin bekası üzerinde uzlaşılarak kapatıldı. Bu ülkede devlet sadece milliyetçilerindi. Bu devlet için en iyisini onlar bilir, onlar söylerdi.

Yakın Cumhuriyet tarihi boyunca çok önemli siyasi sosyal çatışmaların kaynağını da bu anlayış oluşturdu.

Geldiğimiz noktada laik Cumhuriyetin yok edilebilmesi için ulusal kimliğe dayalı demografik yapının bozulması şart. Arap göçü ile bu kültürün yayılacağı ve Türklerin asli yönetim anlayışı olan laikliği tu kaka edecek bir plan bizzat devleti yönetenler tarafından uygulanıyor.

Milliyetçiler bu planı uygulayanlara oy verdiler. **

* Hans Fallada’nın “Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar” isimli romanı.

** Bunun tarihsel köklerini merak edenler 8 Temmuz 1969 tarihli MHP Adana il kongresinden sonra Nihal Atsız’ın yaptığı açıklamalara bakabilirler.

HABERLER